Bizler iki kapılı han olan yeryüzünün misafirleriyiz. Bir gün “bir varmış bir yokmuş” diye başlayan masalları misali, bir kapısından girdiğimiz dünyadan gerçek alemimize gideceğiz.
Yalnız ve sahipsiz olmadığımızı, her an yanımızda olan, dualarımıza icabet eden Rahman’a boyun eğmemiz gerekliliğini, yapılan hiçbir yanlışın karşılıksız kalmayacağını, okuyarak ve hayatın içinde aktif olarak, nesne olmaktan çıkarak özne olacağımızı fark etmeliyiz.
Zalim olmamız gücümüzle eş orantılıdır. Devlet reisi, iş veren ya da evde ailesine kan kusturan kadın ya da erkek veya evlat olsun asla ayrı olmadığını, huzur ve sükûnete her birimizin ihtiyacımız olduğunu fark etmeliyiz.
Mutlu olmamız ancak sevmeyi bilmemizle, merhamet ve adalet üzere yaşamamızladır. Bu hal ise yakın olan dünyada öncelikle Rahman olan Allah’a güvenmekle, O’nun koyduğu yasalara uymakla olur. Zira iç dünyamızı mutlu etmemiz, içimizden gelen sesleri dikkate almamızla mümkündür.
En çok su-istimal ettiğimiz, en az kullandığımız yerimiz olan aklımız, bize verilen en büyük nimettir ve korumalıyız. Değerini düşürmemeliyiz. İçki dahi aklımızı örttüğü ve değerini düşürdüğü için yasak değil midir?
Bunun yanında aşırı derecede sevinmemiz ve aşırı derecede üzülmemiz de aklımıza zarar verir. Olmazsa olmaz sadece Allah’tır. O’nun dışında her şey olur ya da olmaz.
Aklımızı tüketmemeli, daima kontrol altına almalıyız. Okumalı, görmeli, düşünmeliyiz.
Bilgi yoldaşımız olursa insanlaşır, aklımızı da kontrol altında tutarız. İnsanlaşma sürecimizde herkesin bizim için olmadığını biliriz. Aynı zamanda da köleleşmeyiz!
Varlığını kabul etmeyen farkındalık oluşturamaz. Varlık sorularını sormalıyız.
Ben kimim? Bana en yakın cisim ne? Kâinatta yaratılan her şey bizim için, o zaman biz kimin içiniz? Yeryüzünün en değerli varlığı insandır. İnsan bu değerini nereden alıyor?
Dünyaya ilk gelen aciz varlık insanın ilk hareketi sığınmak oluyor, annesine sığınıyor. Bunu nereden öğreniyor?
Bütün meselemiz insan olmak ve insan kalmak olmalıdır. Eğer insan kalırsak tıpkı Hz. Muhammed (as) gibi rahmet kaynağı oluruz. “Ben insanlara zahmet olayım diye değil, rahmet olayım diye gönderildim.” diyebiliriz.
Yağmura da rahmet denilmiştir. Çatlayan dudaklara su, kanayan yüreklere merhemdir. Su gibi olursak gittiğimiz her yeri yeşertiriz. Problem yapan değil problemleri çözen oluruz.
Kur’an-ı Kerim; kafasında soruları olan, ayrıca yaşadığı hayata dair sorunları olan (ailevi, toplumsal vs…) insanların kitabıdır.
Müslümanlık: insan olmaktır. İnsanlığın yaşanmış halidir. Gönülden teslim olmaktır.
Ritüel ibadetler bir araçtır. Duadır. Eylemdir. İyi insan olmaya götüren vasıtalardır.
Göz görmek için, lisan ise konuşmak içindir. Bize verilen emanetleri istediğimiz gibi kullanıp, israf etmemeliyiz.
Soru sormalı ve cevabını buluncaya kadar gayret etmeliyiz. Ki mutmain olabilelim.“ Ey iman edenler! İman edin” ( Nisa: 4/136 ) buyrulmuştur. Fatih Sultan Mehmet bu ayeti anlayamamış, hocasına sormuş hocası da;
-“Davulcu vur bakalım” dersin o da vurur. Devam etmezse ve ritimli olmazsa çalmış olur mu?
Hayatımıza fetret dönemini yaşatmamalı, kesintisiz iman etmeliyiz. Sürekli imanı tazeleyecek ameller üzerinde olmalıyız.
Hayvani tabiatlara dönüşmekten amellerimiz ile imanımızı canlı tutarak kurtarmalıyız. Kalıbımız değişmez ama ruhumuz değişebilir. Bunun için ruh iklimimizi canlı tutmalıyız.
Ves-selam