Medya Kritik
Giriş Tarihi : 22-11-2020 05:45   Güncelleme : 22-11-2020 05:45

Velî Enflâsyonu!

Enflâsyon paralariyle kasaları şişirip, ahçı ve hizmetçi ücretlerine kadar halk itibarına göz diken ve en izbe köşelerde bile boy gösteren banka şubeleri sayısınca velî…

Velî Enflâsyonu!

Bu ne iptizaldir!..

Allah altunu nasıl nâdir yarattıysa velîlerini de öyle vücuda getirdi. Şimdi ortada olanların madeni, çoğunlukla, o da yanmış tarafından, kömür… Her birinin kapısında içi saman dolu müridler vardır; ve bunlardan herhangi birine nazar etmek, şeyhinin bunlardan herhangi birine nazar etmek, şeyhinin ne olduğunu göstermeye yeter.

Böylelerine gerçek velî “Allah’ın yolunu kesenler!” diyor ve Hesap Günü en büyük cezanın böylelerine isabet edeceğini bildiriyor.

Bir gün, topyekûn velîliği ve tasavvufu inkâr eden bir bedbaht bana sormuştu:

– “Siz veli misiniz?”

Cevap vermiştim:

– “Ben, velî olmak şöyle dursun, mürid olmak liyakatinden bile yoksun bir Müslümanım. İslâm dâvasını 20’inci ve 200’üncü asıra, mücerret ve müşahhas bütün hikmetleriyle gönüllere nakşetmek ve bu hususta kaynağından feyz almış bulunmaktan, yani İslâmcı fikir ve sanat adamı mevkiinde bulunmaktan başka iddiam yoktur. Bunu da hakkın, verdiği nimetleri dile getirmek gerektiği emrine uymak için öne sürüyorum. Birtakım ahmaklara kibirli ve nefsanî görünen ben, tâ içinden “Allah” diyen bir çöpçünün ayağını öpebilirim… “Kaal”de bir şey olabilirim, fakat “haal” de sıfırım. Yalnız kuyumcunun mücevheri tanıması için bizzat mücevher olmaktan azâde bulunması gibi, gerçek velîyi tanımakta ihtisas sahibi kabul edilebilirim.”

Gerçek velî diyor ki:

– “Bu devrin velîleri beş vakit namazında olanlardır.”

Bu cümlede alelâde “Allah dostu” mânâsına kullanıla ve sahte “fevkalâde”ye talib olmaktansa, emin “alelâde”ye yapışmak gerektiğini ihtar eden “velî” tâbiri, günümüzde ve umumiyetle sadece cahillerin, ahmakların ve çıkarcıların boyun yaftaları…

Müstesnalarını, her zerremle bağlı bulunduğum mücerret velîlik makamı hürmetine tenzih eder, yalnız adreslerini sorsalar göstermekten âciz olduğumu da inkâr edemem. Günümüzde şahsen tanıdığım, yağmur suyu kadar temiz bulduğum, fakat bomboş olduklarını da gözden kaçırmadığım birkaç ferdi de, sadece bağlılarını uyarmadıkları ve onlara “velîlik nerede, biz neredeyiz; biz olsak olsak ezbere bir tebliğciden başka bir şey olamayız!” diye ihtarda bulunmadıkları için kabahatli görürüm.

Büsbütün sahtekârlara gelince, ne siz sorun, ne ben anlatayım… Yalnız şu hadiseyi dinleyin:

İstanbul Defterdarlığında en yüksek makamlardan birini işgal etmiş ve asrın en büyük velîsine akraba bulunan bir zat, bir gün, Kadıköy vapurunun lüks kamarasında birine rastlıyor. Bu adam, rastladığı zatın mahiyetinde çalışmış ve kötü hareketlerinden ötürü işinden atılmış bir serseri… Eski müdürünün elini öpüyor ve onun “şimdi neyle meşgulsünüz?” sualine şu cevabı veriyor:

– “Suadiye semtini irşad ile meşgulüm!”

Yani, Suadiye semtinin velîlik iddiasında şeyhi…

Sahte velîler arasında öyleleri türemiştir ki, şeriat ölçüleri güneş gibi apaydınlık ortada dururken, kadını, çuvala sokup ve üstünü büzüp ancak göz yerine iki delik bırakılmış bir kabuk içine hapsetmeyi kaide, sakal koyuvermeyi de iman rüknü sayarlar ve türlü bâtınî günahlar içinde tamamiyle asılsız bir zâhir taassubu kudurganlığına kapılırlar… Kravat takmayı küfür, buna rağmen Hıristiyanlık remzi şapkayı mübah sayanları da vardır. Herbirinin şeyhi, nazarlarında kutuplar “sahibüzzaman – zaman sahibi”dir, Mehdî’dir. Din, nazarlarında, ferdileri aşan, mücerretler âleminde billûr çizgiler gibi Peygamber tesisi olarak pırıldayan ve mutlaka her şeyin ona ircaı gereken bir “üss-ü mizan: mihenge vurma noktası” değil, şeyhlerinin emridir.

Bizim 40 yıllık mücadelemizden sonra yumuşayan havanın doğurduğu bir haşereler, sadece şeytan emrinde bir intikal devresi mikroplarıdır ve insana şunu düşündürmektedirler:

Türkiye’nin idaresi bu zihin ve ruh haletini yaşayanların eline geçse İslâmın ve Müslümanların hali nice olur?

Namazı, biraz evvel gerçek velî diye kaydettiğimiz büyüğün ifadesiyle nefes almak derecesinde hayatî bir kıymet bilen ve onsuz hiçbir kemâle yol bulunmadığı kanaatini besleyen biz, hemen noktalayalım ki, bu gibilerin (mekanik) namazları, dış şekliyle bir sirk hayvanına bile taklit ettirilebilir. Allah kelâmında “riyâya bağlı ve hayrdan uzak namaz sahiplerini, cehennemdekilere bile beterin beteri görünecek bir ceza beklediği” kayıtlıdır. Mâun sûresi…

Bunlar, yani bir “Havariç-Hariciler” cephesi kurmaya doğru gidiyorlar ve aslına intibak mânasına, beklenen İslâm inkılâbına engel, en tehlikeli cepheyi teşkil ediyorlar… Üremekte devam ederlerse felâket…

 

BİR DE TERS CEPHE

Bu kalpazanlara karşı bir de ters cephe var: Reformcular, yani içtihatçılar, din islahatçıları… İbn-i Teymiyye’den başlayarak, Cemaleddin Afganî, Mısırlı Şeyh Abduh ve sonraları Mevdudî ve Hamidullah gibi çürümüş teneke mütefekkirlerden gelen, bu, Enstitü ve Fakülte mamulleri ve imalâtçıları, dini kendi asliyet ve saffetine irca ve ham yobazdan temizleme yerine, kendi kör nefslerine iliştirme ve nursuz akıllarına bağlama yolundadırlar; ve şu anda Diyanet İşlerine bakan gözü görmez Bakan ile Başkanın muvazisi üzerinde gitmektedirler.

 

Bizse ne deminki yobazlarla onlara, ne de onlarla aynı yobazlara karşıyız ve sadece Sünnet ve Cemaat Ehli anlayışı üzerindeyiz. Bu iki zıt tabakanın da işi Muhammedî nuru söndürmek ve birbirinin tersi ve yüzü halinde aynı dalâlet kumaşını örgülendirmektir.

 

Kumaşlarının yeni, yepyeni İslâm gençliği eliyle kanalizasyona atılacağı günü, mahzun mahzun, hattâ meyus meyus bekliyoruz. Fakat Allah’tan ümit kesmiyoruz.

Necip Fazıl KISAKÜREK, Rapor 3/4

Recep YAZGANRecep YAZGAN