Gencinden yaşlısına her kesimden ne zaman bir tarih konuşulsa konu Devlet-i Ali İslam’a gelince her sohbet bitiminde en bilge olanı sonunda mutlaka “ne güzel ne kudretli bir ecdadımız varmış” der. Peki, artık sıkılmadık mı hep kendimizden olanların tarihlerini okumaktan hep kendi penceremizden bu güzelliğe ve kudrete bakmaktan sıkılmadık mı? Gelin isterseniz bir nebze dahi olsun Devlet-i Aliye-i Muhammediye’yi yabancılardan dinleyerek anlamaya.
Fransız yazar A. Brayer’ın “Konstantinopolis’te Dokuz Yıl” başlıklı eserinde bizim ecdadımız için şunları yazmıştır; “Müslüman Türkler arasında kibir ve gurur adeta bilinmez. Kuran’ın en şiddetle yasakladığı temayüllerin biri de budur… Bir taraftan da sürekli olarak alçak gönüllük telkin edilir… İşte bundan dolayı Müslüman Türk’ün yürüyüşünde vakar ve ihtişam olmakla beraber, katiyen kibir ve azamet yoktur. Daima yavaş sesle konuşur; el ve kol hareketlerinde hiçbir zaman zorla hükmeden bir eda sezilmez; hizmetinde tatlılık ve kolaylık vardır… Yalnız bir şeyle, diniyle mağrurdur. Onun emrini yerine getirmeyi bir izzet’i nefis borcu olarak bilir. Bütün dünyanın Müslüman olmasını ister, yegâne hak dinin Müslümanlık olduğuna inanır.” Şimdi ise bir Alman yazar Hans Barth kaleminden okuyalım ecdadı; “İnsan, paşadan küçük bir bakkala kadar bütün Türklerin aynı okulda yetişmiş, aynı asalet mertebesine sahip büyük senyörler olduklarını zanneder. İstanbul halkı, yeryüzünün en medeni ve en dürüst halkıdır…” diyor Alman yazar. İtalyan yazar Edmondo de Amicis 1874’te İstanbul’a gelerek anılarını 1883 yılında kitaplaştırdığı “İstanbul” isimli kitabında; “Kahkaha sesleri gayet nadirdir. Sokakta kavga eden ayak takımı da enderdir… Halk arasında şarkıdan, kahkahadan, bağırıp çağırmadan eser yoktur; sokakları tıkayarak herkesi rahatsız eden tecemmüler görülmez.” Diyerek göğsümüzü kabartıyor “Çocuk Kalbi” diye bilinen kitabın İtalyan yazarı. Avusturyalı sefir Ogier Ghiselin de Busbecg; “Türkler vücut temizliğine çok dikkat ederler… Vücut pisliği onların nazarında ruhun pisliğinden fenadır. Bundan dolayı sık sık yıkanırlar.” Diyor Avusturyalı.
Görüldüğü üzere ecdadımız için Fransız’ı, Alman’ı, İtalyan’ı, Avusturyalısı medh-ü sena etmiştir. Ama bizden diye bildiklerimiz bu koca medeniyeti karalamak için Batı’nın ürettiği fitnelere ve iftiralara kendi topraklarımızda destek verenler olmuştur. Osmanlı teokrasi mi şeriat mı? , Akşemseddin yarı şaman yarı Müslüman, Saray içerisinde oğlancılık var, padişah içki içer gibi aklın almayacağı ve benim ahlakımın izin vermeyeceği birçok fütursuzca atılmış iftiralar var.
Birde ülkemizde diziler var; Muhteşem Yüzyıl bunların başında çekenidir. Osmanlı Tokadı, Son Yaz gibi dizilerde bunun peşinden gelmektedir. Filmlerimizde var elbette bunlardan bir tanesi Fetih 1453’dür. Avrupalıların zaten çoğu yayınlarının koca bir medeniyeti karalamak üzere olduğu için popüler filmlerden örnekler vereceğim; Dracula; 2. Mehmed zalim ve barbar olarak gösteriliyor, Amadeus; harem için bir genelevden farksızmış gibi naklediyor.
Biz gelecek nesile düşen görev her ne olursa olsun her türlü koşulda ecdadımızı muhafaza ve müdafaa etmektir. Siz saygı değer büyüklerime ise tarihinin şuuruna varmış nesil yetiştirmeye gayret etmektir. Bu koca medeniyet bizlere kendi küllerinden oluşmuş Türkiye’yi armağan etti, yeri geliyor bu koca çınarın altına sığınıyoruz.
Ahmet Fatih AKKAŞ