Kültür
Giriş Tarihi : 18-06-2017 13:00   Güncelleme : 18-06-2017 13:23

Son çağrı!

​Havaalanında uçağımı bekliyordum. Her şey hayatın olağan akışında ilerliyordu. Derken, o güne dek yüzlerce kez kulağıma ilişmiş olan o sesi duydum.

Son çağrı!

Bu bir son çağrı anonsuydu ama bu kez, sadece benim için söyleniyormuşçasına ruhumun derisini delip geçti ve  içimdeki harabe eve ulaştı. Son çağrı. Şu veya bu şehre yapılacak uçak seferi için son çağrı. Bir serçe cıvıldadı, bir bulut yer değiştirdi, tepelerde bir rüzgar uğuldadı. Bana başka bir şey söyledi o anda, dokunduğu bir yarayı, içindeki iltihabı boşaltmak istercesine derince deşti. Ahiret yurduna yapılacak sefer için son çağrı. Derlenip toparlanabilmen, aldığın nefesin hakkını verebilmen, öteler için azık biriktirebilmen için son çağrı. Bir fırsat daha yok, bir erteleme mevzu bahis değil. Kendin olmak ve kendini bilmek için son çağrı. Sessiz bir odada, lahuti alemlerde gezindiğiniz bir mabette saatin tik taklarının kalbinize çekiç gibi indiği zamanlar vardır. Zaman daralıyor. Vakit erişmek üzere. Kalbini hakikatin ışığına açmak için bir fırsatın daha olmayabilir. Sevgili’nin önünde boyun bükmek için bu ânı sımsıkı yakala. Biricik bir anda, biricik bir nefestesin. Yüzünü bâki olana dön. ‘Yeryüzünde her şey yok olmaktadır; ama Rabbinin yüzü bâkidir’ (Rahman 55:26-27). Ve ‘Allah’ın yüzü dışında her şey helâk olmaktadır’ (Kasas 28:88).  Ezeli ve ebedi olana, ilk ve gerçek olana yönel.

Her an biricik, her nefes biricik, her nefs biricik. Ömründe bir daha Haziran ayında karşılayacağın bir Ramazan’ın olabilecek mi? Hiçbir an tekrarlanamaz. Nasıl denize akıyorsa ırmaklar, hayat da faniliğin hüznüne akıyor. Allah’ın veçhi dışında her şey helâk olucu, sevdiklerimiz ölüyor, seveceklerimiz ölüyor. Günler kuşlar gibi uçup gidiyor. Ölüm hayatın sırrı, Hakk insanın sırrı. Gecenin evreni örttüğü gibi faniliğin ebedi yası iç dünyalarımızı sarıp sarmalıyor. Suretler alemi bitecek bir gün, can ten kafesinden uçacak. Dünyanın sisinin ardından Kaf dağı görünüyor.

Kalbi kırıklar, mahzunlar bitişli bir âlemin ötesine gözlerini dikmiş bekleşmekteler. Hayat ölümü, ölüm hayatı doğuruyor ve her şeyin zeval bulduğu bir alemde güzellik göz kırpıyor. Ölüm olduğu için hayat güzel. Çiçeklenen ağaç ruhumuzu haşyet ve mucizeye açtığı için güzel. Havf ve reca, kevn ve fesad. Varlık bir gerilim hattında kaim. Bu dünyanın solup gideceğini bilmemle güzelliği fark ediyorum. Ruhumda öleceğimin bilgisini gezdirmekle kendimi hayatın imkânlarına açıyorum. Şu dakika ve şu nefeste ölüme doğru yol aldığımın bilincindeyim. Bu bilinçle ‘benden içeru ben’e yöneliyor, bana şah damarımdan yakın olan Allah’ın, içimi ve bütün kainatı aynı ritimlerle sarıp sarmaladığını hissediyorum. İçimde ve dışımda bir kalp atıyor. Canlı ve cansız her şey, devrana dönüyor.

Bir olmakla canlıyım, O’nun tarafından kuşatılmak aldığım her nefesi hissetmemi sağlıyor. Nimeti vereni hissediyorum. Böylece sahtelikler pul pul dökülüyor ve hayatın özüne agâh oluyorum. Kendime ve O’na verdiğim söze beni bağlı kılacak bir sadakatle, dünyanın örtülerinden sıyrılmak istiyorum. Bir sahiciliği arıyorum. ‘Rüyasında zaferler gören birini kim uykusundan uyandırabilir?’ Geçip gitmekte olana dair endişelerim ancak sahicilikle yatışacak. Kendim olmakla, ahdime vefa göstermekle. Varlığın bu mucizevi nefesi, bu biricik ve tekrarlanamaz imkân beni gerçekte olmak istediğim kişi kılıyor. Varlıkla birlik, aşk ile niyaz. Geçip gitmekte olan bu âlem, bu hayat bizi ağlatacak kadar güzel. Giderken ardımızda hatırladığımız bir güzellik kalacak. Bir bakış, bir eda, bir dize, bir ezgi, bir iyilik. Ölümün varlığı hayatı mahmuzluyor. ‘Ben, kalbi kırıklarla beraberim’. Mahzunlar olmasaydı, herkesin verilenle yetindiği, statükoyu sorgusuz kabullendiği bir dünyada yaşıyor olurduk.

Hayat çelişkilerle dolu. Mutluluk için ne kadar çok uğraşırsak o kadar hayal kırıklığına uğruyoruz. Ne kadar çok bilirsek, bazen o kadar az anlıyoruz. Ne kadar farklı olmaya çalışırsak, o kadar aynı kalıyoruz. Kendimizi olduğumuz gibi kabul ettikçe, değişme şansımız artıyor. İnsanlar bizi sevsin diye arzuladıkça, daha az sevilesi oluyoruz. Biri bizi ittikçe onu daha çok arzuluyor, hayata titizlendikçe onu kaybetmekten daha çok korkuyoruz. Öylesine bir dehşet uyandırıyor ki ölüm bizde, hayat enerjimizin önemli bir kısmını onu inkâr etmeye harcıyoruz. Hayatın çıkmaz sokaklarında karşımıza hüsran ve keder çıkıyor. Hayatın bütün veçhelerinin kendi kontrolünde olduğunu düşünen modern insan için ölüm adeta bir anomali. İrade edilemeyen yerde irade gösterme isteği. Sonuç daima hüsran. Sahicilik  Nihai Hakikat’e kul olmak yolunda bir irade göstermektir ancak her şeyi seçemeyeceğimizin bilgisiyle. Bizim için seçilmiş olana rıza göstererek. Evet ‘kader gayrete âşıktır’ ama, son tahlilde ‘tedbirini terk eyle takdir Hüda’nındır’.

Şimdi ufak bir alıştırma yapalım: Doğumunuz ve ölümünüz arasına bir düz çizgi çekin ve hayatınızda şu an bulunduğunuzu düşündüğünüz noktayı, o çizgi üzerinde işaretleyin. Geriye yaslanın, durduğunuz o noktaya bakın ve düşünün. Her nefes, kendini bilmek için bir son çağrı. Şimdi değilse, ne zaman?

Kemal Sayar

http://www.gercekhayat.com.tr

 

Recep YAZGANRecep YAZGAN