Dünyanın hızla dibe çöktüğü bir ortamdayız. Savaşmayı göze alırsak düşmanlığı da kabul etmişiz demektir.
Elbette uğruna ölümün göze alındığı mücadeleler büyük kazançlar getirir. Lakin insan kendisiyle girdiği mücadelede pek de başarı elde edemez.
İçimizden gelen sese, etrafımızdaki gördüklerimize ve duyduklarımıza, gerek ölümlerle, gerek hayatın içinde birebir yaşadıklarımıza kulağımızı ve gözümüzü kapatırsak, yaşananlara sağır ve kör olursak ne mutlu olur ne de mutlu edebiliriz.
İstemsiz olarak geldiğimiz dünyada, seçmeden giydiğimiz kadın/erkek elbiselerimizlerinin içindeyiz. Kendimizi değiştirmek adına hiç bir emek vermediysek içine doğduğumuz ailerimizin kalıplarıyla yaşamaktayız.
Bize takdir edilen nefes adeti bittikten sonra, aynı şekilde bir anda sessiz bir gemiye binip, geri dönüşü olmayan gerçek aleme doğru çok uzaklara gideceğiz.
Ölüm ve hayat çizgisi içinde yaptığımız seçimleremizle ilerlerken, yanlış seçimlerle kendimize zulüm yapmamalıyız. Matrix filminin temelini oluşturan mavi ve kırmızı hap metaforu, seçim gerçeğini güzel yansıtmaktadır.
Kırmızı hapı seçmek; eski hayata kalınan yerden devam etmenin, mavi hap ise; uyanmanın ve yaşanılan olayların bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu bilmektir.
Günümüzün ifadesiyle “metaverse” yani “yalancı cennet” içinde olunduğunun farkındalığında olmaktır. Zaten bu dünyayı da Rahman olan Allah “Meta” olarak nitelemektedir.
Bize sunulan hayatın gerçek olmadığını fark ettiren mavi hapı seçmek eski hayattan sıyrılmanın, hak ve hakikat yolunda gayretli ve azimli olmak için uyanık olmanın göstergesidir.
Tekrar uyku haline düşmek; çıkılan yere tekrar girmek, bize sunulan hayatı gerçek bir cennet gibi görmektir. Bu durum ise farkındalığı yüksek olanlar için cehennemden bir karedir. Çekilmez bir ızdıraptır.
Her seçim yeni bir eylemin başlangıcıdır. Her eylem hareket olan bereketli bir toprakta filizlenir, dallanır, budaklanır, meyveye durar. Kökler ne kadar derinlerde olursa o kadar sağlam olur.
Pergelimizin bir ucu vahiy toprağındaysa, diğer ucuyla nereye gidersek beraberimizde hakka götüreceğimiz bir gerçektir.
Bizler çok iyi biliyoruz ki; yaratışımıza uygun olmayan seçimlerimizin sonuçlarını, yaptıklarımızın bedellerini, öncelikle iç dünyamızdaki hesaplaşmayla öderiz.
Eğer doğruların üzerini örtüp şeytan mantığına bürünmediysek, sonuçların bütün sorumluluğunu muhataplarımıza yükleyip kendimizle yüzleşmediysek, içimizden gelen sesi duyarı. İçimize kapanmayız. Secdeye kapanırız. Zira secde kendimiz ile yüzleştiğimiz, yaratanla en yakın olduğumuz en özel anımızdır.
Secde, hayatımızı anlamlandırdığımızın en büyük somut delilidir. Her kelime bir bedel ödetir. Her iddianın bir ispatı olmalıdır.
İspatı yapılmayan, hak edilmeyen, çabuk elde edilen her kazanılmışlık insandan çok şeyler götürür. Bu gerçek her birimizin malumudur.
Unutulmaması gereke ise; secdeye kapanmayan her alın isyan halindedir. Kendi nefsine zulmeder durumdadır. Zulmün bedeli ise her zaman ağırdır. Daha da ötesi hüsrandır.
Demem o ki; içimize kapanırsak, düştüğümüz bataklıklarda dibe doğru yavaş yavaş kayacak, içinden çıkılmaz labirentlerin içinde kaybolacak, iç dünyamızdaki hesaplaşmadan sağ çıkamayacağımızdır.
O halde bizlere düşen, kaldıramadığımız her ne yaşanmışlık varsa onu anlamlandırmak, yükselişimize vesile kılmak, doğru adrese el açmaktır.
İmkansız gibi görünenin, Rahman olan Allah için imkansız olmadığı bilinciyle, Gani olan Rabbimize sığınmak, O’ndan talep etmek, O’na boyun eğmek, O’na yakın olmak için secdeye kapanmaktır.
O bizim vekilimiz, dostumuz, yardımcımızdır. Bundan gayrısı gerçekten hikayedir, oyundur, eğlenceden ibarettir. Yerdeki gölgelere takılmaktır.
Ves-selam.