Kültür
Giriş Tarihi : 24-02-2019 19:00   Güncelleme : 24-02-2019 19:00

Âdemoğlunun "Varlık" ve "Benlik"le İmtihanı

Âdemoğlunun

Kûn feyekûn…” emriyle insanı yokluktan varlığa çıkarmış Yüce Yaratan. Tüm varlıktan ayrı tutmuş âdemoğlunu… Özü, cevheri bir toprak parçası olan âdeme en büyük emaneti, vahyin muhatabı olmayı tevdi edecek kadar değer vermiş. Devraldığı emanetin sahip olduğu büyük kıymetten dolayı insan yaratılmışların eşrefi olmuş. Kendisine verilen bu aziz makamı ancak kulluk bilincini diri tutarak koruyabilmiş insan. Bu bilinci diri tutmak da ancak “varlık ve benlik” imtihanından tevazu ile yürüyüp geçen bahtiyarlara nasip olmuş. İnsan tevazu ile korudukça kalbinin hassas dengesini ve kulluk bilincini, kıymeti artmış varlığının. İnsan ne zaman var oluş amacını ve bir parça topraktan yaratıldığını unutup kibir ve gurura kapılsa eşref-i mahlukat olma vasfını yitirmiş. İşte bu yüzden “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın. Boyca da dağlara asla erişemezsin.” (İsrâ, 17/37.) hitabıyla uyarmış Yaratan, kıymet verdiği âdemoğlunu.

Zamanın birinde “varlık ve benlik” imtihanından sınanıp geçen bir zatın hikâyesi, tevazunun insanın kadir-kıymetini artırdığına dair güzel bir örnektir. Hikâye bu ya Gazne hükümdarının çok sevdiği bir hizmetkârı varmış. Hükümdarın emrinde vazife aldığında eski bir elbisesi ve oldukça yıpranmış bir çift çarığından başka hiçbir şeyi yokmuş. Gel zaman git zaman çalışkanlığı ve feraseti sayesinde pek çok izzet ü ikrama ve âli makama mazhar olmuş. Hükümdarın bütün bu iltifatlarına rağmen daima bir cins-i âdem olduğunun, hak ve hukukunun belirli sınırları olduğunun farkında olarak tevazu ile hareket etmiş. Bu şuur ve bilinci her daim diri tutmak için saraya geldiği günkü eski elbisesiyle çarığını bir odaya koymuş. Kilitli tuttuğu bu odaya zaman zaman gider bir müddet odada kalır ve kendine “Sakın büyüklük taslamaya kalkışma, işte çarığın, işte posttan elbisen!” dermiş. O, gördüğü iltifatlara rağmen hak ve hukukunu aşmayıp tevazu ile davrandıkça kadri kıymeti artarmış hükümdarın nezdinde. Düşmanları onun hükümdara olan yakınlığını kıskanır, hiç kimseyi sokmadığı bu odada altın ve gümüş keseleri sakladığını düşünürlermiş. Hikmet sahibi bu zatı gözden düşürmek için hükümdara şikâyet etmişler onu. “Siz ona bu kadar çok değer veriyor, bu kadar ikramda bulunuyorsunuz. O ise sizden çaldığı altın ve gümüşleri bir odada saklıyor, oraya hiç kimseyi sokmuyor.” demişler. Hizmetkârına çok güvenen hükümdar, kalpleri hasetle yanıp tutuşan bu adamlara bir ders vermek için “Gece yarısından sonra kilidini açarak odaya girin. Oradaki altın ve gümüşleri size bağışladım. Fakat neler bulduğunuzu gelip bana anlatın.” diye cevap vermiş. Kıskanç adamlar sabırsızlıkla beklemeye başlamışlar. Gece yarısı olunca kapının kilidini kırıp odaya girmişler. Fakat odada bir çarık ve eski bir elbiseden başka bir şey olmadığını görünce çok şaşırmışlar. Belki altın ve gümüşleri yere gömmüştür diye odanın içini kazmaya başlamışlar. Fakat hiçbir şey bulamayınca yaptıklarından ve düşündüklerinden pişman olmuşlar. Bu zata iltifat buyurulan ihsanların, “varlık” imtihanını tevazu ile yürüyüp geçmesinde saklı olduğunu anlamışlar. Hükümdarın huzuruna vararak gördüklerini olduğu gibi anlatıp af dilemişler. Hükümdar bu hikmet sahibi hizmetkârı yanına çağırıp eski püskü giysilerini neden sakladığını sorunca “Ben sarayınıza bunlarla geldim. Sizin sayenizde bu devlete ulaştım. Fakat aslımı unutmamak; benliğe, kibir ve gurura düşmemek için de bunları sakladım. Arada bir odaya gidip bunları seyrederek nefsimi terbiye ederim.” diye cevap vermiş.

Tevazu ile hareket etmek peygamberi ahlakın tezahürü iken kibir ve gurura kapılarak hareket etmek kalbin cahiliye âdeti üzere olduğunu, hassas dengesini yitirdiğini göstermez mi? Allah’ın rahmetinin eseri olan yağmurun yüksek yamaçlarda değil de, alçak eteklerde birikmesini nasıl yorumlamak lazım? Allah’ın nurunun muhafaza edildiği kalplerimizi; her nimet ve lütuf karşısında tevazu ve hilm ile yeni baştan imar etmek, içi dolu olduğu için boynunu eğen bir buğday başağı kadar hikmet sahibi kılmak lazım vesselam.

Canan Cehri AKYOL / Diyanet Dergisi

adminadmin