Siyaset
Giriş Tarihi : 11-04-2017 09:08   Güncelleme : 11-04-2017 09:08

Mehmet Uçum: Halk Cumhurbaşkanı’nı seçerek Doğrudan Hükümet Kuruyor

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi konusunda Diriliş Postası’na açıklamalarda bulundu.

Mehmet Uçum: Halk Cumhurbaşkanı’nı seçerek Doğrudan Hükümet Kuruyor

Cumhurbaşkanı’na çok fazla yetki verilmiyor. Önerilen modelde Cumhurbaşkanlığı pozisyonu, hükümet olarak tanımlanıyor artık. Mevcutta hükümet dediğinizde Cumhurbaşkanı-Bakanlar Kurulu ve Başbakan’dan oluşan bir bütünden söz ediyoruz. Oysa önerilen modelde halk, Cumhurbaşkanı’nı doğrudan seçerek hükümeti kuruyor. Cumhurbaşkanı da kendi ekibini oluşturarak hükümet faaliyeti yapıyor.

Cumhurbaşkanı’na çok mu yetki veriliyor? Veriliyorsa eğer; bunun temel amacı nedir?
Birincisi; Cumhurbaşkanı’na çok fazla yetki verilmiyor. Önerilen modelde Cumhurbaşkanlığı pozisyonu, hükümet olarak tanımlanıyor artık. Mevcutta hükümet dediğinizde Cumhurbaşkanı-Bakanlar Kurulu ve Başbakan’dan oluşan bir bütünden söz ediyoruz. Oysa önerilen modelde halk, Cumhurbaşkanı’nı doğrudan seçerek hükümeti kuruyor. Cumhurbaşkanı da kendi ekibini oluşturarak hükümet faaliyeti yapıyor. Dolayısıyla mevcut hükümetin yetkileri nelerdir? Önerilen modeldeki hükümetin yetkileri nelerdir? Bu açıdan karşılaştırma yapmak lazım. Şimdi mevcut hükümetin yetkileri ile önerilen modeldeki yetkilere baktığınızda hükümetin yetkileri daraltılıyor. Mevcut sistemde; hükümetin kanun tasarısı hazırlama ve Meclis’e sunma yetkisi var ve hükümet, Meclis’in içinde çalışma hakkına sahip. Herhangi bir kanun tasarısının görüşülmesi için Meclis’te mutlaka hükümet temsilcisinin olması gerekir. Oysa önerilen modelde Cumhurbaşkanı’nın bütçe kanunu teklif etmesi dışında hükümetin kanun tasarısı hazırlayıp sunma veya herhangi bir konuda kanun teklif etme yetkisi yok. Yine mevcutta hükümet, olağan koşullarda Meclis’ten yetki kanunu isteyip KHK çıkarabiliyor. Yani mevcut sistemde KHK yetkisi sadece olağanüstü halde yok, olağan halde de hükümet bu yetkiyi alabiliyor. Oysa önerilen modelde hükümetin olağan halde KHK çıkarma yetkisi alma hakkı yok.

“KANUN YAPMA TEKELİ MECLİS’E VERİLİYOR”

Önerilen modelde kanun yapma tekeli tümüyle Meclis’e veriliyor. Bu açıdan baktığımızda, kanunlaştırmada hükümetin yetkileri bütçe kanunu teklif hariç tamamen kaldırılıyor. Aynı zamanda mevcutta Bakanlar Kurulu’nun; kararname, tüzük ve yönetmelik çıkarma yetkisi var. Oysa yeni sistemde hükümet tüzük çıkaramayacak. Cumhurbaşkanı; kararname çıkarabilir, yönetmelik çıkarabilir ama bu kararname yetkisi de belli alanlarla sınırlandırılmış bir yetki olacak. Tüzük tamamen kaldırılıyor.

Bu konuda eleştirilerin toplandığı bir nokta var: “Madem sınırlandırılmış ve yetkileri azaltılmış bir yürütme öngörüyor bu sistem; o zaman Cumhurbaşkanı’nın elindeki “geciktirici veto yetkisi” neden “güçlendirici veto yetkisi”ne evriliyor? Sınırlandırma ve yetki azaltma niyeti neden burada tezahür etmiyor?’’ diye eleştiriler var. Ne diyorsunuz?
Mevcut sistemde Meclis kanun yapma tekeline sahip değil. Sadece AK Parti için düşünmeyelim bunu. Meclis’ten çıkan pati ya da partiler hükümeti açısından düşünürsek; mevcut sistemde kanunlaştırmada hükümetin istemediği hiçbir kanun Meclis’ten geçmiyor. Türkiye’de kabul edilen kanunların yüzde 99’u kanun tasarısıdır. Dolayısıyla önerilen modele baktığımızda artık hükümetin bütçe kanunu dışında kanun teklif etme veya kanun tasarısı sunma veya olağan dönem KHK’sı çıkarma yetkisi yok. Cumhurbaşkanı’nın kararname yetkisi var. Ama Meclis’in de istediği zaman kanun çıkarıp kararnameleri yürürlükten kaldırma yetkisi var. Eğer siz kanunlara ilişkin sadece geciktirici veto yetkisi uygularsanız, Meclis’in özellikle bölünmüş yönetimlerde yani Meclis çoğunluğuyla hükümet çoğunluğunun farklı olduğu durumlarda hükümet etkisiz hale getirilebilir. Kanunlaştırmada vetodan sonra basit çoğunluk geçerli olursa, Meclis’te salt çoğunluğu olmayan partiler dahi hükümeti iş yapamaz hale getirebilir. Bu nedenle hükümet açısından zorlaştırıcı veto önerilmiştir. Buna karşılık Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde Meclis’e üstünlük tanınarak denge ve denetim sağlanmıştır. Ayrıca zorlaştırıcı vetoda yeniden kabul oranı 2/3 olarak değil (ABD’de böyledir), üye tam sayısının salt çoğunluk kabul edilerek Meclis’in hükümete üstünlüğü güçlendirilmiştir.

Cumhurbaşkanı partili olur mu olur. ABD’de veya başka demokrasi ülkelerinde de görüyoruz ki Cumhurbaşkanı’nın partisiyle ilişiği kesilmeyebiliyor. Ama asıl odaklanılması gereken nokta şu: Cumhurbaşkanı’nın partisinin genel başkanı olması durumu insanları tedirgin ediyor. Doğrudan olmasa da; dolaylı olarak kuvvetler ayrılığının ihlaline sebep olabilecek bir durum oluşmasına sebebiyet vermez mi?
Önerilen modelde Cumhurbaşkanı makamı artık hükümet makamı oluyor. Demokratik sistemlerde hükümet olma iddiası siyasete katılımla ortaya konur. Halkın demokratik siyasete katılımının en meşru aracı da siyasi partilerdir. Demokratik sistemin olmazsa olmaz unsurlarıdır; siyasi partiler. Bu nedenle; bir hükümet modeli önerdiğinizde, o hükümet modeli üzerinden siyaset yapacak kişilerin siyasi haklarını kısıtlayamazsınız. Bunu kısıtlamak halkın siyaset yapmasını kısıtlamak olur. Her hükümet, parti esaslı olduğu için partiyle ilişkinin önündeki yasağın kaldırılması lazım. Ama partiyle ilişkinin önündeki yasağın kaldırılması demek; illa ki bir Cumhurbaşkanı adayının ya da sonradan Cumhurbaşkanı olacak kişinin kendi partisine genel başkan olacağı sonucunu doğurmaz. Yani bu sistem zorunlu bir sonuç ortaya koymuyor.

“SİYASETE VE SOSYOLOJİYE ALAN AÇAN BİR MODEL”

Bir Cumhurbaşkanı; kendi partisiyle ilişkisini üyelik seviyesinde tutabilir veya bir başkası genel başkanlık seviyesine kadar çıkarabilir. Bu durumu siyasi dinamikler, partinin sosyolojisi ve demokratik kamuoyunun tepkileri belirler. Dolayısıyla, önerilen model siyasete ve sosyolojiye alan açan bir model. Yani her Cumhurbaşkanı mutlaka genel başkan olacak gibi bir sonuca ulaşamayız. Ama genel başkan olması da ihtimallerden biridir. 
İkinci olarak; önerilen modelde Cumhurbaşkanı’nın halka karşı kendi Meclis çoğunluğunu kontrol altına alma ihtimali azdır. Çünkü mevcut sistemde halk, Meclis’i seçerken önceliği milletvekilleri adaylarının özellikleri değildir; asıl olarak hükümet kuracak çoğunluğu sağlamak üzerine oy veriyor. 
Yani halk, mevcut sistemde Meclis’ten hükümet çıkabilsin diye istemediği adaylara dahi oy vermek zorunda kalabiliyor.
Önerilen sisteme karşı en çok sorulan sorulardan biri de şu: “Bu sistemi getiriyorlar da; niçin daha öncesinde yasa değişikliğine giderek seçim barajını düşürmediler veya seçim sistemini değiştirmediler. İlk önce bunların halledilmesi gerekiyordu ki biz de referandumda tavrımızı ona göre belirleyebilelim. Burada iyi niyet görmüyoruz’’ diye eleştiriler var. Ne diyorsunuz? 
Bu eleştirilere katılmak mümkün değil. Öncelikle AK Parti, hem kuruluşu sırasındaki programında hem de daha sonraki seçim beyannamelerinde defalarca seçim sistemlerinde reform yapılmasını ileri sürdü. Hatta 2013 yılında Sayın Cumhurbaşkanı’mız o zaman Başbakan’ken, seçim sisteminde reform yapalım dedi ve 3 tane öneride bulundu: 1-Mevcut sistem devam edebilir. 2- Daraltılmış bölge kurabiliriz 3- Dar bölge kurabiliriz. Bunu da tüm partilerin tartışması için kamuoyuna açıkladı.

İyi de AK Parti’nin Meclis’teki çoğunluğu yasanın kabul edilmesi için yetiyor. Niçin direkt olarak Meclis’ten geçirmiyor?
Seçim sistemi reformunda sadece bir yasal düzenlemeyle bunu yapamazsınız. “Mümkün olan siyasi mutabakatı” da aramak gerekiyor. AK Parti bunu tek başına yaptığında MHP’nin ya da HDP’nin farklı tutumu olması halinde farklı siyasi komplikasyonlar oluşacaktı. Denecekti ki; “Aslında biz yüzde 10’u geçebilecek durumdayız ama seçim barajı aşağı çekildiği için temsili parçalamak istiyorlar’’. İkincisi; eğer bir mutabakat arayışı olmasaydı, yönetimde istikrar ilkesi riske girecek diye tartışmalar olacaktı. Siyaseti doğrudan etkileyecek yasal düzenlemelerde mümkün olan mutabakatı aramak lazım. Mesela, bu Anayasa değişikliği; MHP’nin yaklaşımı olmasaydı, Meclis’ten geçip bu seviyeye, halkın önüne gelmezdi.

Geçtiğimiz dönemlerde yeni anayasa hazırlama girişimi olmuş ve 4 partinin mutabakata ulaştığı 60 maddeye ulaşılmıştı. O maddeler niçin Anayasa değişikliği metnine eklenmedi? Tüm partilerin mutabık olduğu maddelere kimse itiraz etmezdi sanırım.
15 Temmuz’dan önce de, 1 Kasım’da kurulmaya çalışılan komisyon döneminde de 4 partinin anlaştığı Anayasa maddelerinin Meclis’ten geçmesi için Cumhurbaşkanı’mız çağrı yapmıştı partilere. Ama muhalif partilerde bu çağrıya olumlu bir karşılık gelmedi. Olumlu bir irade ortaya konmadı. 15 Temmuz’dan sonra 3 parti bir araya geldi. Ama o uzlaşmadan sadece 7 madde çıktı. Dikkat edin 60 tane maddenin tamamı çıkmadı. 3 partinin çalışması bittikten sonra, Sayın Bahçeli’nin açıklaması ile birlikte 2 parti çalışmaya başladıklarında o değişiklik masaya konmuşken bu seferde sayın Bahçeli, haklı olarak adım adım değişiklik yapma yaklaşımı geliştirdi. Değişiklik; hükümet modeli ve 3 partinin 15 Temmuz’dan sonra uzlaştığı maddelerle sınırlı kaldı.

Seçilme yaşının 18’e indirilmesiyle birlikte siyasilerin yakın akrabaları veya çocukları Meclis’e sokulacak yaygarası koparılıyor. Hukuki bir dayanağı yok ama bu konuda ne söylemek istersiniz? Seçilme yaşının 18’e indirilmesinin temel amacı nedir? 
Şimdiye kadar ki tecrübeye bakarsak eğer; seçilme yaşının 25’e indirilmesinden sonra, Meclis’e giren genç milletvekillerinin hem sayısı hem de geldikleri sosyal köken itibari ile seçkinlerin değil hep halk çocuklarının Meclis’e girdiklerini görürüz. Bu bir yana bir hakkın tanınması ve teslim edilmesi başka bir şeydir; o hakkın hayata nasıl geçeceği başka bir şeydir. 18-25 yaş arasındaki kategoriye seçilme hakkı verilmiştir. Çünkü demokrasilerde temsil, sadece seçmenin temsili değildir. Demokrasilerde temsil, aynı zamanda sosyal kesimlerin, coğrafi ünitelerin ve meslek gruplarının temsilidir. Mesela; kadınların temsil edilme hakkına itiraz edebilir miyiz? Peki ‘’kadınlar temsil edilsin; ama sadece başı açık kadınlar veya baş örtülüler milletvekili olsun.’’ Buna itiraz etmez miyiz? Ederiz. Peki “engelliler temsil edilsin; ama sadece görme engelliler temsil edilsin.” buna itiraz etmez miyiz? Ederiz. Gençlerin de temsil hakkını kabul ediyor muyuz?. Evet ediyoruz. Peki, gençlerin temsil hakkını kabul edip; “gençlik yaşını 18’de başlatıp, seçilme yaşını 25 yapmak’’ temsil hakkı açısından doğru mudur? Tabii ki doğru değildir.

“18 YAŞ DEMOKRASİ AYIBINDAN KURTULMAKTIR”

Bu, demokrasinin eksiği ve ayıbıdır. Bu bir hakkın kusurlu olarak tanınmasıdır. Dolayısıyla, burada seçilme yaşının 18’e çekilmesi gençlerin temsil hakkının bir gereğidir. Demokrasi ayıbından kurtulmaktır. Demokrasi eksiğini tamamlamaktır. Tabi uygulamada bu hak hayata nasıl geçer? Bunu sosyal, ekonomik ve siyasi koşullar belirler. Kaldı ki dünyanın bütün demokratik sistemlerinde seçilme yaşı, gençlik yaşı ile aynıdır. Avrupa Konseyi’ne üye 51 ülkenin %75’inde seçilme yaşı 18’dir zaten.

adminadmin