Kültür
Giriş Tarihi : 15-07-2018 16:00   Güncelleme : 15-07-2018 10:02

Yeni Nesil Dinler

Yeni Nesil Dinler

Kapitalist modernleşme ve küreselleşmenin artan etkisiyle sosyoekonomik ve kültürel değişimin hızı katlandıkça modern hayatta nükseden sorunları göğüsleyecek hakikat arayışlarında da ciddi artış var. Modernleşmenin yol açtığı sorunlar hayatı sorgulama ve anlamlandırma çabalarını tetikliyor. İnsanoğlu ilk günden bugüne mutlak hakikatin peşinde; onun hakikate olan özlemi hiç dinmedi. Hayatın ve kâinatın sırlarına dair yığınla soru var kafasında. Bu sorular ufak tefek farklarla her nesilde aynıydı, hiç değişmedi, bilakis sürekli yenilendi, tazelendi. 

Bu dediklerimi malumun ilamı kabilinden sayabilirsiniz.

Kapitalist düzenin ‘piyasa mantığı’ insanın anlam ve hakikat arayışlarını sulandırıyor, gevşetiyor, rotasından çıkarıyor. Gerçek talep ve ihtiyaçları tam tatmin etmeden yarım yamalak bırakıyor, zira aslında görünmeyen işlevi de bu. 

Sulu dereye götürüp susuz getirmek!

Derin bir esrar, macera, aldatıcılık ve dolandırıcılığın kucağına terk ediyor bilinçsiz çabaları. Meraklı ve tutkulu arayışların bir kısmını yanlış adreslere teslim ediyor. Bunların da önemli bir kısmı bir yok oluşun, tükenişin zifiri karanlığında nihayet buluyor.

Geleneksel dinlerin ensesinde ‘yeni nesil’ dinler var artık: piyasa dini, serbest pazar dini, sanal din, tekno-din vb. Modern günlük hayatın insan sinirlerini yıpratan harala gürele temposu bu yeni dinimsi yapılar için uygun bir iklim oluşturuyor. Bu iklimde değerler hızla aşınıyor; bencilliğin, hazcılığın potasında eriyip buharlaşıyor. Bunların kitapları, peygamberleri, inanç esasları, ritüelleri, ibadet mekânları gibi bir din için olmazsa olmaz kabilinden unsurları yok! Din kisvesine sarıp sarmalanmış bir dizi nevzuhur icat veya yeni durum da diyebilirsiniz bunlara.

Lakin ortada ciddi bir tehlike var!    

Geleneksel dinlerin insanların soruları karşısında zorlandıkları ve dolayısıyla etkilerini, rollerini yitirmekte olduklarına dair iddialar popüler kültürün de etkisiyle giderek zemin buluyor. Bu iddia sahiplerine göre, geleneksel dinler henüz can çekişmeseler de ekonomik ve siyasi güçlerle iş birliği yapmak yerine, geçmişin önemsiz, modası geçmiş fikirleriyle ve problemleriyle enerjilerini harcıyorlar. Bu hâlleriyle ihtiyacı karşılayamıyorlar, çetin meydan okumalara karşılık veremiyorlar. Özellikle piyasa kapitalizminin saldırgan dönüştürücü gücü karşısında çaresizler. Dolayısıyla, piyasa kapitalizmi bütün zamanların en başarılı dinidir. Zira insanlık tarihindeki gelmiş geçmiş herhangi bir inanç veya değer sisteminden daha fazla taraftar kazanmaktadır. Dünyanın dört bir yanını giderek daha sıkı bağlarla birbirine bağlayan, ilişkileri düzenleyen ilke ve kuralları belirliyor. İnsana dünyevi, seküler kurtuluş vadeden piyasa ekonomisi, öncü kolları bilim ve tüketimcilik ile birlikte geleneksel dinlerin boşluğunu dolduran en iyi alternatiftir! Son zamanlarda alevlenen ateizm ve deizm tartışmalarını bu çerçevede okumanızı öneririm.

Fransız siyasetçi ve yazar Paul Lafarge (ö.1911) daha 1800’lü yılların sonunda bir sermaye dininin varlığından söz eder. Marksist Lafarge, ‘Sermaye Dini’ adıyla kaleme aldığı kitapta bu dinin manifestosunu ilan eder. Size Sermaye Dini'nin kanunlarından birkaç satır aktarayım: “Ben sermayeyim yani dünyanın kralı. Bana yolda yalan, ihtiras, cimrilik, hile ve cinayet eşlik eder. Aileyi parçalar, kente savaş getiririm. Geçtiğim her yere nefret, umutsuzluk, sefalet ve türlü türlü hastalık saçarım (…) İnsanları yöneten ve akıllarını karıştıran Tanrı’yım ben (…) Ticaret ve sanayinin altın ağıyla toplumları birbirine ben bağlarım (...) İnsan ruhunu ne bilim ne erdem ve ne de emek doyurabilir, bunu bir tek ben yapabilirim…” (s. 64 vd.) Usta bir hicivci de olan Lafarge’nin amacı sıkı bir kapitalizm eleştirisi ortaya koymaktır.

Roger Garaudy de hâkim bir din hüviyetine bürünen Pazar/Sermaye tektanrıcılığından bahseder. “Pazar ne zaman toplumsal, kişisel ve ulusal çıkarların tek düzenleyicisi, iktidarın ve hiyerarşilerin tek kaynağı hâline gelirse işte o zaman bir dine dönüşür.” der ve devam eder Garaudy: “Sonrasında düşünce, sanat veya vicdani değerler de dâhil, bütün insani değerler ticari değerler hâline gelir.” (Çöküşün Öncüsü ABD, İst., 2018, s. 28.) Ekonominin icaplarına boyun eğildiğinde, yüceltilmesi gereken insani proje nihayet bulur; işte bu durum, insani boyutundan koparılan ve kötürüm hâle sokulan insanın sonudur. (s. 29.)     

İsviçreli siyaset bilimci Patrick Haenni, ‘Piyasa İslamı’ (Ank. 2014) isimli eserinde, Amerikan işletme kültüründen beslenen İslam anlayışının bütün bir Müslüman coğrafyada giderek zemin bulmaya başladığını söyler. Ona göre bu anlayış, bireyciliği pohpohlarken dinin yasaklarını serbest piyasa şartları ve kitle tüketim kültürü doğrultusunda yeniden yorumlayarak yumuşatmakta, geleneksel dinî ve siyasi yapıları gevşeterek bir manada sosyal devletin altını da oymaktadır.   

Yahudi yazar Yuval Harari, yarınlarda ne olacağına dair birkaç sorunun cevabını aradığı ‘Homo Deus’ adlı eserinde gelecekte tekno-dinlerin borusunun öteceğini iddia eder. Harari’ye göre, serbest piyasa kapitalizminin motor güçleri olan büyük bilişim şirketleri ‘silikon vadisi’ adı verilen merkezlere toplanmış vaziyetteler ve kas gücüne olan ihtiyacı asgari düzeye indirmek için harıl harıl çalışıyorlar. İnsanın ‘güç’ arayışının doruk noktasını sembolize eden silikon vadilerine bakarak Harari, “Biz modern insanlar güç karşılığında anlamdan vazgeçtik.” der. (s. 213.) Ona göre, ölümsüzlük ve mutluluk peşinde koşarak Tanrı'nın yerine geçmeyi hedefleyen insanlık, dört elle sarıldığı hümanizmle kendi sonunu da hazırlamış olacak.

Harari’nin söyledikleri de yabana atılır cinsten değil.

Şu bir gerçek ki, bu merkezlerde teknolojinin sınırları zorlanıyor. XXI. asra yapay zekâ çağı, robot çağı, enformasyon savaşı çağı, uzay çağı, elektronik çağ, dijital çağ, siber çağ, siber-uzay çağı, iletişim ve bilişim çağı şeklinde muhtelif adları koyanlar da bu sınırları zorlayanlar. Çalışan, ter döken, bilgiyi sürekli devşiren, küresel gündemi ve tarihin gidişatını belirlemeyi fazlasıyla hak ediyor.

İslam dünyası olarak, mevcut manzaramız itibarıyla şikâyete hakkımız yok!

Bir de ‘Sanal Din’ gerçekliği var. Dünyanın her yerinden sayısız dinî, mezhebî gelenek, anlayış ve düşünce, binlerce dinî grup ve organizasyon internet ortamından kendini ifade ediyor. Sanal dinler için internet sadece bir iletişim ve bilgilendirme aracı değil, aynı zamanda web sitesi, blog, forum, sosyal medya ve benzeri alanlar üzerinden etkili bir propaganda aracı. Bu sayede, farklı mekân ve coğrafyalarda olsalar da aynı fikir ve inanç etrafında birleşen insanlardan müteşekkil sanal cemaatler türedi.

İnternet sanal din ve sanal cemaat kaynıyor!

Bir zaman diliminden ve fiziksel ortamdan bağımsız bu internet ikliminde sanal cemaatler eliyle yayılan envai çeşit dinî bilgi var ve bunların doğruluğunu test eden, süzgeçten geçiren bir mekanizma yok. DEAŞ gibi sözde Selefi terör örgütleri için de bu ortam etkili bir propaganda aracı konumunda. Her biri faaliyetlerini arayışın en yoğun olduğu bir kitleye hedeflemiş durumda: gençler!       

Buraya kadar söylediklerimizi insanoğlunun anlam ve hakikat arayışının tezahürleri olarak da görebiliriz.

Dünyadaki dinlerin ve ideolojilerin mevcut durumları nedir? XXI. asrın teknolojik buluş ve gelişmelerinin din ve ideoloji üzerindeki muhtemel tesirleri neler olacaktır? Hristiyanlık ve İslam gibi geleneksel dinlerle, liberalizm ve sosyalizm gibi ideolojiler XXI. yüzyılın teknolojik ve ekonomik devrimleri karşısında ayakta kalmayı başarabilecekler mi? Mesela, genetik mühendisliğin ve yapay zekânın dünyasında İslam’ın yeri ne olacak? Sorular can alıcı, bilhassa İslam’ın geleceğine dair olanlar.

Manadan arıtılmış bir evren, bir hayat ve ilişkiler ağında gidişat nereye dersiniz?

Nurettin Topçu, ‘Türkiye’nin Maarif Davası’ adlı eserinde, “Davamız hakikatin kurtarılması, hayatımıza hâkim kılınmasıdır (…) Hakikat tekniğe feda edilmemelidir zira insanlığın değerleriyle yükselebilmesi ancak bu şekilde mümkündür.” diyordu. (İst., 2016, s. 154.) İnsan eşya için feda edildiğinde ortada insan davasının kalmayacağı uyarısını yapan Topçu’ya göre, eşya insanla izah edilecekken, insan eşya ile izah edildi ve böylece insan, kendi kurtuluşunu sağlayacak olan eşyanın esiri oldu, ruh ve fikirlerden soyutlanarak robotlaştı. (Kültür ve Medeniyet, İst., 2017, s. 23 vd.)

İnsan, kendi ayağına sıkmış oldu. İnsanın rönesansı maddeye hükmetmekle başlamıştı, şimdi ise insanı esir alan maddenin rönesansı başladı. Maddenin uçsuz bucaksız labirentlerinde yitmek demek olan bu süreç, aynı zamanda modern insanın hayatındaki aşkın boyutu yitirme sürecinin de başlaması anlamına gelir.

Maddenin esaretinden kurtulma azmi ve çabası insanın geleceğini belirlemede önemli rol oynayacağına göre, Müslümanlar da bundan asla müstağni değiller.

Aksi takdirde, yeni nesil dinlerin eriten, dönüştüren ve yok eden ikliminde onlar da erimeye ve yok olmaya mahkûmlar!

Prof. Adnan Bülent Baloğlu / Diyanet Dergisi

adminadmin