Atalar “Bir deli kuyuya bir taş atar kırk akıllı çıkaramaz” derler. Anlam veremediğimiz, içinden çıkamadığımız olaylara bu sözü ekleriz. Bu söz hayata yön çizen felsefecilerden biri olan Behlül’e atfedilmiş. Hiç gülmeyen bir gülüşüne bir kese altın verileceği vaad edilen Behlül, kırk akıllının kuyu başına gelip deli birinin kuyuya taş atıp çıkaramaması ve kara kara düşünmeleri üzerine gülmüş.
Düşündüm de bir kuyuya o taşı bir aklıllı atarsa ne olur?
Televizyon, Dünyada 1927’lerde Türkiyede’de 1960 sonlarında yer bulan sihirli bir kutudur. Günümüzde de sanal dünya yani dijital dünya olarak karşımızda durmaktadır. “Metaverse” planlarıyla da gerçekliliğin ne demek olduğu sorgunır duruma gelmiştir. Herakleitos: “değişmeyen tek şey var değişimin kendisi” diyerek herşeyin ve var olma mücadelesi veren herkesin bu evrimden etkilenmesine, bu gerçeklilik üzerine düşünmesine sebep olmuştur.
Televizyon, neslerin kalıcı olmayan görüntüleri ile gerçeğe uygun biçimde renkli ve sesli olarak elektirik akımıyla bize iletirken, sanal dünyanın verdikleri ise hislere etki yaparak insanın zihni ve duyguları ile oynanmasıdır.
Bütün haz süreçlerinin öncelikle beyinden geçtiği bilgisiyle hızzın da etkisinde kalan bizler bu durumdan ancak “sultan bir güç”le çıkabileceğimizin umarım farkına varırız. Zira bir kuyuya değil binlerce kuyuya, deliler tarafından değil akılıllılar tarafından binlerce taşlar atılmaktadır. Atılan bu taşlar artık bir çığ olmuş, altında milyonlarca insanlar ya gönüllü kölesi olmuş ya da çağa ayak uydurmak adına tam da ortasında etken olma durmuna düşmüştür.
Evrende var olan su, toprak, hava ve ateş yaratılan her şeyin ana maddesidir. Evrene gönderilen mesajların bize geri dönüşümü bilinen bir hakikakttır. Tıpkı dağa seslenmenin akabinde bize aynı şekilde geri cevap gelmesi, ne ekersek onun toplanılması, ne verirlirse karşılığında onun görülmesi, emek vermeden yemek yenilememesi gibidir.
Buraya kadar sorun yok. Peki, su ile hayat bulan beden toprağımıza güzel bilgileri veren, ses dalgalarını iletme görevi olan havaya izin veren, her söylem ve eylemi ateşleyerek karşılığının görülmesini sağlayan güç kime aittir?
İşte bu noktada bizler gördüklerimizin, yerde ve gökte ve ikisi arasında ne varsa Hak ile yaratıldığını bize sunan ( Ankebut 44), yerleri ve gökleri kim yarattı desen Allah’tır derler. ( Ankebut 61) sözünün anlam düyamızda yer bulması için gayret içine girmeliyiz. Aksi takdirde “meta” olarak nitelenen dünyanın içinde “metaverse” cennetine tabi olara,k mutlak mutluluğun ya da multak bahtsızlığın hakim olacağı ve geri dönüşümü mümkün olmayan ölüm akabindeki hayatta adımımızı ölmeden atmış olacağız.
Sihir, büyü yani ilizyon gözümüzün önünde yapılan ve bizi etkisi altında bırakandır. Sihirli kutu olan televizyon hayra kullanılırsa vereceği güzellikler de malumumuzdur. Lakin her zaman şer güçlerin elinde olmuş, bizler de bu şer güçlerin bize verdikleri imkanlar ile şuan da benim yaptığım gibi kendimizi anlatmaktayız.
Martix filminin “mavi ve kırmızı hap” metaforü ile aslında bize sunulan hayat “gerçekten seçimininde özgür müsün?” olmuştur. Tarih içinde de bizim seçtiğimiz hayatı yaşamak zorundasınız diyen zalim Firavunlar, Nemrutlar vahyin ana konularıdır. Memleketteki en iyi sihirbazları toplayarak sihirle kendini desdeklemek isteyen Hz. Musa karşısındaki Firavun’un, acziyetini ifade edişi şu şekilde olmuştur;
“Size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi? Şüphesiz ki o, size sihir öğreten büyüğünüzdür. Ellerinizi ayaklarınızı çaprazlama kesecek ve sizi hurma kütüklerine asacağım. Hangimizin azabının daha çetin ve kalıcı olduğunu da bileceksiniz.” (20/Tâhâ 71)
Sihirbazlar, Firavunun gücü karşısında sihir öncesinde yaptıkları anlaşma gereği dolgun bir ücret alacaklarken ölümü tercih etmişler, hakkı anlamışlar ve secdeye kapılmışlardır. (Şuara 46)
O halde bizler ne zaman Hakkı görüp secdeye kapanacağız?
Aile danışmanı: Asiye Tanrıöver Türkan