Bizler attığımız okun tam hedefini vurmasını, söylediğimiz her sözün isabetli olmasını, yaptığımız her işin başarılı olmasını isteyen, düşünerek ve görerek aldığımız kararlarımızın arkasında duran, herkesin tasdik ve takdir etmesini isteyen, yaptıklarımızı anlamlı yaparak yeryüzündeki diğer yaratılan varlıklardan üstün olduğumuzu iddia eden mahluklarız.
Beş duyumuz yani görme, işitme, tatma, dokunma ve koklama sayesinde düşünür, karar verir, duygularımızı yönetir, harekete geçiririz.
İlkel beynimiz hayatta kalma, korunma, kendimizi savunmaya alma, yemek yeme gibi temel ihtiyaçlarımızda devamlı aktiftir. “Savun ya da kaç, tedbir al, plan yap, hesap et, hata yapma” vs. diyen ise üst beynimizdir.
Seçimler, tercihler, sezgiler var oluş mücadesi ve yok olmayı istemeyiş, başarı odaklı yaşamamızın, kaybetmeyi istemeyişimizin ürünüdür.
Hayvanlar tehlike ile karşı kaşıya kaldıklarında kaçarken, gelişen beynimizin edindiği bilgilerle tedbir ve kararlar alırız.
Mesala ormanda ölme korkusu ile tavşan ayıdan kaçarken, biz ayının kendimizden daha hızlı koştuğunu bilir ve sakin olup bekleriz. Bu şekilde ayının zarar vermeden ayrılacağını biliriz.
Demem o ki “hemen kaç” diyen ilkel beyindir, “dur, düşün, doğru karar ver, öfkeni kontrol et ve dikkatle harekete geç” diyen ise üst beyin yani bilgi üzere bilinçlenmiş tarafımızdır.
Bilinçli tarafımızı iktidarda tutumazsak korkularım derinleşir, kaygı olarak her anımızı etkisi altına alır. En güzel anlarımızı bile çekilmez kılabilir.
Doğduğumuzda boş bir bilgisayar gibi olan beynimiz yaşam becerilerimizle, öğrenip hayatımıza dahil ettiğimiz bilgilerimizle zamanla gelişir ve algılarımızla şekillenir.
Sonra yaşanılacaklarımıza karşı tedbir almaya yardımcı olur. Aksi takdirde bizi üstün kılan özelliğimizden mahrum olabiliriz.
Bu bilgiler ışığı altında siz değerli okuyucularıma soruyorum;
Kaygılı hayat yaşayan anın tadını çıkarabilir mi?
Geleceğe dair hayal kurabilir mi?
Peki hayallerin olmadığı yerde hayat olur mu?
Öncelik haz mı yoksa huzur mu olmalı?
Peki haz odaklı yaşamanın sınırı var mı?
Sınırların olmadığı yerde özgürlük olur mu?
Sınırsız özgürlük algısı bir bakıma esaret değil mi?
İnsan her isteğine ulaşabilir mi? Ulaşsa da mutlu olur mu?
Demem o ki; sonuca o kadar takılıyoruz ki süreci kaybediyoruz. Halbuki süreç içinde yaşanan her güzellik, güzel bir anı olarak kalır, daha güzelini yaşamayı arzulatır.
Geleceğe yapılan en büyük yatırım süreçte yaşananlardır. Bize hayaller kurdurur. Hürriyeti damarlarımıza kadar hissettirir. Hayatımıza farkındalık verip doğru kararlar almamızı sağlar.
Sonunda da mutluluk çeşmesi olarak gönlümüze durmadan akar. Yeter ki sona giden yolda doğru seçimler yapalım, bunu da güzel eylemlerimizle taçlandıralım. Aksi takdirde ansızın gelen ölümle burun buruna kaldığımızda geç kalmış olabilir, telafi imkanımızı yok etmiş olabiliriz.
Unutmamak gerek ki hayat bir nefes ölümden öncedir. Yaptıklarımız karşılıksız kalmayacaktır.
Demem o ki; anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az!