Kültür
Giriş Tarihi : 05-05-2019 12:30   Güncelleme : 04-05-2019 15:38

“Kendini Arayan İnsan” Üzerine

Akıl parça parça hakikat karşısında çaresizdir. Zeka ise “mutlak hakikat”i arama peşindedir. Çünkü zeka keyfiyete dalmak ister, keyfiyet sonsuzluktur ve insan daima sonsuzu sezer, onu özler. Kemiyetten bunalır ve ürker. Zeka ancak mutlak bir’i arar. Akıl ise izafi bir’in peşindedir.

“Kendini Arayan İnsan” Üzerine

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu'nun cezaevindeyken İbda bağlılarına "Kendini Arayan İnsan var mı?" sorusuna kimseden cevap gelmeyince "Kendini arayan insan yok mu? demiş. Bu kıssayı dinlediğim zaman Seyyit Ahmet Arvasi'nin Kendini Arayan İnsan eserini okumaya karar verdim. Eseri bitirdiğimde yer yer Üstad Necip Fazıl'ı yer yer Mirzabeyoğlu'nun üslubunu buldum. Bilgeoğuz Yayınları’ndan çıkan ve 183 sayfa olan serde Arvasi, maddenin manaya tahakküm edilişini misalleriyle gösterirken mananın maddeyi altüst edişini de gözler önüne seriyor. Eserin en başında insan ile heykeli konuşturuyor Arvasi. Yani manayla maddeyi savaştırıyor. Diyalog halindeyken insan heykele yenilir gibi oluyor, onun cazibesine kapılıyor. Bir an söylediklerini haklı buluyor. Hatta insan, “Söylediklerin aklıma yatıyor” deyince, heykel, “Sen aklı da bizden öğrendin. Akıl, eşya düzenindeki ilişkilerin, bizim mahşerimizin ifadesidir” diyor. Heykel, bir madde olarak aklın da eşyaya bağlı oluşunu belirtiyor. Yani akıl eşyaya tahdit ile bağlıdır ve eşyadan hariç tahayyülünü aşamaz.

Heykel, insanı kendi kıskacına alacak ve onu dar bir çerçeveye hapsedecek, şuurunu bağlayacak şu cümleyi kuruyor: “Aklın hudutları içinde kaldıkça, benden başkası değilsin…”

Bu sefer insan kendini sorgulamaya başlıyor. Aklın objektif olduğunu, eşya ilişkilerinden ibaret olduğunu ve eşyaya köle olduğunu düşünür. Ardından çıkmazda kalan insan “O halde aklı aşmalıyım” diyor kendisine.

Heykel bu sefer insanın objektif tarafını çelmeye çalışıyor. Aklın ötesindekileri insan zaafı olarak telakki ediyor fakat maddenin ötesinde insanlık (“insan”ı sahip olduğu ruh cephesiyle düşününüz) olduğunu da itiraf ediyor. İnsan, heykelin sözlerine karşın maddede olmayıp insanda var olan bir iç aydınlık olduğunu, bilmenin çilesinin insanda olduğunu, insanın dışında tüm canlı ve cansızların maddeye boyun eğdiğini söylüyor ve ekliyor: “İnsan materyalist olmakla kendini alçaltır.”

Heykel yenildiğini anlayınca silahlarını tamamen ortaya dökmeye başlıyor. Kendisini madde, heykel, müsbet ilim, determinizm, mekanizm ve objektiflikle savunacağını belirtiyor.

Arvasi; madde ile mananın bu şekilde verdiği savaşı gösterirken, birbirlerine muhtaç oluşlarını da söylüyor. İnsan manaya erebilmesi için maddeyi kullanmak zorundadır. Madde ise kendini, insanın özlem duyduğu şeye ulaşabileceği bir basamak olarak kullandırttığı sürece vardır.

***

Bir meseleyi daha anlaşılabilir kılabilmek için ilk önce bahsedeceği kavramları ele alan Arvasi, “Bilgi ve İntibak” başlıklı bölümünde “hayat, zeka, akıl, hakikat” gibi kelimelerin manalarına iniyor ve bu kelimeleri hangi kavramlar üzerinden düşünüleceğini de belirtiyor. Bu bölümde insanın tekâmül içinde var olabildiğini, intibaklaşmanın insanın ölümü olduğunu söylüyor Arvasi. Hayat dediğimiz varlık da insanın devamlı var olabilmesi ve devamlı kendini yenileyebilmesi için canlılık gösterir ve insana hizmet eder. Fakat insan, kendine hizmet etmekte olan hayatı sırtına alarak ona hizmet etmeyi tercih eder. Halbuki insan devamlı tekâmül halindeyken de duyduğu hasretin özlemi içindedir. Mirzabeyoğlu da bu özlemin içinde “Allah’ı arama gayesi”nin olduğunu belirtir. Arvasi için eşya insanda donuktur, hayat ise yenilemedir. Çünkü hayatın ötesinde ruh vardır ve ruh sonsuzdur. İnsan kendini tarif ederken eşyaya dayandırarak tarif eder. Halbuki, insan uçsuz bucaksız bir varlıktır ve aklın kendisine sığdırdığı objektif duyuların katbekat ilerisindedir. Arvasi, maddeyi akılla şekillendirirken, manayı da zeka ile şekillendirir.  Arvasi’ye göre zeka; hayata bakışımızın ta kendisidir. Tüm ölçülerimiz, hislerimiz, sezgilerimiz onun yardımıyla olur. Hayatın realitesini onunla tanırsınız. Yetersizliğimiz karşısında bizi toplayan bir araç vazifesi görür. Zekanın intibaka karşı oluşu bir yana her an değişimdedir. Bu yüzden zeka, akıldan öndedir. Akıl insanı maddeye sürüklerken, zeka manaya yöneltir. Arvasi, aklın objektif duyular üzerine kurulu olduğunu söyler.

Zeka ile aklın karşılaştırılmasında Arvasi, aklın somut idrakler ile katmanlaşmış olduğunu, aklın katılaşmayı temsil ettiğini, zekanın ise orijinalliği temsil ettiğini belirtir.

Arvasi eserinde hayat, akıl ve zeka üzerine yaptığı tahlillerden sonra hakikat kavramını ele alıyor ve sorguluyor. Hakikati şöyle tanımlıyor: “Bize kendini tasdik ettirmek isteyen bir gerçeklik her an bizi içimizden ve dışımızdan uyarmaktadır. Bütün varlığın bağrından taşan ve bütün varlık tezahürlerini aşan, bu arada her varlık gibi bizi de uyaran bir vakıaya ‘hakikat’ diyoruz.”

Mutlak hakikatin de bizzat mutlak varlık olduğunu söyleyen Arvasi, onun da duyularla elde edilemeyeceğini hatırlatır. Hakikat insanların zihinlerinde derece derece ve çeşit çeşit farklılıklar arzeder. Toplum, kültür, din, yetişme usulü gibi insanı şekillendiren durumlar neticesinde insan hakikati bir arada göremez ve bulamaz. Akıl da buna izin vermez. Arvasi, insan zihnine hakim zihnî prensiplerin hakikati insana göre şekillendirdiğini ve parçalara ayrıldığını söyler. Akıl parça parça hakikat karşısında çaresizdir. Zeka ise “mutlak hakikat”i arama peşindedir. Çünkü zeka keyfiyete dalmak ister, keyfiyet sonsuzluktur ve insan daima sonsuzu sezer, onu özler. Kemiyetten bunalır ve ürker. Zeka ancak mutlak bir’i arar. Akıl ise izafi bir’in peşindedir.

Devamı gelecek.

M. Taha İNCİ

Aylık Dergisi 175. Sayı

adminadmin