Türkiye
Giriş Tarihi : 11-10-2020 04:15   Güncelleme : 11-10-2020 04:15

İmkânsızı İstemeseydim Gerçekçi Kalamazdım

Bir zaman oldu ki, Türk milletinin dikkate değer bulduğunu hiçbir millet dikkate değer bulmadı. Ne Araplar, ne Farslar, ne Moğollar, ne de başka biri… Dünya sathında bir ideale bağlananlar sadece Türklerdi. O zaman (Hıristiyan takviminin XIII.-XV. yüzyılları) Hac mevsimi henüz bir İslâm enternasyonali idi. Türklerin Bizans’ı soktukları durum bütün İslâm âleminde bu dünyada yapılabilecek en üstün şey gibi görünüyordu. O kadar ki, Kur’an bilmek Türk olmanın ön şartı gibi anlaşılıyordu. Kur’an bilgisi yanına Yunancayı, Ermeniceyi, Latinceyi alıp Türkçeyi doğurdu. Dünyada esası cihat olan bir millet vardı artık. Türklerin bağlandıkları ideal onları Viyana önlerine kadar götürdü; ama niçin Roma önlerine değil? İstanbul’un fethinden sonra sıra Roma’nın fethine gelmeliydi. İmparatorluk sayesinde doğan refah İslâm sırasını yerle bir etti.

İmkânsızı İstemeseydim Gerçekçi Kalamazdım

İdeallere bağlanmak aldanışları yarıp geçmekle aynı şeydir. Millet olarak Türkler hangi aldanışları yarıp geçti? Bağlandıkları ideal neydi? Dünya nimeti aldanışını yarıp geçti Türkler. Her Türk için ideal hesabını düzgün verebilmek oldu. Dolayısıyla Haçlı ordularını tesirsiz bırakmak hiçbir Türk için çetin bir iş gibi görünmedi. Güruh çılgınlığının başını çeken Haçlı Seferleri Müslümanlara karşı zulme uğrayan Hıristiyanları savunmak kastıyla başlatıldı. Başlatanlar: “Tanrı bunu istiyor” sözünü şiar edinmişlerdi. Avrupalıların gücünün ne Hristiyanları, ne de Hristiyanlığı himayeye yetmeyeceği anlaşılınca hepsi geldikleri yerlere döndü. Hepsi mi? Gitmeyip de kalan insan toplulukları gerektiği zaman Müslümanlar içinde nifak çıkarma hevesinde olanlardı. Bu heveslerini ete kemiğe büründürmek Türklerin seferberlik olarak andığı I. Dünya Savaşı sırasında ve ertesinde oldu. Türkler millî varlıklarını idame ettirebilmek kastıyla seferber oldular. Türklerin başında Türkler var mıydı? Varmış gibi görünüyor. Modernliği tek kurtuluş yolu bilenlerin İslâm varlığı ile Türk varlığını birbirinden ayırdığına dikkat etmediği için varmış gibi görünüyor.

 

Toplum zapt ü rapt altına alınmazsa o toplumu teşkil eden fertlerin insan hayatından haberdar olmaları imkânsızdır. İkrar edilmesi tuhafınıza gidebilir: Eziyet etmek ve eziyete uğramak insanın kaderinde en büyük yeri işgal eder. Vaktini toplum içinde tüketmenin neye mal olduğunu biliriz; ama bu tarzın alternatifi olmayan bir durum olduğunu bile bile yaparız bunu. Bu sebeple nadirdir Türklerin kâfirlere baskın çıkması görüşünü esas alan Türklerin toplumu zapt ü rapt altına almaları. Nedret mahsulü bu insanların Miladın 1571inci yılından itibaren Türklerin başında bulunmaları da nadirdir. Kâfirleri geri adım atmağa zorlamak imkânsızdır. Her dürüst insanı imkânsızı istemek bekliyor. Çünkü ancak bu yolla gerçekçi olabiliyor, kalabiliyoruz.

 

Zapt ü rapt altına almak ve alınmak… Münasebetlere insan münasebeti diyebilmemiz için bir yanda kural koyanların karşı yanda konan o kurallarla hesaplaşma yolunu seçenlerin yer alması şarttır. Gereklidir demiyorum: Şarttır. Sıkıntının yerini tespitteki isabetsizliğimiz sıkıntının giderilmesinde hangi yolu tutturacağımız konusunda da bizi aldatıyor. İmkânsızı istemeği başarır isek varlığı geri çağırmanın tarzını da keşfetmiş oluruz. Var-olmak bir dişiden doğmak ve toplum içinde uyumlu bir hayatı devam ettirmek değildir. Yani sağlam bir Yahudilikten ve sağlam bir Hıristiyanlıktan medet umanlar hüsrandadır. Hüsranda olmak normalleşme sayılır. Varoluşunu keşfedemeyene varolmuş deme saflığı toplumu ifsat etmemiş olsaydı “gündelik hayat” kendini gösteremezdi. Hayatın gündelik tarafı hayat değerlerini koyu bir gölge altında tutuyor. Bunu hakkından gelinecek bir şey olarak biliyoruz. Kendi farkına vardığımız şeyi bir başkasının da fark etmesinin kurtuluş yolu açacağına inanırız. En azından fark etmiş olanların yolu böylece açılacak diye düşünürüz.

 

Aldanışları yarıp geçmek Müslüman olmanın ön şartıdır. Hem aldanışların kucağında yatmak, hem de Allah’ın birliğine inanmak kandırmacayı meşruiyet haline sokar. Kelime-i Tevhid Allah’ın birliğine inanmakla tamam olmaz. “Korkma! Ben kral değilim, ben Mekkeli kuru et yiyen bir kadının oğluyum” diyen zatın Allah’ın kulu ve Resulü olduğuna iman etmeden Allahü Ekber denmiş olmaz. Müslüman olur, hak ettiğimiz takdirde cennete de gireriz; ama her akşam evine üstünde para bulundurmadan giren peygamber olamayız. Mürted, yani irtidad eden ölüm cezasına uğrar. Nedendir bu? Çünkü zamanın birinde İslâm’a girmiş görünen kişinin bu yaptığını kendine Müslümanlardan gelecek belâyı savmak için yaptığı sabit olmuştur. Böyle insanların bir cemaat teşkil etmeleri imkânsızdır. Yahudiler bu din içinde sayılmağı Yahudi anne sahibi olmakla teminat altına almıştır. Hıristiyanlar beraber kalırlarsa kilise dışında kurtuluş yoktur ilkesinin güvencesi altında beraber kalabilir. Müslümanlar şahadet getirmek suretiyle diğer Müslümanlar arasında yerlerini alır.

 

Şöyle bir cümle kuramazsınız: “O da benim gibi Müslüman; ama sözüne güvenilmez”. Sözüne güvenilmez her şahıs dinden çıkar. Tövbe etmesi, yeniden şahadet getirmesi şarttır. Tıpkı toplu yaşamanın şartlarına uyması gibi. Şahsiyeti inşa eden şartı yerine getirmek bir ve toplu yaşamanın şartlarına uymak iki… İki şartın bir arada bulunması Müslümanlığımızı ve en zorlu dönemlerde dahi Türk kalmamızı sağladı. Yazımızı elimizden alan idarecilerin zulmü ve bizi refah avuntusuyla oyalayan kaypaklığı bizi yolumuzdan çevirmedi. Çevirmedi de ne oldu? Yerküre üzerinde belalara malzeme tedarik eden Dünya Sistemi karşısında husumetini izhar etmek üzere yer almağa can atan kaç kişi var?

 

Belki hiç; ama İslâm’ı tebliğ faaliyetinin gereksiz hale geldiğini dile getirmeğe de kimsenin cesareti yok. Kim neyi kime tebliğ edecek? Bunları söz konusu edebilmemiz için bahsi beşeriyete, insaniyete, ihtidaya getirmemiz kaçınılmazdır. Beşerin beklentileri, insanın kavli ve mühtedinin istikameti sarahate kavuşmadan hangi konuda ne söylenirse söylensin buz üzerine yazılmış yazıdan ibarettir. Yazıyı okunur vaziyette tutmak için çevrenin soğukluğuna halel getirmemek şartını en elverişli şart saymamız gerekiyor. Ortam ısınırsa tarih olarak bildiğimiz her şey eriyip gidecek. Nereye gidecek? Bizim kendimizi uzak tutma gayreti gösterdiğimiz yere. Modern söylem her bakımdan korunma ihtiyacı altındadır. Bu yazı boyunca şartlardan uzaklaşamadım. Biz Türkler sözlerimizin doğruluğuna delil getirmek için “…şart olsun ki…” deriz. Şartlara birer birer yakından bakalım.

 

Kaynak: İstiklal Marşı Derneği - İsmet Özel, 22 Safer 1442 (9 Ekim 2020)

Recep YAZGANRecep YAZGAN