Türkiye
Giriş Tarihi : 04-11-2012 12:15   Güncelleme : 04-11-2012 12:15

Amin Maalouf-Orhan Pamuk meftunu dindarlar

Amin Maalouf ve Orhan Pamuk aynı şartların, çağın, edebi akımların ve problemlerin adamıdır; olay, tarih ve karakterlere aynı şekilde yaklaşırlar ve ilginçtir aynı sonuçlara ulaşırlar.

Amin Maalouf-Orhan Pamuk meftunu dindarlar
 
İkisini de “oryantalisttir” deyip kestirip atamayız. Türkiye’de her ne kadar siyasi ve ahlaki nedenler dolayısıyla Orhan Pamuk’a karşı bir tavır alınmışsa da, Amin Maalouf’a karşı böyle bir refleksten söz edemeyiz. Halen birçok “dindar muhafazakar abi”nin okuma listesinde Semerkant ve Afrikalı Leo başı çekiyor. Günümüz romancıları arasında tavsiye edilen isimlerden biri olmayı başarıyor. Tahminim odur ki Orhan Pamuk bir yabancı olsaydı, Türkiye’de Amin Maalouf’tan daha fazla okunur, tavsiye edilir, önemsenirdi.

Bunları söyleyerek Orhan Pamuk’un dindarlar ve sağcılar tarafından okunmadığını iddia etmiyoruz. Tabii ki Orhan Pamuk’u Türkiye’de her kesimden insan okuyor. Orhan Pamuk’un Türkiye dışında çok okunduğunu sanmıyoruz. Yabancı ülkelerde çok okunması Türkiye’de bir reklam olarak kullanılıyor. Ve bu hususun reklamdan öte bir anlamı olmuyor.

Okunmak başka, benimsenmek çok başka. Nasıl ki Kemal Tahir’i yıllarca solcular satır satır okuyup bir türlü benimseyememişlerse, aynı şekilde Orhan Pamuk’u da Türkiye’de her kesim satır satır okudu fakat küçük bir entelektüel azınlık dışında kimse benimseyemedi. Onun kitaplarının çok satmasında bu yabansılık, yabancılık ve başkalığın etkisi çok.

Maalouf neden sevilir?

Peki “dindar muhafazakar abi”lerin Amin Maalouf’ta buldukları şey neydi? Bunun cevabı çok basit: Birincisi; Amin Maalouf iyi bir yazar. Okuyucusunda merak uyandırabiliyor. Bunu yaparken basite düşmüyor. Belli bir edebi seviyeyi koruyor. Estetik anlayışından hiç ödün vermiyor. Kalitesi, anlatışının kuvveti başlı başına bir cazibe merkezi olmasına yetiyor. İkincisi; Amin Maalouf Semerkant romanıyla gönülleri fethetmişti. Semerkant romanının hiç olmazsa üçte ikisi İran’da geçer. Nizamülmülk, Hasan Sabbah ve Ömer Hayyam anlatılır. Olaylar Selçuklu Devletinin belli bir döneminde cereyan eder. Üçüncüsü; Amin Maalouf kötü niyet taşımaz. Yani düşmanca bir dil geliştirmemiştir. Sözünü ettiği kişiliklere karşı hayranlık besler. Okuyucuların o kişilere hayran olmasını sağlar. Dördüncüsü; Maalouf Selçuklu tarihine karşı okuyucusunda merak uyandırır. Abilerin Amin Maalouf tavsiyelerinde dördüncü faktörün daha etkili olduğunu düşünüyorum.

Hiç yaşamamış masal kahramanları

Fakat şunu bilmek lazım: Romancılar en çok tarihî romanlarında kendilerini ele verirler. Başka bir ifadeyle niyet, düşünce ve duygularını, tarihî romanlarında, en açık ve seçik bir şekilde ortaya koyarlar. Bu yüzden tarihî roman yazmak zordur, tehlikelidir, tartışmalara davetiye çıkarmaktır.

Bir düşünce adamı olmadığı ve ortaya bir tez koyma kaygısı taşımadığı halde tarihî roman yazanlar bu tehlike ve zorluğun farkına vardıkları için, uyanıklık edip ele aldıkları tarih kesitini ve karakterini masalsı bir şekle sokarlar. Amin Maalouf ve Orhan Pamuk böyle yapar. Onlar için Mevlana, Ömer Hayyam, Nizamülmülk birer masal kahramanıdır. Sanki hiç yaşamamış gibidirler. Hayatlarının anlamları, mücadeleleri, acıları ve bunların günümüze ulaşan uzantıları düşünülmez. Bu şekilde aslında anlatılan Mevlana ve Ömer Hayyam olmaktan çıkar. Yaşamamış, olmayan, anlamından soyutlanmış kişilerin neyi tartışılacak?

Orhan Pamuk ve Amin Maalouf masalsı anlatımların yazarıdır. Gerçeği aktarmak gibi bir kaygı taşımazlar. Anlatıları her zaman bireysel kalır. Romanlarına taşıdıkları tarihsel olayları günümüz değerleriyle ölçer biçerler. O olayları kendi tarihî şartları, ortamı içinde değerlendirmezler. Tüm bunların toplandığı nokta romancı yetenekleriyle ilgilidir. Onlar günümüz insanının düşünce, duygu ve hayal dünyasına uygun bir şekilde, tarihî olay ve karakterleri dönüştürürler.
Türk tarihinden Amerikalı ne ister?

İşte bu noktada acı gerçekle karşılaşıyoruz. Biz o karakterlerle ilgili Amin Maalouf ve Orhan Pamuk gibi mi düşünüyoruz? Öyle düşündüğümüz için mi onlar öyle anlatıyor? Yoksa onlar öyle anlattığı için mi öyle düşünmeye başladık? Avrupalı ve Amerikalılar neden Türk tarihi denilince Cengiz Han, Timurlenk, Hasan Sabbah veya Ömer Hayyam’ı öne sürerler? Cengiz Hanla ilgili bir sürü film çekildi. Cengiz Han ve Timurlenk’le ilgili yazılan kitapların kaynakçaları yabancı kitap isimleriyle dolu ve bunlar Türkçeye çevriliyor. Alamut Kalesi hakkında benim bildiğim üç roman ve bir sürü araştırma kitabı var ve hepsi de yabancı isimlerin kaleminden çıkmış. Ve biz hayranlıkla bu filmleri izleyip, bu romanları okuyoruz. Ömer Hayyam veya Cengiz Hanla ilgili kurulacak eleştirel bir cümleye tahammül edemeyecek kadar, yani bu eleştirileri ciddiye almayacak kadar, gençlerin ve okuyan kesimin düşünce dünyasında, bu isimlere karşı bir hayranlık ve sempati oluşmuş durumda. Fakat sorumuz bütün gerçekliğiyle yine de ortada duruyor: Avrupalılar veya Amerikalılar yukarıda saydığımız isimleri rastgele ele almayacaklarına göre neden seçmiş olmalılar? Ve neden bu isimleri anlatan romancılar, olayların siyasi, dinî, ahlakî, içtimaî ve fikrî yönlerini yok edip, yalnızca macera taraflarını anlatmaktalar? Ve neden biz bu romanlara ve filmlere gereğince yaklaşamıyoruz?

Sanmıyorum ki Amin Maalouf ve Orhan Pamuk bir Müslümanın hayatını merak etsin. Ve yine sanmıyorum ki bir Müslüman karakteri/kahramanı anlatırken, onun Müslüman olmasından kaynaklanan fikirlerine ve hareketlerine odaklansın. Örn: Maalouf, Nizamülmülk’ün Müslümanlığından veya siyasetinden değil, Semerkant romanında entrikalarından söz eder. Çünkü Maalouf için Nizamülmülk’ün siyaseti, entrikalar toplamıdır. Bir Avrupalı için bunun böyle olmasından doğal bir şey de yoktur. Maalouf’a göre Selçuklu toplumu Ömer Hayyam’ı bir zındık ve mühlik diye damgalayıp öldürmek ister. Oysa Maalouf, Selçuklu toplumunun din anlayışını, yaşayışını, Sünniliğini ne kadar bilebilir? Asıl soru: Ne kadar bilmek ister? Ama işte Ömer Hayyam’ı linç etmeye çalışan halk onun için anlatılmaya layıktır. Fakat yalnızca linç etme yönü… Maalouf diğer yönleriyle ilgilenme gereği duymaz. Güya halk Ömer Hayyam, Nizamülmülk ve Hasan Sabbah’ı anlamayan, softa ve bağnazlar bütünüdür.

Batı hiç bağnaz olur mu!

Acaba biz de mi öyle görüyoruz? Öyle gördüğümüz için mi Amin Maalouf ve Orhan Pamuk bize cazip geliyor? Ve onları okuduğumuzda hiç bu yönlerine dikkat edemiyoruz? O yüzden mi onların bireysel kalan anlatıları çok hoşumuza gidiyor? Kendi yalnızlığımız içinde bir hayal dünyasına saplanıp kalıyoruz? Onların renkli kahramanlarına çok mu ihtiyaç duyuyoruz? Gerçekten bu kahramanların anlamından ve dünya görüşünden haberdar değil miyiz? Anlamıyor muyuz: Halk onlara göre dahileri ve sanatçıları yaftalar ve boğar. Halktan/toplumdan, özellikle Müslümanlardan korktukları için sürekli marjinal kahramanlarla uğraşırlar. Toplumu ıskalarlar. Mesela Semerkant’ta Ömer Hayyam’ın hiç suçu, günahı ve hatası yoktur. Fakat onun içinde yaşadığı toplum softadır. Ömer Hayyam neden hatasız, toplum neden softa? Amin Maalouf bunları özellikle sormaz.

Neden sormaz? Yoksa kendi bağnazlığı mı ortaya çıkacak diye korkar? Dünyada yalnızca Müslümanlarda mı bağnazlığa rastlanmıştır? Bağnazlık veya softalık sadece toplumları anlatmak için kullanılan bir sıfat mıdır? Oryantalist hayallerin tamamının bağnazlık olduğunu kim ne zaman fark edecek?

Oryantalistlerin bizim tarihimizde neleri öne çıkardığına dair bir uyanıklığa sahip olmamız gerekiyor. Amin Maalouf veya Orhan Pamuk okumak çok zevkli ve öğretici. Hiç olmazsa tarihî olay ve şahsiyetlere dönük bir merak uyandırmaları açısından. Fakat bu uyanıklığı taşıdığımız müddetçe: Oryantalistler, Batılılar ve Batıcılar bize bazı şeyleri unutturmaya, bazı şeyleri de sürekli hatırlatmaya çalışırlar. Neyi unutturmaya veya hatırlatmaya çalıştıklarını dikkatten kaçırmamalıyız. Kaçırmadığımızda onlardan alacağımız, bize dayattıkları değil bizim işimize yarayacak şeyler olur. Kaçırdığımızda… Allah (cc) muhafaza!
 
Ömer YALÇINOVA /dünyabizim.com
adminadmin