Şeytani sistem gerçekten çok güzel çalışıyor. Bizler de bu sistemin gönüllü askerliğini yapmaktayız.
Açık hava tımarhanesine dönüşen dünyada her gün yenilerinin eklendiği, sıkıntıların yanında içinden çıkamadığımız kendi hayat yükümüzünde altında ezilmekteyiz.
Bir yandan Rabbimizin bizim yardımıcımız, dostumuz ve velimiz olduğunu söylerken diğer yandan Allah’dan başkasından yardım diliyor, O’ndan başka onlarca dost ediniyoruz.
Allah’ın bilmesi, görmesi, duyması, her şeyi kayıt altına aldığı bilgisi olduğu halde doğru hareket etmediğimizden, oyunu kuralına göre oynamayıp “kader” diye bir kavram uydurup kendimizi “kader mahkumu” görüyoruz.
Hayatımızın sorumluluğu üstlenmediğimizden, dünya tutkumuzun bizi sarmasından dolayı da bütün işlerimizde Allah’ı vekil tayin edemiyoruz.
Aslında iman ettiğimizi söyleyerek hem kendimizi hem de Rahman’ı aldatacağımızı, “iman ettim” demekle imtihan edilmeyeceğimizi sanıyoruz.
Bu imtihanımızın da öncelikle yakınlarımızla akabinde çevremizdekilerle bire bir olduğunu da unutuyoruz. Sonucunda bize düşenin doğru hareket etmek olduğunu bildiğimiz halde işimize göre hareket etmeyi seçiyoruz.
Halbuki Hak Teala Nisa suresi 36. Ayetinde sadece kendisine kulluk etmemizi, kimseyi kendisine ortak koşmamamızı, anne babamıza iyilik etmemizi, yetimlere, çaresizlere, yakın ve uzak komşuya, arkadaşa, yolcuya ve hakimiyetimiz altındakilere iyilik etmemizi emretmişti. Bu şekilde hareket etmemeyi büyüklük taslamakla eş tutup bu kişileri sevmediğini de vahyinde buyurmuştu.
Hal böyle olunca inananlar olarak bize düşen Rahman olan Allah’a güvenmek ve teslim olmak, gerekeni yapmaktı.
Aksi takdirde Allah Resulünün Tirmizi den nakledilen “Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz, ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azap gönderir. Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz ama duanız kabul edilmez.” durumuydu.
İyiliği emretmek, kötülüğü nehy etmek!
Vahyin içinde ehli kitap olan Yahudiler üzerinden “Sebt ” tabiri ile anlatılan olay üç türlü insanların var olduğu hakikati sunar.
Yasağa uyulmaması sonucunda şeklen mi yoksa ruhen mi diye faklı yorumlanan maymunlaşma hadisesinde bu üç tip insanın varlığı hatırlatılır.
Birinci tip insanlar; doğru hareket etmezler, haktan yüz çevirirler. Kendi isteklerini dinleri edinip kitaba değil hevâlarına uyarlar.
İkinci tip insanlar; doğru hareket ederler, haksızlık yapanları dillerinin ucuyla ikaz ederler lâkin dünya menfaati elde etmek için onlarla oturup kalkarlar.
Üçüncü tip insanlar ise doğru hareket ederler, haksızlık yapanlara engel olurlar, bu kişilerden de uzak dururlar.
Hak Teala Araf suresinin 16. Ayetinde şöyle buyurur;
“Ne zaman ki onlar, kendilerine hatırlatılanı unuttular, biz de kötülükten men edenleri kurtardık; zulmedenleri de, yoldan çıkmaları yüzünden çetin bir azap ile yakaladık.”
Acaba yaşanan onca zulümler bu ayete uyulmadığından mıdır? Bu kadar zulüm, kadın ve erkeğiyle bu davete icabet edilmediğinden midir? Kendimizi kader mahkûmu görmemiz, bizi bu sorumluluklardan kurtarabilecek midir?
Yoksa Allah Resulü (a.s.)
“Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.” dememiş midir?
Yanlışları görüp, kınayanın kınamasına bakmadan, yalnız kalacağımızı da bilsek düzeltme yolunda gayretli olmalı değil miydik?
Zaman ahir zaman! Zulümlerin ayyuka çıkıp mazlumların gözyaşları ile yeryüzün yıkandığı zaman!
Durum ortada.
Bu üç tip insandan hangisi olacağımızı seçmeli, tarafımızı belirlemeliyiz. Aksi takdirde çok geç kalmış olabiliriz...
Ves-Selam