Kültür
Giriş Tarihi : 13-05-2018 12:00   Güncelleme : 13-05-2018 12:52

Kedi ile Görüşme

Kedi ile Görüşme

Beni, onunla görüşmeden önce uyarmışlardı. Herhangi biriyle yapacağım bir görüşmeden farklı olacağını zaten tahmin ediyordum. Fakat yakın çevremden, onun herhangi bir kediden farklı olduğuna dair ziyadesiyle uyarı almıştım.

Onunla görüşeceğimi duyan herkes onu tanısın tanımasın bütün duydukları rivayetleri bana aktararak güya beni hazırlıyorlardı. Dediklerine göre çok şımarıktı, bir başkası insanlara karşı çok kibirli olduğundan bahsediyordu. Tembel ve şişko bir tüy yumağından başka bir şey olmadığını söyleyenler de vardı.

Kaldığı konağın bahçesinden girdiğimde şaştım. Zenginliğine dair birçok haber duymuşluğum vardı. Fakat bir kedi için bu kadarını beklemiyordum. İnsanların birçoğunun böyle iki katlı devasa bir konağa yıllar boyu çalışsa bile sahib olamadığı aşikârdı. Fakat o, şöhret olmasının bütün avantajını iyi değerlendirebilecek bir zekâya sahib olduğunu gösteriyordu. Beni kapıda bir hizmetçi karşıladı. Kapıyı açarken güler yüzlüydü. Ben ise gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Kedi emrinde çalışan bir insan ne kadar tuhaf bir şeydi. Fakat dünyada insanların yaptığı tuhaflıkları sayarsak bu son derece sıradan bir şey sayılmalı.

Konaktan içeri girince ilk dikkatimi çeken şey, son derece itina ile yerleştirilmiş olan mobilya ve eşyalar oldu. Birbirine son derece uyumlu olan bu eşyaların üzerlerinde hiç de bir kedi tarafından seçilemeyecek uyumda biblolar ve gümüşten antika kâseler vardı. Bir kedi bu kadar zevk ve bilgi sahibi olamazdı. Yoksa olabilir miydi? Beni büyük salona aldıklarında hâlâ etrafımdaki eşyaları inceliyordum. İnce işlemeleriyle bu büyük salona uyum sağlamaya çalışan koltuklardan birine oturdum ve o ânda nihayet uyumsuz bir şey yakaladım! Yerler bu salona veya evin bütününe hiç de uymayacak son derece rüküş bir halı ile kaplıydı. Bu bembeyaz uzun tüylü halı tam bir kedi seçimiydi. Bu kadar ince eşya seçiminin arasında böylesine bir tezadı ancak bir kedi yapabilir diye düşünüyordum ki, karşı koltuktaki varlığı görmemle irkildim. Patilerini öne doğru uzatmış, herhangi bir kedi gibi oturan ev sahibi, bana diktiği gözleriyle dikkatle beni inceliyordu. Birden incelediğim eşyanın aynı durumuna düşmüştüm. Kedinin griye çalan uzun tüyleri vardı. Boynunun etrafındaki tüyler biraz daha uzundu. Ve bu sayede başı asaletli bir görünüşe sahibdi. “Miv!” dedi, incecik. “Merhaba!” dedim, ister istemez.

“Bu, dedi az önceki ile alakasız kalın bir sesle, bizim selamlama sesimizdir. Aynı zamanda varlığımızdan haberdar ederiz.”

Bir patisini diğerinin üzerine atarak devam etti.

“Hoş geldiniz. Kolay kolay kimse ile görüşmediğimi duymuşsunuzdur. Fakat sizin birkaç yazınızı ve röportajınızı okumuştum Miftah Bey. Diğer gazetecilerden ayrılan bir yönünüz var. Daha hassas biri olduğunuzu düşünüyor ve hadiseleri süzerken daha dikkatli davrandığınızı düşünüyorum. Ümid ederim yanılmam.”

Dikkatle onu dinlememe rağmen küçük ayrıntılarda takılıp kalma takıntım yüzünden o ân sehpanın üzerindeki pati izine bakıyordum ve bakışlarımı oradan alamıyordum. Pati sehpanın üzerindeki toza itina ile değdirilmişti. Tek bir pati izi vardı, ama niçin? Benim dikkatimi sehpaya yöneltmiş olmam, onun da dikkatini çekmiş olacak ki;

“İnsanlar bir kedi olunca bazı şeyleri göremeyeceğinizi zannediyorlar. Oysa bir kedinin en büyük kabiliyeti, dikkatidir. Irki özelliklerini kaybetmiş bir kedide bile bu kaybolmaz; parmak izi gibidir. Yoksa yaşayamaz. Hizmetliler benim silinmeyen yerleri, düzeltilmeyen eşyaları fark edemeyeceğimi zannediyorlar. Tek bir iz bırakıyor ve daha göze batar hâle getiriyorum. Onları bu şekilde uyarıyorum.”

Ne kadar düzgün bir eda ile konuşuyordu. Kalın sesine rağmen yumuşak tüyleri gibi kulakları hiç rahatsız etmeyen bir tonla konuşuyordu.

Bu kadar uyarının ardından nereden başlayacağımı bilemedim. Onun yerine düşünüyormuş gibi, rüküş halının uzun tüylerine bakmaya başladım. Muhatabımı rahatsız etmeden konuşturmalıydım. Ama nasıl?

“Yumuşak şeylere basmayı severim.”

“Anlayamadım!”

“Halı. Deminden beri halıya bakıyorsunuz. Biz her ne kadar sokaklarda her türlü zeminde geziyor olsak da, imkânımız olsaydı böyle bir şeyi tercih etmezdik.”

Onu birdenbire bir şömine önünde mindere kıvrılmış olarak hayal ettim. Ne kadar da yakışıyordu bu durum ona.

“Ben, dedim çekinerek, nereden başlayacağımı düşünüyordum sadece.”

“Ah, hayat hikâyem. Evet, yormayayım o zaman sizi. Her şey bir zamanlar sahibim olan merhumun bütün bunları bana bırakması ile başladı. Bu gördüğünüz her şey onundu. Hiç evlenmemiş ve yakın akrabası yoktu. Beni onun ölümünden daha fazla üzen şey arkasından söylenenler oldu.”

“Ama arkasından kim konuşabilir? Yakını yok demiştiniz.”

“Evet, hiç yakını yok, diyebilirim. Fakat bir kediye bütün servetini bırakan bir adam hakkında herkes konuşur. Siz insanlar çok tuhafsınız. Bunu sahibimin ölümüyle daha iyi anladım. Sahibim, servetini bana bıraktığı için “aptal” ilân edildi. Fakat onun servetini gayet iyi yönettiğim ve işlettiğim için servetini böyle bir kediye bırakan adamın ne kadar zeki olabileceğinden dem vurmaya başladılar. O ilk günler onun için söylenenler beni  o kadar üzmüştü ki, bütün ısrarlara rağmen hiçbir gazeteci ile görüşmedim. Siz insanların hakikaten para ile çok tuhaf bir ilişkiniz var. Kusura bakmayın ama neredeyse aptalca!” dedi ve pembecik dilini göstererek uzun uzun esnedi.

“Bunu biraz açabilir misiniz?”

“Mesela sizin için para ne ifade eder Miftah Bey?”

“Bir mübadele aracı.”

“Ve bunun dışında her şey! Öyle  değil mi? Bir altın, gümüş veya kağıt parçasının siz ona bir değer atfetmeden ne gibi bir değeri olabilir? İlk önce ona bir kıymet veriyor sonra da onun esiri oluyorsunuz. Anlıyorum, mübadele için bir şeylere ihtiyacınız var, fakat kölesi olacak kadar alçalmamak lazım. Şimdi para bende ve emrimde insanlar çalışıyor. Sadece bu konakla sınırlı değil, biliyorsunuz Kedi Kahve ve Kedi markası ile işletmelerim var. Sizce elimde para olmasaydı benim emrimde çalışır mıydı insanlar? Tuhaf bir durum değil mi?”

“İnsanların bu durumda olması yeni bir şey değil. Fakat bir kedinin de insan gibi davranması ve yaşaması da tuhaf değil mi?”

“Benim durumum bir istisna ancak, dünya üzerinde şu kadar insan hayvanları taklid ediyor, hayvanlara ait hususiyetleri sıfat olarak kendilerine yakıştırıyorlar… Buna ne dersiniz? Birini överken aslan, birine söverken köpek, birini severken kuzu oluyorsunuz. İnsanlar hayvanları sadece dillerinde değil, aynı zamanda yaşayışlarında da taklid etmeye başladılar. Dünyadan haberleri takib ediyorsunuz, değil mi? Bu birebir taklid olduğu gibi, insanların hayvanlara yakıştırdığı vahşilikle alakalı her şeyi kendileri yapmıyorlar mı?”

Doğrusu birkaç kelime ile karşılık vermek isterdim, fakat benim buraya geliş gayeme ters bir durum ortaya çıkacaktı. Ayrıca onu bu meselede haklı görmüyor değildim. Kendine ne kadar da hâkimdi. Daha önce sahibi her kimse onu iyi yetiştirmiş veya ona iyi örnek olmuştu. Bütün bu serveti üç seneye yakın bir zamandır yönetiyor, bununla da kalmayarak serveti farklı sahalarda kullanarak arttırıyordu.

“Bugün bütün bu serveti ve emrinizde çalışan insanları sevk ve idare etmeyi nasıl beceriyorsunuz? Bu gerçekten alakaya şayan bir durum. İnsanların en çok merak ettikleri şey bu olmalı.”

“En az merak ettikleri şeyin bu olduğunu söyleyebilirim. Buraya belki yüzlerce gazeteci geldi, bana ulaşamayınca duvarların arkasından bağırarak sordukları şey neydi, biliyor musunuz? Sabah ve akşam yemeklerinde ne yediğim, bir kedi olduğum halde akşamları kedigiller ailesinden bir kaplanın postuna uzanarak uyuduğum söylentilerinin doğru olup olmadığıydı. Sorunuza gelince her insanın yapması gereken şeyi yaptım; sadece insanları takip ettim! Evet bu kadar basit. İnsanlar kendilerinde olmayan ama arzuladıkları şeyler için kendilerinden daha başarılı insanları takib etseler ve azimlerini bu yönde kullansalar onlar için başarmak kolaylaşacaktır. Daha önce en mühim özelliğimizin “dikkat” olduğunu söylemiş miydim? Dikkat, insanı veya bir hayvanı birçok şeyde diri tutar, hayatta kalmasını sağlar. Fakat insanlar önce izafi değerleri olan şeylerin ve onları kısa yoldan elde etmenin peşinde koşuyorlar. Elde ettiklerinde de sapıtmaktan başka bir şey yapmıyorlar.”

Neredeyse buraya geldiğime pişman olacaktım. Bir kediden insanların kusurlarını duymak, ne kadar üstüme alınmasam da, beni rahatsız etmişti. Dikkatini başka tarafa çekmeliydim ama marifeti zaten dikkat olan birine yani kediye  bunu nasıl yapabilirdim. Bu tip sorulardan bıkmış olacağını da bilerek her zaman aklıma takılan şeyi sordum:

“Derler ki, insanların kedileri olmaz, kediler sahiblerini bulur, bu doğru mu?”

O kadar manidar bir şekilde gülümsedi ki cevabımı almış gibiydim. Sadece şu kadar söyledi:

“Ah, insanlar…”

Zeynel Abidin Danalıoğlu

Aylık Dergisi 162. Sayı

adminadmin