O zaman revaçta olan neyse bu alanda Kur’an onları muarazaya davet etmiştir. Muaraza edenlere karşı çıkanlara meydan okuyup diyor ki; hadi buyurun Işte Kur’an ortada bir benzerini getirin.
Bunu başaramamışlar.
Kur’an meydan okumaya devam etmiş demışki;
haydi Kur’an’a nazire getiremezseniz,
bir suresine nazire getiriniz.
Bunu da yapamazsınız,
haydi bir ayetine nazire getiriniz.
Bunu da yapamazsınız
haydi bütün edipleriniz, beliğleriniz toplanıp bir nazire yapınız.
Kalemle karşılık veremeyince kılıçla mukabeleye mecbur olmuşlar.
İşte kalemle muaraza mümkün olmadığı için zor yol olan kılıçla muarazaya mecbur olmuşlar.
İşte bu dört tabaka, Kur'ân'a karşı kemâl-i hayret (tam bir şaşkınlık) ve hürmetle onun önüne diz çökerek şakirt (öğrenci) oldular.
Hiçbirisi hiçbir vakit bir tek sûreyle
muarazaya (sözle mücadeleye, karşı gelmeye) kalkışamadılar?
Elcevap: Eğer muaraza (karşı gelme) mümkün olsaydı,
herhalde teşebbüs edilecekti.
Çünkü muarazaya (sözle mücadeleye) ihtiyaç şedit (şiddetli) idi.
Zira dinleri, malları, canları, iyalleri tehlikeye düşüyor;
muaraza edilseydi kurtulurlardı.
Eğer muaraza (sözle mücadele) mümkün olsaydı, herhalde muaraza edecektiler.
Eğer muaraza edilseydi,
muaraza taraftarları kâfirler (inkarcılar), münafıklar (iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kişiler) çok, hem pek çok olduğundan,
herhalde muarazaya (meydan okumaya) taraftar çıkıp iltizam ederek (sarılarak)
herkese neşredeceklerdi (yayacaklardı).
(Nasıl ki, İslâmiyetin aleyhinde herşeyi
neşretmişler.)
Eğer neşretseydiler ve muaraza olsaydı,
herhalde tarihlere, kitaplara şâşaalı bir surette (gösterişli bir şekilde) geçecekti.
İşte, meydanda bütün tarihler, kitaplar; hiçbirisinde,
Müseylime-i Kezzab'ın birkaç fıkrasından (bölümünden) başka yoktur.
Halbuki, Kur'ân-ı Hakîm, yirmi üç sene mütemadiyen (sürekli olarak) damarlara dokunduracak ve
inadı tahrik edecek (harekete geçirecek) bir tarzda meydan okudu.
Ve derdi ki:
"Şu Kur'ân'ın, Muhammedü'l-Emin gibi (“güvenilir Muhammed” mânâsında Peygamberimize verilen bir ünvan)
bir ümmîden (okuma yazma bilmeyenden)
nazîrini (benzerini) yapınız ve gösteriniz.
"Haydi, bunu yapamıyorsunuz;
o zât ümmî olmasın,
gayet âlim ve kâtip (yazar) olsun.
"Haydi, bunu da getiremiyorsunuz;
bir tek zât olmasın.
Bütün âlimleriniz, beliğleriniz
(belâgatli; sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve hâlin ve makamın icabına göre söylenenler) toplansın,
birbirine yardım etsin.
Hattâ güvendiğiniz âliheleriniz (ilahlarınız) size yardım etsin.
"Haydi, bununla da yapamayacaksınız.
Eskiden yazılmış beliğ (belâgatli) eserlerden de istifade edip,
hattâ gelecekleri de yardıma çağırıp
Kur'ân'ın nazirini (benzerini) gösteriniz, yapınız.
"Haydi, bunu da yapamıyorsunuz.
Kur'ân'ın mecmuuna (hepsine) olmasın da,
yalnız on sûresinin nazîrini (benzerini) getiriniz.
"Haydi, on sûresine mukâbil (karşılık), hakikî, doğru olarak bir nazîre (benzer) getiremiyorsunuz.
Haydi, hikâyelerden, asılsız kıssalardan terkip ediniz (ibretli hikayelerden birleştiriniz),
yalnız nazmına (dizilişine, tertibine ve veznine) ve
belâğatine
(sözün düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi) nazîre (benzer) olsun getiriniz.
"Haydi, bunu da yapamıyorsunuz;
birtek sûresinin nazîrini (benzerini) getiriniz.
"Haydi, sûre uzun olmasın;
kısa bir sûre olsun, nazîrini getiriniz.
Yoksa din, can, mal, iyalleriniz (bir kimsenin geçimini üstlendiği kimseler),
dünyada da, âhirette de tehlikeye düşecektir."
İşte, sekiz tabakada ilzam suretinde
(susturma, cevap veremez hale getirme şeklinde),
Kur'ân-ı Hakîm (her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân)
yirmi üç senede değil,
belki bin üç yüz senede bütün ins ve cinne karşı bu meydanı okumuş ve okuyor.
Halbuki, evvelki zamanda o kâfirler can, mal ve iyâlini (geçimini üstlendiklerini) tehlikeye atıp
en dehşetli yol olan harp yolunu ihtiyar ederek (seçerek),
en kolay ve en kısa olan muaraza
(sözle mücadele, karşı gelme ve meydan okuma) yolunu terk ettiler.
Demek muaraza yolu mümkün değildi.
İşte, hiçbir âkıl (akıllı),
hususan o zamanda Ceziretü'l-Arabdaki (Arab yarımadasındaki) adamlar,
hususan Kureyşîler (özellikle Kureyş kabilesine mensup olan kimseler) gibi zeki adamlar,
bir tek edipleri Kur'ân'ın birtek sûresine nazîre (benzer) yapıp
Kur'ân'ın hücumundan kurtulmasını temin ederek,
kısa ve kolay yolu terk edip
can, mal, iyâlini (evlatlarını) tehlikeye atıp,
en müşkülâtlı (zor) yola sülûk eder mi (yönelir mi)?
Elhasıl (özetle), meşhur Câhız'ın
(Arap dili belağat ilminin kurucusu olarak, el-Beyan ve't-Tebyin adlı eseriyle, el-Câhiz kabul edilmektedir. O, eserinde bu ilmin konularını ilk defa ele almış, kendisinden sonra gelen dil âlimleri de bu görüşler üzerine ilavelerde bulunarak belağat ilminin gelişimine katkı sağlamış)
dediği gibi,
"Muaraza-i bilhuruf
(söz, yazı veya fikir ile karşı gelme) mümkün olmadı,
muharebe-i bissüyufa
(kılıçlarla savaşmaya) mecbur oldular." 1
(1 Suyûtî, el-İtkan fî Ulûmi'l-Kur'ân, 2:1004. (Mektubat 268)