Dünyanın en zengin kişisinin, en son seçilen dünya güzelinin, en son Nobel ödülünü alan kişinin, Oscar ödülünü almış artistin isimleri aklınızda mı? Yıldızlar kayar, alkışlar söner, ödüller kazanılır, kazananlar da çabuk unutulur.
Eğitimimize katkıda bulunan kişileri, ihtiyaç duyduğumuzda yanımızda olan dostlarımızı, bize kendimizi özel hissettiren arkadaşlarımızı, birlikte zaman geçirmeyi istediğimiz sevdiklerimizi unutmayız. Hatta onlar için her zaman Rahman’a el açarız.
Hayatımıza değer, kalite katanlar aklımızda kalmışlar, en çok parası olan, en zengin olan, en üst kariyeri yapan, en güzel olanlar unutulanlar arasında kalmıştır. Bizi seven, gözeten, ne olursa olsun yanımızda olanlar ise bizim için her daim yücelerde olmuş, övgü ile anılmaya layık olmuştur.
Hayat o kadar kısa ki, uzun emellere, yapmayı arzuladıklarımızı erteleyip para biriktirmeye, kin tutup küs olmaya, oyunda mızıkçılık yapıp kapıyı vurup çıkmaya, kurallara uymayıp kaza yapmaya, sevgimizi ifade etmeyip mutsuz bir dünya içinde karanlıklar içinde kalmaya değmez. Dünya ne çok fazla sevinecek ne de çok fazla üzülecek kadar değerli olmaya da değmez. Zira akla zarar veren aşırı sevinmek ve aşırı üzülmektir.
Üzerimize karabasan gibi çöken, üstümüzden atamadığımız değersizlik, güvensizlik, çaresizlik atalet gibi duygularımız var. BU duygularımız gökyüzünü kuşatan helak edici kara bulutlar misali günümüzü karartmaktadır. Bu hal, anda kalabilmenin mutluluğundan bizi uzaklaştırmaktadır. Geçmişin af edilmemiş günlerini anımıza taşımaktadır.
Korkularımızı ve beklentilerimizi iyi adlandırmalıyız. “Kendim için ne yaparsam mutlu olurum?” sorusuna cevap bulmalı, korkularımızın sebebini bilmeliyiz. Anlamlandıramadığımız her yaşanmışlık gözümüzün önünü göremeye engeldir. Beklentilerimizin çıkmazında kaybolmaya, içinden çıkılması zor labirentlerin içine dalmaya, ayaklarımıza takılan görünmez prangaların esiri olmaya sebeptir. Gönlümüze vahyin ifadesiyle buzağı sevgisinin ekilmesidir.
Ne bedenimize, ne ruhumuza ne de malımızın gerçek sahibi değilken nasıl oluyor da tek sahibiymişiz gibi düşünüp hor kullanabiliyor, elimizdeki nimetleri bile bile inkar ederek şükrünü layıkıyla yapamıyoruz?
Peki, sımsıkı sarıldığımız, onlar olmadan nefes bile alamayacağımızı düşündüğümüz her ne ise; bu kendimizi, sevdiklerimizi, kariyerimizi, malımızı, geçmişten getirdiklerimizi yani vaz geçemediklerimizi kurban edemezsek hakikate, hikmete ulaşabilir miyiz?
Rahman Furkan suresinde “ Kendi istek ve tutuklarını ilah edineni gördün mü? Şimdi ona sen mi vekil olacaksın?” (Furkan 25/43) buyurmuyor muydu?
“Tek korkum Ahirette hesap verememe korkusu” deyip akabinde “benim küçük bir derdim var büyük bir Allah’ım var” deyip, derdimiz ile baş başa kaldığımızda Rabbimizi görmeyip, hangimizin daha iyi olacağımızı sınamak için ölümü ve hayatı yarattığını ( Mülk 67/2), O’na ait olduğumuzu ve O’na döneceğimizi ( Bakara 2/156), şer görünenin ardında hayır vardır (Bakara 2/216) vaadini ve içimizdekileri dışa vermesek de Yaratıcının bildiğini ( Bakara 2/284) bildiğimiz halde Allah yokmuş gibi yaşayabilir, her esen yelden nem kapıp hasta olabiliriz miyiz?
Dillerimizin, ellerimizin, ayaklarımızın yaptıklarımızı açığa çıkaracağını ve kendi aleyhimize konuşacağını (Nisa 24/24) kendimize hesap sorucu olarak kendimizin yeteceğini bilirken hâlâ gaflet uykumuzdan uyanıp kıyam etmeyecek miyiz?
Yaratıcının sınırlarını ihmal etmeyip, haddimizi bilmeyecek miyiz? Boş ve anlamsız şeylerden yüz çevirip, bozulmuş kokuşmuş, değerlerin yeri değişmiş bir ortamda iffetimizi korumayacak mıyız?
Hasıl- ı Kelam; “İnananlar için hâlâ vakit gelmedi mi ki, kalpleri Allah’ın zikrine ve inen hakka saygı duysun ve bundan önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmekle kalpleri katılaşmış, çoğu da yoldan çıkmış kimseler gibi olmasın? ( Hadid 57/16)