Kültür
Giriş Tarihi : 04-03-2018 10:00   Güncelleme : 04-03-2018 10:40

İstiklâl Mahkemeleri tarafından Samsun’a sürgüne gönderilen bir müftü Harput Ulemâsından Mehmed Kemâleddin Efendi

Samsun Bütünşehir Dergisi’nde Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Türk-İslâm Edebiyatı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.Doç. Dr. Ahmet KARATAŞ’ın kaleme aldığı İstiklâl Mahkemeleri tarafından Samsun’a sürgüne gönderilen bir müftü olan Kemalettin Efendi’nin Samsun günleri anlatılıyor.

İstiklâl Mahkemeleri tarafından Samsun’a sürgüne gönderilen bir müftü Harput Ulemâsından Mehmed Kemâleddin Efendi

HAYATI VE EĞİTİMİ

Kemâleddin Efendi Harput’un İmamzâde/ Müftügil/ Efendigil sülâlesi m. XVI. asırdan itibâren âlimleriyle şöhret bulmuş, ilim neşri hususunda gösterdiği cehd ü gayretle nâmı bugünlere gelmiş bir ocağının “hânedân-ı ilm”in hem dinî eser veren hem de edebî kimliği olan son âlim ferdidir.

15 Ramazân 1283/ 21 Ocak 1867’de Harput’ta, Ağa Mahallesi, Hacı Hamîd Efendi Sokağındaki 56 kapı numaralı konakta doğdu.

Dedesi “Kasîde-i Bürde Şârihi” olarak nâm salmış Harput müftüsü müderris Hacı Ömer Naîmî Efendi, babası şöhreti Harput’u aşmış bir hâfız, müderris ve mutasavvıf olan Hacı Abdülhamid Hamdî Efendi, annesi Mü’mine Hanım’dır. Kemâleddin Efendi evin en küçük çocuğudur.

Rüşdiye-i Askeriyye’ye Arapça hocası olarak vekâleten atanmasıyla hayatının kayıtlara geçen resmî memuriyet devresi başlamıştır.

1316/1900’de aynı mektebin kavâid hocalığına, 1318/1902’de Arapça hocalığına terfîan getirilmiştir. Aynı yıl Kâmil Paşa Medresesi’ne asâleten tayin edilmiş, 1324/1908’de dört ay El‛azîz merkez kadılığına vekâlet etmiştir. 1325/1909’da Ma‛mûretü’l-azîz Mekteb-i Sultânî’sinde Arapça hocası olmuş, aynı yıl yaklaşık bir ay İsti’nâf Mahkemesi reisliğine vekâlet etmiş, sonra aynı mahkemenin âzâlığına tayin edilmiş, yine bu yıl Mekteb-i Rüşdiye-i Askeriyye’de Arapça hocalığına devam etmiştir. 1326/1910’da Mekteb-i Sultânî’de, 1327/1911’de Rüşdiye-i Askeriyye’de Arapça hocalıkları yapmış, 1330-1331/19141915’te Numûne Mektebi’nde Kırâat, Elif Bâ ve Arapça hocalıklarında bulunmuştur.

Kemâleddin Efendi’nin o yıllarda serbest avukatlık da yaptığı ifade edilmektedir.

Ayrıca muhtelif komisyonlara ve meclislere üye olmuş ve bunların bir kısmının başkanlığını yürütmüştür. 17 Rebîü’l-âhir 1334/ 9 Şubat 1331/ 22 Şubat 1916’da önce vekâleten çok kısa bir müddet sonra da asâleten Ma‛mûretü’l-azîz merkez müftüsü olmuştur.

SÜRGÜN YILLARI

Aynı yıl Harput Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesi’nin kısm-ı âlîsine (sahn) müderris olarak da atanmış,53 burada Tefsir, Hadis, Usûl-ı Fıkıh, Belâğat derslerini okutmuştur.54 1342/1924’te yürürlüğe konulan Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu gereğince bütün Dârü’l-hilâfe medreseleri ile birlikte Harput Dârü’l-hilâfe’sinin de hazırlık kısmı ilgâ edilmiş, diğer kısımları ise İmam-Hatip Mektebi’ne dönüştürülmüştür.

Bu dönüşümle birlikte Harput İmam-Hatip Mektebi’nde dersler ve müfredât değiştirilmiş, hoca sayısı da yarıya düşürülmüştür.

Kemâleddin Efendi bu mektepte de 21 Kasım 1925’ten azledildiği 7 Eylül 1926’ya kadar Edebiyat muallimliği yapmıştır.

Diyânet İşleri Başkanlığı Arşivi’ndeki hizmet cetvelinden anlaşıldığına göre Kemâleddin Efendi müftülük vazifesi ile muallimlik ve müderrisliği azledildiği güne kadar birlikte yürütmüştür.

Kemâleddin Efendi 30 lira olan son müftülük maaşını 1 Kasım 1926’da almıştır.

Şark İstiklâl Mahkemesi’nce suçlu bulunup Samsun’a sürgüne mahkûm edilince Diyânet İşleri Başkanlığı onu müftülükten azletmiştir.

Bunun üzerine Kemâleddin Efendi 20 Eylül 1926’da Başkanlığa Samsun’dan bir dilekçe yazarak Memuriyet Kanunu’nun 49. maddesine istinâden en az 6 ay hapis cezasına çarptırılanların memurluktan ihraç edilebileceklerini, kendisinin ise belli bir süre ile (Örfî İdâre sona erinceye kadar) Samsun’da ikāmete mecbur kılındığını; binâenaleyh memurluktan atılmamasını ve maaşının kısmen de olsa kendisine verilmesini istirham etmiştir.

Ancak onun bu istirhâmnâmesi dikkate alınmamıştır. Kemâleddin Efendi sürgünden dönünce ilgili mercilere mürâcaat ederek 20 Şubat 1928’de, 62 yaşındayken emekliye ayrılmıştır. Emekliliği için esas alınan hizmet süresi 31 sene 7 ay 28 gündür. Bu süre göz önünde bulundurulduğunda üst derece emekli aylığı alması gerekirken herhangi bir sebep belirtilmeksizin düşük kademe ile emekliliğe sevkedilerek kendisine yalnızca 9 lira 96 kuruş emekli aylığı bağlanmıştır.

Millî Mücâdele’nin, başta Şeyh Saîd olmak üzere Şark’ı kasıp kavuran çeşitli ayaklanmaların, toprak kayıplarının, huzursuzlukların, Takrîr-i Sükûn döneminin, maddî ve manevî inkırâzların yaşandığı, bir devletin batıp yeni bir devletin doğduğu netâmeli devrede Osmanlı’nın Ma‛mûretü’l-azîz’deki son, Cumhuriyet’in ilk müftüsü olarak 10 yıl, 6 ay, 20 gün görev yapmış, Şark İstiklâl Mahkemesi’nin verdiği sürgün kararı sonrası 7 Eylül 1926’da müftülükten azledilmiştir.

İtilâf Devletleri’nin mütâreke hükümlerini keyfî olarak uygulamaya başlamaları birçok şehirde olduğu gibi zaten Türk, Kürt, Zaza, Ermeni, Süryani, Nasturi gibi çeşitli dinî ve etnik kimlikleri barındırması hasebiyle diken üstünde olan El‛azîz’de de tepkiye sebep olmuş, Vilâyât-ı Şarkiyye Müdâfaa-i Hukuk-ı Milliyye Cemiyeti Ma‛mûretü’l-azîz Şubesi tarafından Sadâret’e işgâl kuvvetlerinin bu maksatlı faaliyetlerinin İslâm hilâfetini kat’î olarak yıkmayı ve müslüman ahâliyi yok etmeyi amaçladığını vurgulayan bir protesto telgrafı gönderilmiştir. Bu telgrafta imzası bulunanlar arasında Kemâleddin Efendi’nin de yakįnen tanıdığı ulemâdan ve eşrâftan zevât ile şeyhi Osman Bedreddin Efendi (İmam Efendi) olmasına rağmen kendisi yoktur.

Bursa’nın işgâlden kurtarılması vesilesiyle El‛aziz’de düzenlenen resmî törende “Türkçe bir duâ-yı belîğ” yapılmıştır. Fakat duâyı yapan zat mevcut müftü değil, Kuvâ-yı Milliye hareketinin müdâfilerinden “müfti-i sâbık Fâik Efendi”dir. Kemâleddin Efendi tevsîk edemediğimiz bir bilgiye göre Kuvâ-yı Milliye hareketini benimsediği için Damad Ferid Hükümeti’ne şikâyet edilmiş fakat hakkında herhangi bir işlem yapılmamıştır.

 Ancak devrin matbuâtında ve konuyla ilgili hazırlanmış şümullü kaynaklarda Kemâleddin Efendi’nin Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının başta Müdâfaa-i Hukuk cemiyetleri olmak üzere açıkça arka çıktığı ve yönettiği Milli Mücâdele hareketiyle ilgili teşkilatlanmaları ve kongreleri desteklediğine dâir resmî bir bilgi ve kayıt bulunmamaktadır.

Meselâ Ma‛mûretü’l-azîz Vilâyeti Müdâfaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin reis ve âzâları arasında Vâli Vekili Abdülkadir Bey, Belediye Reisi Mehmed Rif‛at Bey, Binbaşı Cemil Hüdâî Bey’le berâber şehrin bazı ulemâ ve eşrâfı bulunmaktayken vilâyet müftüsü Kemâleddin Efendi’nin adı geçmemektedir.

Halbuki Millî Mücâdele sürecinde başta Ankara, İzmir, Sivas, Amasya, Denizli, Niğde, Trabzon, Manisa, Erzincan, Eskişehir, Maraş, Van, Mardin, Zonguldak olmak üzere onlarca vilâyetin ve kasabanın müftüsü Mustafa Kemâl ve arkadaşlarını kayıtsız şartsız destekleyen Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti’nin ya o şehirlerdeki reisleri yahut âzâları idiler. Yine bu süreçte başta müftüler olmak üzere sayısı yüzleri bulan din adamları hem mülkî ve idârî âmirlerle birlikte hareket ediyor hem de halka Millî Mücâdele fikrini aşılamak, bu mücâdele lehine kamuoyu oluşturmak ve bu çerçevede onları din-vatan müdâfaasına teşvik etmek üzere -silâhlı birlikler oluşturmak ve cephe kurmak dâhil- canla başla çalışıyorlardı.

Hattâ Şeyhülislâm Dürrizâde Abdullah Efendi’nin (v. 1923) “Kuvâ-yı Bâğiyye” şeklinde tavsif ettiği Kuvâ-yı Milliye hareketini topyekûn “hurûc ale’s-sultân” olarak görüp86 bu hareketin önde gelenlerinin öldürülmeleri yönünde verdiği fetvâya karşılık (11 Nisan 1920) Ankara Müftüsü Mehmed Rif’at Efendi (v. 1941) başkanlığındaki bir heyetin hazırladığı “esâret altındaki İslâm halîfesini kurtarmak ve vatan topraklarını düşmandan temizlemek” için Millî Mücâdele’yi desteklemenin vucûbiyetine dâir yayımlanan meşhur Ankara Fetvâsı’nı (14 Nisan 1920) Mustafa Kemâl Paşa’nın isteğiyle 153 müftü, âlim, müderris tasvip ve tasdik ederek imzalamasına rağmen bu zevât arasında Ma‛muretü’l-azîz vilâyet müftüsü Kemâleddin Efendi’nin bulunduğuna dâir bir kayda bütün araştırmalarımıza rağmen rastlayamadık.87 Aksine gerek Sultan Vahidüddîn (VI. Mehmed, v. 1926) için cülûsiyye kaleme alması gerek bilâhere “hükûmet-i milliyenin meşrûiyyet ve teşekkülüne muhâlefeti ve makām-ı hilâfete sadâkat ve merbûtiyyeti mütezammın evrâk-ı muzırra” yazdığı ve muhâfaza ettiği için Şark İstiklâl Mahkemesi tarafından hilâfet ve saltanat taraftarı, inkılâpların muârızı sayılarak tutuklanıp yargılanması ve ceza alması Kuvâ-yı Milliye hareketini desteklediğinden dolayı Damad Ferid’e şikâyet edildiği iddiasıyla örtüşmemektedir. Kaldı ki Damad Ferid “saltanat ve hilâfeti yıkmak isteyen İslâm düşmanı eşkıyâ çetesi, şerîat nizâmına başkaldıran vatan hâinlerinin bir araya geldiği teşkilât” olarak gördüğü ve öncü kadrolarını idama mahkûm ettirdiği Kuvâ-yı Milliye hareketini destekleyen birine göz yumacak hoşgörüye sahip bir sadrazam değildir. Zira o, Kuvâ-yı Milliye’yi destekleyen hattâ bu harekete sıcak bakan pek çok vâli, kaymakam, komutan, mutasarrıf, defterdar gibi mülkî, askerî ve idârî birimlerdeki görevlilerle birlikte vilâyet ve kazâ müftülerini de “irâde-i seniyye” ile azletmiş, bu zevâtın bir kısmını da sürgüne göndermiştir.89 Millî Mücâdele sürecinin şâhitlerinden olan merhum Sunguroğlu’nun o dönem El‛azîz’de Millî Mücâdele ile ilgili faaliyetler ve mücâdeleyi destekleyen kişiler hakkında bilgi verirken Kemâleddin Efendi’den hiç bahsetmediğini de ayrıca belirtmek gerekir.

Öte yandan Cumhuriyet kurulduğunda Ankara hükûmetinin Kemâleddin Efendi’yi azletmemek sûretiyle müftülüğünün devamını uygun görmesi Kemâleddin Efendi’nin en azından ilk iki yıl Cumhuriyet için tehlike oluşturmadığını göstermesi bakımından dikkat çekici bir husustur. Merhum Sunguroğlu’nun kaydettiğine bakılırsa Kemâleddin Efendi İstiklâl Mahkemesi’ne sunduğu müdâfaanâmede “Cumhuriyet rejimine sâdık” bir ferd olduğunu hayatından örneklerle anlatmıştır.

Buna dâir bildiğimiz en önemli örnek kızı Râşide Hanım’ı Cumhuriyet’in ilân edildiği 29 Ekim 1923’te Ankara Hükümeti’nin atadığı El‛azîz Müdde-i Umûmîsi Mehmed Şefik Bey [Turhan] ile evlendirmesidir.92 Devrin El‛azîz matbuâtını incelediğimizde de Cumhuriyet’in ilân yıldönümünün resmî olarak ilk kutlandığı 1925 yılında Kemâleddin Efendi’nin El‛azîz’de vilâyet müftüsü sıfatıyla devlet erkânının ve halkın huzurunda yüksek sesle Cumhuriyet’in yükselmesi ve gelişmesi için Türkçe duâ ettiğini ve hâzirunun bu duâya coşkulu âminlerle iştirâk ettiğini görürüz.93 Ne var ki bütün bu karîneler onun Cumhuriyet’in ve inkılâpların muârızı olarak ithâm edilmesini engelleyememiş, tutuklanarak yargılanmaktan ve ceza almaktan onu kurtaramamıştır.

Şark İstiklâl Mahkemesinde Bir Müftü: Kemâleddin Efendi Millî Mücâdele esnâsında millî menfaatler aleyhine çalışanları ve bozgunculuk yapanları Hıyânet-i Vataniyye Kanunu gereği yargılama amacıyla ilk olarak 1339/1920’de kurulan İstiklâl Mahkemeleri -Ankara’daki hâriç olmak üzere- iki defa kapatılmış, Cumhuriyet’in ilânına gelen ağır tepkiler üzerine 1342/1923’te yeniden açılmıştı.

1342/1924’te hilâfetin ilgâsı ile alevlenen huzursuzluklar 19 Recep 1343/ 13 Şubat 1925’te zaten karışık olan doğuda Şeyh Saîd isyanının patlak vermesine yol açtı. Bunun üzerine önce aralarında El‛azîz, Diyarbekir, Erzurum’un da olduğu doğudaki 13 vilâyette idâre-i örfiyye (sıkı yönetim) ilan edildi (30 Recep 1343/ 24 Şubat 1925). 8 Şa‛bân 1343/ 4 Mart 1925’te de Takrîr-i Sükûn Kanunu çıkarıldı ve Ankara ile birlikte İsyan Bölgesi (Şark) İstiklâl Mahkemesi kuruldu.

18 Ramazân 1343/ 12 Nisan 1925’te Diyarbakır’da göreve başlayan Şark İstiklâl Mahkemesi heyeti Şeyh Saîd ve arkadaşlarını 3 Zilka‛de 1343 - 6 Zilhicce 1343/ 26 Mayıs 1925 - 28 Haziran 1925 tarihlerinde yargılayarak 4 Zilhicce/ 29 Haziran’da idam etti.94 Mahkeme üyeleri Diyarbekir’deki infazdan sonra başta El‛azîz olmak üzere Urfa ve Malatya’yı da dolaşmışlar, isyanla doğrudan yahut dolaylı bir şekilde alâkası olduğu iddia edilen kişilerin yanısıra Takrîr-i Sükûn Kanunu’na muhâlefet ettiklerini düşündükleri şahısları da yargılamışlardı. Bu mahkemenin yargıladıkları kişiler arasında fes giyenler, Kürt Teâli Cemiyeti’ne üye olanlar, rüşvet alanlar/ verenler, asker kaçakları, firâra göz yumanlar, görevi kötüye kullananlar vs. de bulunmaktaydı. Şark İstiklâl Mahkemesi kapatıldığı 3 Ramazân 1345/ 7 Mart 1927’ye kadarki iki yıllık görev diliminde toplam 86 dava açmış, 956 dosya kapsamında 5000’den fazla kişiyi yargılamış, bunların 435’ini idâma mahkûm etmiş, 1911’ine çeşitli cezalar vermiş, 96 kişiyi isyan bölgesi dışına sürgün etmiş, 2663’ünü ise beraat ettirmiştir.95 İşte bu süreçte yargılanıp sürgün cezası alan 96 kişiden biri de Mehmed Kemâleddin Efendi’dir.

Atatürk’e İzmir’de yapılması planlanan suikast girişimini (14 Haziran 1926) takip eden günlerde Kemâleddin Efendi’nin Ankara’da hem Ticâret Vekâleti Muhâsebe Kalemi’nde memurluk yapan hem de Hukuk Mektebi’nde tahsilini sürdüren büyük oğlu Ömer Naîmî Efendi ile orada Adliye Vekâleti Zât İşleri Sicil Kalemi memurlarından olan küçük oğlu Abdülhamid Efendi’nin birlikte kaldıkları eve -muhtemelen bir ihbâr sebebiyle- Ankara İstiklâl Mahkemesi’nin emriyle baskın yapılır ve evlerinde “câlib-i dikkat bazı evrâk-ı muzırra” tespit edilir.

Her iki kardeş için tutuklama kararı çıkarılır. Abdülhamid Efendi hemen tutuklanır. Ömer Naîmî Efendi ise o sıralar izinli olarak El‛azîz’de olduğu için tutuklama emri El‛azîz’e bildirilir. Ömer Naîmî Efendi El‛azîz’de babasıyla birlikte kaldığından Kemâleddin Efendi’nin konağına baskın yapılır. Konakta Abdülhamid Efendi’nin İzmir suikast girişiminin hemen ertesinde babasına gönderdiği bir mektup bulunur. Mektupta “Keklik uçtu.” cümlesi yer almaktadır. Yetkililer bu cümlenin bir şifre barındırdığı, “keklik”ten maksadın Atatürk olduğu kanaatine varırlar. Ayrıca Kemâleddin Efendi’nin evrâkı arasında mevcut idâreden memnuniyetsizliği vurgulayan, “hükûmet-i milliyenin meşrûiyyet ve teşekkülüne muhâlefeti ve makām-ı hilâfete sadâkat ve merbûtiyyeti” ihtivâ eden yazılar, çocuklarına gönderdiği mektuplarda kayıtlı bulunan hilâfet ve şerîatin ilgâsını tenkid eden “te’sîri hâvî” bir manzûme ile şapka takmak başta olmak üzere “teceddüd aleyhine” kaleme alınmış evrâk tespit edilir.

Şark İstiklâl Mahkemesi savcılığının kararıyla bütün bu “suç malzemeleri”ne el konularak Ömer Naîmî Efendi’yle birlikte esas fâil ve mes’ûl Kemâleddin Efendi de tutuklanır. Ankara İstiklâl Mahkemesi tutuklu Abdülhamid Efendi’yi El‛azîz’e göndererek “dâvânın âidiyeti cihetiyle” yargılamayı Şark İstiklâl Mahkemesi’ne tevdî eder. Kemâleddin Efendi Diyânet İşleri Başkanlığı’na gönderdiği 20 Eylül 1926 tarihli dilekçede bu süreci “İkinci mahdûm-ı bendelerinin mektubundaki bir fıkra üzerine Sansürce iştibâh hâsıl olmağla bi’l-mürâcaa Şark İstiklâl Mahkemesi tarafından muhâkeme edilerek...” ifadeleriyle özetlemektedir.

Kemâleddin Efendi şehrin önde gelen nüfuzlu kişilerinden olduğu için Harput’taki konağına her gün her çeşit düşünceden ve kademeden onlarca insan girip çıkmaktadır. Esâsen o netâmeli günlerde bu bile idâre-i örfiyye yetkililerinin şüphesini çekmek için kâfi sebeptir.

Şark İstiklâl Mahkemesi 26 Safer 1345/ 04 Eylül 1926 tarihindeki “muhâkeme-i aleniyye” neticesinde Kemâleddin Efendi’yi örfî idâre bölgesi dışında bulunan Samsun’a sürgüne göndererek sıkıyönetimin devamı müddetince orada ikāmete mahkûm eder.

Kemâleddin Efendi’nin Hükûmet aleyhindeki bir partiyi yahut siyâsi grubu desteklemediğini, Cumhuriyet’e sâdık bir insan olduğunu çeşitli misallerle anlattığı müdâfaanâmesi onu hapisten ve idamdan kurtarmışsa da berâat ettirememiş ve sürgünden kurtaramamıştır.

Mahkeme Kemâleddin Efendi’nin kendisi gibi ilmiyeden olan oğlu Ömer Naîmî’yi de sıkıyönetim bölgesi dışında ikāmete mahkûm eder. Ancak onun Ankara’da hukuk okuduğunu göz önünde bulundurarak tahsilini rahat bir şekilde devam ettirebilmesi için Ankara’da mecbûrî ikāmetini kararlaştırır. Kemâleddin Efendi’nin evinde yapılan aramada çeşitli silahlar da bulunmuş, fakat bunlara -av yahut müdâfaa amaçlı kayıtlı silahlar olarak kabul edildiğinden olsa gerek- yalnızca el konulmuş, isyanla veya Cumhuriyet aleyhine bir tavırla ilişkilendirilip Kemâleddin Efendi hakkında ayrıca yargılama yapılmamıştır.

Kemâleddin Efendi’nin 25 Teşrîn-i Evvel (Ekim) 1927 tarihinde Samsun’da yazdığı bir şiirine “El‛azîz Vilâyeti Merkez Müftîsi” kaydını düşerek imzâ atması hem kendi ma‛zûliyetini hem de Mustafa Kemâl Efendi’nin müftülüğe tayinini kabullenemediğini göstermektedir.

Kemâleddin Efendi’nin Samsun’daki Sürgün Günleri Kemâleddin Efendi’nin bir buçuk yıl kadar kaldığı Samsun’daki sıkıntılı günleri hakkında yeterli bilgimiz bulunmamaktadır.

Ancak beraberinde götürdüğü deftere yazdığı beyitler ve kısa bir manzûmesi onun oradaki durumu hakkında bize bazı ipuçları vermektedir. Kemâleddin Efendi söz konusu manzûmede hayatını karartan kişinin Kâmil adında birisi olduğunu belirtmekte ve “Hangi kabahati işledim de darılttım seni ki beni derya kenârına kadar sürdün?” diyerek sitem etmektedir:

Kâmil oldu sebeb-i mahv-i Kemâl İstemiş böyle demek Rabb-ı Celâl

Hangi cürmümdü ki darıtdı seni Sâhil-i bahre kadar atdı beni

Etdi âlemlere rüsvâ beni Hak Bu da bir cilve-i Hak’dır mutlak

Tevbe etdim sana yâ Rab tevbe Yeter oldu bana mesken kulübe

Kemâleddin Efendi daha önce hiç gitmediği Samsun’da, tanımadığı insanlar arasında ikāmete mahkûm edilmesine rağmen kısa sürede Samsunlu ulemâ tarafından benimsenmiş, orada da azamî hürmet görmüştür. O, Samsun’da kendini halktan tecrid etmemiş, namazlarını câmilerde cemaatle kılmaya özen göstererek onlarla kaynaşmayı arzulamıştır.

7 Mart 1927’de Şark İstiklâl Mahkemesi ilgâ edilip 23 Aralık 1927’de de Şark’ta İdâre-i Örfiyye kaldırılınca Kemâleddin Efendi’nin cezası düşmüştür.

Ancak Takrîr-i Sükûn Kanunu’nun yürürlükte olması sebebiyle hem sürgünü hem de memuriyetinin devamı tartışılmış ve nihâyet mahkeme kararındaki “idâre-i örfiyye devamı müddetince” ibâresi gereği sürgünden dönmesine, azledildiği müftülüğe ise dönemeyeceğine, yeni bir resmî vazifeye de atanamayacağına karar verilmiştir.

Kemâleddin Efendi bir buçuk yıl kadar süren sürgünden sonra 1928’in başlarında Harput’a dönebilmiştir.

Bu bir buçuk yıllık zaman diliminde müftülükle birlikte dersiâmlık ve müderrislik vazifesine de son verilen Kemâleddin Efendi’nin mütevellisinde bulunduğu vakıflarla irtibatı koparılmış, köylerdeki arazileri dağıtılmış, gelirlerine, tahsisat ve maaşlarına el konulmuştur. Uzun yıllardır hocalığını yaptığı Kâmil Paşa Medresesi’nden aldığı âidat medreseler kapatıldığından kesilmiş, medrese binası da İl Özel İdâresi tarafından satılarak yıkılmıştır. Başına gelen bu felâket sebebiyle elde avuçta ne varsa eridiği için Samsun’da maddeten de sıkıntıya düşmüş, yazmaları arasında bulduğumuz 20 Nisan 1928 tarihli “Tevdî‛ İlm ü Haberi”nden (havâle makbuzu) anlaşıldığına göre orada komisyoncu Yılancızâde Şükrü Bey’den 30 lira borç almış ve Harput’a döner dönmez bu parayı tedârik ederek ona göndermiştir.

Kemâleddin Efendi gerek Samsun’dayken gerek döndükten sonra memuriyetinin yanmaması için yoğun çaba harcamış, yeniden vazife alma imkânı kalmayınca emeklilik dilekçesi vermiş ve yukarıda da bahsedildiği üzere 10 Mayıs 1928’den itibaren vefâtına kadar 9 lira gibi düşük bir maaşla geçinmek zorunda kalmıştır.

Kaynak; Bütünşehir Dergisi Sayı 17

 

adminadmin