Kültür
Giriş Tarihi : 08-10-2017 11:00   Güncelleme : 08-10-2017 11:00

Hayatı Genişlet

Sesler ve renkler arasında dolaşan bir ahir zaman yalvacı gibi, onu doğuran sözü arayan bir yetim gibi, şaşkın şavalak bakınıyor etrafına. Şaşkınların bir ülkesi olsa orada köksüzlük çekmezdi. Hayat dinmeyen bir acı gibi avurtlarına çöktüğünde on beş yaşındaydı. O kadar çok bağırdı ki haykırışını sadece kendisi duydu.

Hayatı Genişlet

Kederin varlığı oyduğu yere, neşe gelir yerleşir. Varlığın sızısını örten patlayıcı bir neşe, her buhran anında koluna giriyor ve onu ruhun en karanlık yerlerine gidip de dönemeyişten alıkoyuyor. Orası gidenlerin geri gelmediği bir yerdir: Karanlık iptila yapan bir zehir gibi ruha çöreklenir ve iradeyi felç eder. Şimdi elli yaşında, şair gibi ‘yirmi beş yaşında yediğim bir kurşunla bugün ölüyorum’ diyor. Arada geçen bütün sonbaharların ve arada yağan bütün yağmurların biriktirdiği ölüm, şimdi gözlerini dikmiş ona bakıyor. Kimse o gözlere geri bakamaz. Bakışlar yere düşer, göğe çevrilir, ufka kayar. ‘Gelecek ölüm: Gözleri gözlerin olacak’.

Dünya bizi çevreliyor, sınırlar örüyor etrafımıza, başımızı çarpıp da bizi  kendimize getiren sınırlar. Bu sınırlarla yüzleşmek hayal kırıklığı, keder ve incinme demek. Hayatlarımızın denetiminin bütünüyle elimizde olmadığı endişesi.  Yol keseni çok bu güzergahın: Belirsizlik, hastalık, kayıplar, bedensel arzular. Ölüm bizim başımıza gelmez sanıyoruz, o kadar özeliz ki bize uğramaz, kalabalıkta durursak bizi seçemez, bizden sonrası için bir eser bırakırsak hükmü bize işlemez, ona meydan okursak borusu bize ötmez.  Bizim trajik iyimserliğimiz.  Halbuki sahicilik, insanın kendi kısıtlamalarıyla da yüzleşebilmesi demek. Böyle bir yüzleşme acı verici de olsa bir uyandırma çağrısı işlevi görebilir, ölüme gözlerimizi açmak ve ne kadar az zamanımız kaldığını idrak edebilmek, bize artık hayatı erteleyemeyeceğimizi de öğretir. Böylece hayatımızın dümenine geçer, yaşamak yükünü üzerimize alır ve bizim için gerçekten önemli olan şeylere odaklanırız. İnsan ölüm farkındalığıyla büyür, olgunlaşır. Ölüm bilinç zarımızın altında sürekli kımıldar. Seçme hakkımız var elbette ama her şeyi değil: Şartlar bizi sınırlar ve imkanlarımız şartlar dahilindedir. Takdire tedbir kar etmez.

Kendi ölümümüz veya sevdiklerimizin ölümü üzerine pek az düşünüyoruz. Gençliği ve cinsel cazibeyi hikmet ve olgunluğun önüne koyduğumuzda yaşlılığı da utanılacak bir durum olarak algılıyor, yaşlılarımızı huzur evlerine hapsederek ölümün yaklaşan gölgesini evden ırak tutmak istiyoruz. Hayatın tıbbîleştirilmesi, ölmekte olan kişiyi hastaneye sürgün ederek,  evde huzur içinde ölmeyi neredeyse haram etti. Böyle olunca hastalığı bir zayıflık, ölümü de nihai bir yenilgi olarak görmemiz mukadder. Hayatın kırılganlığından, şeylerin gelip geçiciliğinden öğrenecek ne de çok şeyimiz var oysa. Ölümün olmadığı bir hayat yoğunluğunu kaybeder ve büzüşürdü. Ölümlülüğümüzle yüzleşmediğimiz zaman, hayat da parmaklarımızın arasından kayıp gidiyor. Kendimizle ve başkalarıyla daha derin bir bağ kurabilmek için, hayatın anlamını kavrayabilmek için kendi faniliğimiz üzerine düşünmeliyiz. Bir okulsa hayat, müfredatın en önemli dersidir ölüm. Onunla hayatı takdir etmeyi öğreniriz, onunla hayatı bize bağışlayana şükretmeyi öğreniriz. Buradaki gerçekliğimiz kalıcı değil ve biz hiçbir şeye mutlak manada sahip değiliz.

Ölümün farkındalığı ölümden önceki hayatı da daha doğru yaşayabilmek için bize bir imkan veriyor. Sözün tam da burasında, hayatı daha sakin ve anlamlı yaşayabilmek için bir reçete paylaşmak istiyorum, bugünlerde böyle formüller pek revaçta, basit olmasına basit ama belki de hakikat basit ve sade olanda gizlidir.

1) Sessiz ol. Zihnine bir fırsat ver. İçini genişlet.
2) Bilinçli bir şekilde nefes al ve ver. Aldığın her nefesin farkında ol. Anı genişlet.
3) Tefekkür etmek için vakit ayır. Vakti olgunlaştır.
4) Tek başına sakin zaman geçir. Zamanı genişlet.
5) Düşünce ve fikirlerini bir köşeye yaz. Zihnini genişlet.
6) Çiz, resim yap veya elinle bir şeyler inşa et.
7) Şarkı söyle. Dua oku. Zikret. Ruhunu genişlet.
8) Her yere yürü, yürüyebildiğin kadar yürü. Yürüyerek gidebileceğin her yere yürüyerek git. Ufkunu genişlet.
9) Kendi mahalleni yürüyerek tanı. Evinin etrafındaki insanları, dükkanları, zenginliği fark et. İçini genişlet.
10) Bir yabancıya gülümse. Bu sana hiçbir şeye mal olmaz. Ama gününü daha güzel geçirmeni sağlar.
11) Başkalarıyla konuşmak için bir fırsat yarat. Çevreni genişlet.
12) Yanından geçip hiç uğramadığın bir parka veya bir mabede gir. Orada ruhunu dinlendir. Bir mezarlığa git, evvel gidenlere selam ver, onlarla konuş.
13) Kendini doğaya bırak. Tabiatta bir yürüyüş yap, yaprakları eline al, toprağı okşa, bir ağacı sev. O ağacı yeşerteni sev.
14) Süpermarketteki metal arabayı sürmek yerine yerel üreticilerin pazarına git ve gıdanı onlardan temin etmeye çalış. Hoş beş et, onların hikayelerine misafir ol.
15) Yediğin her gıdanın hikayesini merak et. Nereden geldiğini, kim tarafından üretildiğini, hangi emeklerle sana ulaştığını öğren.
16) Giydiğin şey nerede üretiliyor, bu üretim safhasında çocuk işçi çalıştırılıyor mu, emek sömürüsü yapılıyor mu bunlara dikkat et. Bilinci genişlet.
17) Bir şeyi tohumdan başlayarak büyüt. Bir tohum ekmek ve onun daimi bir ihtimam ve beslenme ile büyüdüğünü izlemek, daha yavaş, daha bağlı ve sahici bir hayat yaşamanın mükemmel bir analojisidir. Sabrını genişlet.
18) İnfak et. Yoksulları ara, yardım et. Onların sevgisiyle kalbini büyüt. Ülkeni genişlet.
19) Öte diyarlarda zulüm görenler için dua et, eylemde bulun, yüreklerinde acılarını hisset. Dünyanı genişlet.
20) Çayır çimene uzan göğe bak. Kalbini genişlet.
21) Yarinin, evladının gözlerinin içine bak. Sevgini genişlet.

Hiçbir canlı yok ki zeval bulmasın. Hayat müziğin sesini birlikte dinlemektir. Kimse başkasının ölümünü ölemez, kabul. Ama o son nefese kadar kainatı saran o eşsiz müziği birlikte işitebiliriz, değil mi? Şimdi o tedirgin bakışlarını yerden kaldır da kendi ölümüne bak. Hayatı genişlet.

Kemal Sayar

http://www.gercekhayat.com.tr

adminadmin