Kültür
Giriş Tarihi : 08-07-2018 16:00   Güncelleme : 08-07-2018 16:00

Değişen Dünyada İletişim

Değişen Dünyada İletişim

Trafikte araçla seyrederken genelde bilmediğimiz yollara girmek istemeyiz. Aşinası olmadığımız yollara olan önyargılarımızın bir nedeni, böylesi yolların bize yön duygumuzu kaybettirmesidir. Mesela “Şimdi evime en kısa sürede hangi yönden ulaşabilirim?” diye sorup ters yöne gittiğimizi fark ettiğimizde panikleriz. Oysa biliriz ki biz gitmesek de evimiz olduğu yerde duruyordur. Ama biz yine de yerimizde duramayız, malum trafikteyiz. Diyeceksiniz ki “Navigasyon ne güne duruyor?” Genelde evimize gidiş yolunu navigasyona sormayız. Pencereyi açıp birine “Bakar mısınız, şu semte nasıl gidebilirim?” diye sormak daha güvenli gelir.

Ben İletişimin Yalnız Olanını Severim!

Günümüzde özellikle şehirlerde yön duygumuz kadar güven duygumuzun da darbe yediği kanaatindeyim. Bu büyük kaybımızın telafisine yardımcı olmak üzere, bizlere şimdilerde sunulan iletişim araçlarından pek çoğu, aynı zamanda bizim her ihtiyacımızı tek başımıza yani herhangi bir insanla iletişime geçmeksizin görebilmemiz üzerine kurgulanıyor. Bilgisayarlar, navigasyonlar, mesajlaşma araçları vb.

Pek çoğunuz: “Bilgisayar şıkkını anladık. Bir bilgisayarınız varsa mesela kütüphaneye gitmeden, kütüphane sorumlusundan bir kitap istemeden kitaplara ulaşabiliyorsunuz. Hatta konu komşuya usulünce sorulup öğrenilebilecek hemen her türlü bilgiye de ulaşabiliyorsunuz.” diyecek belki. Ve ekleyecek: “Şimdi mesajlaşma araçları şıkkının ne işi var orada?”

Düşünsenize eskiden eğer bir mektup gönderecekseniz mutlaka bir posta görevlisi size aracılık etmek zorundaydı. Posta görevlisi bir network değildi, insandı. Şimdi dünyanın hangi ucuna isterseniz o uca mesajınızı yani mektubunuzu yani postanızı insansız araçlarla gönderebiliyorsunuz. Üçüncü bir insanın aracılık etmediği bir iletişim, şimdilerde sadece mümkün değil aynı zamanda çok revaçta. Hatta ikinci bir insanın da. Mesela günlük hava durumunu romatizmalarının bildirdiği teyzelere sormadan da havadan sudan haberdar olabiliyorsunuz. Fo-
toğrafınızı çekmek için bir insandan ricada bulunmanıza, ona makinanızı güvenle verip nereye basması gerektiğini tarif etmenize, o insanın da doğru veya yanlış bir düğmeye basmasına gerek kalmadığını bildirmem sizi şaşırtmayacak elbette. Yeni iletişim araçları aracılığıyla isterseniz yönetmen koltuğuna oturup kameramanlara “motör” bile demeden kendi filminizi kendiniz çekebiliyorsunuz. Ne güne duruyor telefonlar, yani fotoğraf makinaları, yani kameralar, yani postacı, yani hava durumu spikeri, yani…

Geçenlerde gözüme çarpan bir karikatürde şöyle gülümseten ifadeler yazılıydı: “Evde elektrikler gidince televizyon kapandı, cep telefonu ve tabletlerin de pili bitince evdekilerle sohbete başladık. Aslında iyi insanlarmış.”

İletişim Elbette Yalnız Olmuyor; Ailede İletişim

Çok çeşitlenen iletişim araçlarının aile içi iletişimi etkilediği kabul ediliyor, elbette olumlu ve olumsuz yönleriyle. Mesela ikamet ettiğiniz adresten çok uzakta yaşayan ebeveyninize, akrabanıza bir tuş kadar yakın olabilmeniz; hâl hatır sorabilmeniz veya fotoğraf, video paylaşabilmeniz; iletişim araçlarının gelişmesi ve çeşitlenmesinin olumlu bir sonucu olarak akla geliyor. İletişim araçları bu yönüyle uzağı yakın kılıyor. Diğer yönüyle ise yakını ırak da kılabiliyor. Mesela sosyal ağlarda arkadaşlarıyla, diğer adlarıyla “kişiler”le, “takipçiler”le saatlerce sohbet eden aile bireyleri; bazen birbirlerine hâl hatır sormayı bile ihmal edebiliyor. Son yıllarda “sosyal medya bağımlılığı”nın mahkemelerde boşanma nedeni olarak kabul edildiğini hatırlamakta fayda var. Burada kilit nokta biraz da iletişim araçlarının hangi amaçlarla kullanıldığı ve kullanılırken süre sınırlamasına gidilip gidilmediği sorularıyla ilgili gibi görünüyor. Hayatımızda belki de en çok iletişim ortamında bulunduğumuz, bununla birlikte zaman zaman iletişime geçememekten en çok yakındığımız aile içi iletişim konusuna özel olarak değinmenin gerekli olduğu kanaatindeyiz. Aile fertleri arasında zayıflayan veya kopan iletişim ağlarına dikkat çekerek ailede etkili iletişim konusunda ne gibi önerilerde bulunabileceğini Aile Danışmanı Uzman Gonca Yükrük’e sorduk. Bize şöyle cevap verdi: “Ailelere en çok önerdiğim teknik, önemli bir konuşma yapılacak ise mutlaka aile toplantısı yapmalarıdır. Bir iş toplantısı düzenler gibi aile fertlerinin belli bir saatte randevulaşıp o saatte televizyon, cep telefonu, tablet gibi dikkati dağıtıcı ögeleri kaldırıp sadece konuya ve birbirlerine odaklanmalarını sağlayacak bir toplantı düzenlemeleri genel olarak ailelere iyi gelir.”

Ailede iletişim, aile bireyleri birbirinden uzakta değilse elbette yüz yüzedir. Bu doğrudan ve yüz yüze olan iletişimde beden dilinin kullanımının önemine dikkat çeken Uzman Gonca Yükrük, kişiler arası iletişimde sözlerin etkisinin yüzde yedi olduğunu, en önemli kısmı ise beden dili ve kullandığımız ses tonunun aldığını söyledi. Doğrusu sözün bu etki-siz-liğine şaşırmamak mümkün değildi. Konuyu bir örnekle açtı: “Ailelerle çalışırken sık duyduğum cümlelerden biri ‘Kırk kere söyledim hocam, anlamıyor.’ sözüdür. Örneğin anne veya babanın elinde kumanda televizyon izlerken çocuğuna söyleyeceği cümleler onun için çok anlamlı olmayacaktır. Burada yanlış olan aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemektir. Eski kapılar yeni odalara açılmaz. Kırk kere söylenilen ve hâlâ iletilemeyen bir cümle varsa kırk birinci kez ya söylenmemeli ya da söyleme biçimi değiştirilmelidir.”

İletişim. Ama Herkesle mi? Ama Nasıl?

“Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.” (Hucurât, 49/6.)

Eğer haber getirenin kim olduğunu bilmiyorsam yani haber kaynağının doğruluğundan haberim yoksa haberin doğruluğunu nasıl bilebilirim?

İletişimin özellikle elektronik ortamlara taşınmasını takiben eskiden daha baskın olan aile, akraba, komşuluk ilişkilerinin; sınırlarını aşarak ulusal ve uluslararası ölçeklere taşındığı hemen herkes tarafından gözlemlenebilen bir olgu. Denebilir ki şimdilerde bir “sade vatandaş” eğer isterse dünyanın her yöresinde ve her mevkideki insanla yani sade olmayan vatandaşlarla da iletişime geçebilir. Birinin herhangi bir ülkenin başkanına, herhangi bir ülkede beğendiği sanatçıya, yazara ulaşması artık çok kolay.

Peki, teoride de olsa farklı yörelerden, farklı kültürlerden bu kadar insan bu kadar insanla iletişim hâlinde olacaksa bunun doğru bir yolu var mıdır? İletişime geçeni ve geçileni bağlayacak birtakım ahlaki kurallar yok mudur? Ve eğer bir kişi, kürenin bir ucundan biri ile iletişime geçecekse, kendisini olduğu gibi mi yansıtmalıdır yoksa olmadığı biri gibi mi?

Cevap şıklarından “evet”lerin çoğunlukta olacağını varsayabiliriz. Ama görünen o ki uygulamalarda bazen insanlar “sanal” olarak adlandır-
dıkları âlemde kendileri de sanallaşmakta yani olmak istediği gibi görünmektedir. Biz bunun nedenlerini Uzman Gonca Yükrük’e sorduk. Yükrük, sosyal medya aracılığıyla kendimizi ve yaşantımızı, paylaştığımız kareler ile ifade etmeye çalıştığımızı; eskiden çok daha sıkı olan akrabalık, komşuluk, arkadaşlık ilişkileri gevşedikçe bu boşluğu 'like’lar ile tamamlar olduğumuzu ifade etti. Ardından ekledi: “Sosyal medyada, elbette sanal ortam olması sebebi ile daha çok ‘yaşadığımız gibi değil yaşamak istediğimiz gibi’ kendimizi yansıtabiliyor oluşumuz, değersizlik hissi ile eksik hisseden ruhlarımızı tamamlayan bir mekanizma hâline geldi.”

Konunun başka bir boyutunu, gerçek kişilerin sosyal medyada gerçekliği olmayan profiller oluşturmasının nedenlerini ise Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Doktor Öğretim Üyesi Nuran Erdoğruca Korkmaz’a sorduk. Dr. Korkmaz, sahte profiller yaratmanın âdeta kişiyi sorumluluktan kurtardığı için tercih nedeni olabileceğini belirtti. Örneğin eşinizle, çocuklarınızla, akraba ve komşularınızla sürdürdüğünüz ilişkiler aynı zamanda size sorumluluk da yükler. Fakat sosyal medyada kişiler kendilerine bir özgürlük alanı açtıklarını düşünürler ve kendisini karşısındakine karşı ahlaki açıdan sorumlu hissetmeyebilirler. Bu noktada Dr. Korkmaz’a, sanal dünyada sahte profil oluşturan insanların aslında o dünyada bir gerçeklik kurduğunu hatırlattık. Öte yandan benzer bir şekilde, gündelik hayatını sürdürürken kişilerle iletişiminde maske takanların da gerçek dünyada bir tür sanallık kurduklarını belirttik. Yani insanlar, her iki durumda da “olduğu gibi biri” olmaktan kaçıyorlar. Bunun nedenleri konusunda ise Dr. Korkmaz şunları söyledi: “İnsanların olduğu gibi davranmamasının veya olduğu gibi görünmemesinin içsel ve dışsal pek çok nedeni vardır. Eksiklik ve mahrumiyet duygusu, özgüven eksikliği ve kompleksler içsel nedenler arasında sayılabileceği gibi aile ve çevre baskısı da dışsal nedenler arasında sayılabilir. Ayrıca insanların bu tür davranışları sürdürmelerinin temel bir nedeni de ‘anlık haz’ ihtiyacıdır diyebiliriz.”

Günümüzde özellikle elektronik ortama taşınan iletişimde ahlaki kaygı gütmemenin sonuçlarının neler olabileceğini ve bu tür bir iletişim tarzının benlik algımıza olumsuz yansımaları olup olmayacağını Uzman Gonca YÜKRÜK’e sorduk. Yükrük şu yanıtları verdi: “Sosyal medyada oluşturulan profiller, kişilerin kurgulanmış benlikleri ile çok daha cesur, çok daha cüretkâr olmasını sağlıyor. Utanma ve ahlak duygularımız her geçen gün biraz daha törpüleniyor. Örneğin internette paylaştığımız fotoğraflar için kullanılan fotoğraf düzeltme araçlarıyla burnumuzu, gözümüzü vs. düzeltirken bir türlü kazanamadığımız öz değerlilik duygumuzu aslında biraz daha zedeleriz. Başkalarının sosyal medya hesabında gezinip onların hayatlarını dikizleyip sonra kendilerini daha eksik hisseden ruhlarla dolu şehirler. Yüzlerce belki binlerce takipçi sayısı içinde yapayalnız kişilerle... İlişkilerin niteliği azalırken niceliği arttı. İnsanlar takipçi ve like sayıları ile değer duygusunu nicel olarak ifade eder hâle geldi.”

Son olarak Gonca Yükrük iletişim konusunda önemli bir uyarıda bulunuyor: “Hepimizin ihtiyacı olan ilişki ve etkileşim biçimlerini gerçek hayatta karşılamadığımız sürece sanal medyaya mahkûm ve hatta kurban olarak yaşamlarımıza devam edeceğiz. Tek tuşla…”

Sahi Bugün Allah İçin Nasıl Görüneceksin?

İnsanların birbiriyle olduğu kadar bütün varlıkla iletişimi, insan olarak kalitesiyle direkt alakalıdır. Kısaca iletişimimizin kalitesi, insanlık kalitemizle ölçülebilir.

En doğru insanlar ya da doğruluğundan emin olduğumuz insanlar, bilindiği gibi peygamberlerdir. “Sıdk; doğruluk” ve “emanet; güvenilirlik” peygamberlik vasıflarındandır. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.), kendisine peygamberlik bahşedilmeden önce de sıfatı “Emin” olan seçkin bir insandı. Yine de “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hûd, 11/112.) ayetinin saçlarını ağarttığını belirtir (Tirmizî, Tefsir’ul Kur’ân, 29/56.).

Sahte dünyada gerçeklik arayışı, gerçek dünyada da sahte görünümler aramak; her iki dünyada da insanların ağır imtihanı olabilir. Belki de bunu önlemenin yolu, görünmeye değil olmaya çalışmaktan geçer. Yani batıda Shakespeare, doğuda Mevlana’dan bu yana bilindiği gibi önemli olan “olmak”tır…

Mekânla iletişim zamanla değişti

İçinde bulunduğumuz zamanda, içinde bulunduğumuz mekânla da bir iletişim hâlinde olduğumuz biliniyor artık. Yazı yazmak için elime aldığım kalem, kurşun gibi ağır veya tükenmez gibi bitimsiz veya kırmızı gibi cezbedici olabilir. Ben kalemliğimden kalem seçerken bir psikolojik hâl içindeyim, kalemi seçtiğimde o da beni seçmiş oluyor, bir anlamda bana seslenmeye başlıyor ve iletişime geçmiş oluyoruz böylece. “Nasıl yani?” dendiğini duyar gibi oluyorum. İşe gelirken bindiğim arabanın direksiyon modelinden geçtiğim yol kenarlarındaki peyzaja, iş yerinde açtığım bilgisayarımın ekranından cep telefonumun koruyucu kapağına, elimde tuttuğum kitabın dizgisinden kapak tasarımına, öğle yemeğinde oturduğum sandalyenin kumaş döşemesinden elimde tuttuğum çatalın metal alaşımına, eve girerken kapımı açtığım anahtar tipinden kapımın çelik, ahşap olup olmamasına kadar her şeyle mi iletişim hâlindeyim? Evet…

Sağlıklı iletişimin özellikleri nelerdir?

“Sağlıklı iletişim sanılanın aksine konuşmaktan ziyade dinlemekle başlar. İlk olarak iyi bir dinleyici olunmalıdır. İyi dinleyici olmak demek ehlileşmiş bir merakla karşıdakini dinlemek demektir. Konuşurken işine geleni cımbızla çekmek, karşıdaki sözünü bitirince kendi söyleyeceklerini kafada kurmak dinlemeyi baltalayan davranışlardır. Özetle önemli olan bir tür dedektiflik yapmadan dinleyebilmektir.”

 Dr. Hafsa Fidan Vidinli / Diyanet Dergisi

adminadmin