“Gence Haya Yakışır” kitabımın içinden bir kesiti bugün köşemden size sunmak istiyorum. Her ne kadar üzerinden uzun bir zaman geçse de tazeliğini tutan bu makaleme, sanırım bu günlerde daha çok ihtiyacımız var. Zira medyayı birbirine katan bizim evlatlarımızın Kitabımızla alay etmesi bizi yerimizden fırlattı.
Öncesinden de iç açıcı haberler yoktu. Hastanelere cinsiyet değişimi için baş vurmuş binlerce gencimizin yanında başvurmadan fuhşiyatın içinde yaşayan binlerce yavrumuz durumun vehametini zaten dile getirmekteydi.
Lakin hakkın kaynağı olan Vahyimize yapılan bu çirkinlik, akıntının selleştiğini, azgınlığın önünün kesilmezse sünnetullah gereği bu selin önünde hiçbir şeyin duramayacağıdır..
Allah’ın emirlerini hafife alıp, Hakka tabi olunmadığı gibi alay edenlerin, toplum içinde şımarıklık yaparak azgınlık yapanların, Hak belli olduktan yani beyyine geldikten sonra ayrılığa düşüp parça parça olanların, kendi durumunu değiştirmeyenlerin sonlarının nasıl olduğunu Rahman vahyinin içinde çok net anlatmıştır. Acı akibetlerini de arkalarında bıraktıkları kalıntılarda görmemizi bir çok ayetlerinde belirtmiştir.
Bütün bu hakikatları anlattıktan sonra önceden yaşamış olanların azabı hak ettiğini, bundan sonra bu şekilde yaşayanlar için Allah’ın sünnetinde değişme olmayacağını defaatle bizlere hatırlatmıştır.
Şeytani sistemin bütün hilelerini kullandığı, sanal dünyada ölmeden cennetlerin sunulduğu, haz ve hız çağının içinde olabilecek bütün korkular ile insanlığın sindirildiği, sorgulama adına isyanın normalleştirildiği, özgüven vereceğiz diye kimselere güvenilmediği bir ortamda genç olmak, büyüyüp imanını kurtarma peşinde olmak gerçekten pek de kolay değildir.
Bu noktada tıpkı Hz. Musa gibi ellerimi alemlerin sahibine açıp; “... Ya Rab! İçimizdeki beyinsizler yüzünde bizi de helâk etme...” diye dua etmek istiyorum.
“Bizi af edin gençler!” diyerek makelemi öncelikle gençlerimize akabinde siz değerli okurlarımın yüreğine emanet ediyorum...
“Tek başına bir ümmet olan Hz. İbrahim`in bir çok imtihanının yanında, bir yandan put yontucusu müşrik babasıyla, bir yandan içinde doğup büyüdüğü toplumuyla, diğer yandan da tam yaşlılık zamanına gelen ve gözünün nuru olan itaatkâr evladıyla sınanması her birimiz için şüphesiz müthiş bir örnektir.
Hz. İbrahim Rahman’ın seçtiği Nebi Resuldür. Şüphesiz onun imtihanı çok zordur lakin O’nun itaatkâr evladı Hz. İsmail’in imtihanına ne demeli?
Hz. İsmail, babasına ne gücü ve serveti sebebiyle ne de toplum baskısı sebebiyle itaat etmiştir. Bırakılıp gittiği Mina vadisinde O’nu itaate zorlayacak bir kanun da yoktur.
Aksine itaat etmemesi için onca sebep ortadayken, ne arkasında güçlü bir aşireti, ne de O’nu ayıplayacak insanlar vardır. Annesiyle birlikte geçirdiği zorlu hayat mücadelesi ve baba otoritesinden uzak geçmiş çocukluk yılları da zorluklarla geçmiştir.
Şüphesiz Hz. İsmail kadar olmasa da dinini yaşama gayreti içinde olup idealist ailelerin çocuğu olmakta zordur. Ailesi ile mücadele vererek namazını kılan, başını örten bir genç destanlaşırken, bizim itaatkâr çocuklarımızın da nefislerine, şeytana ve topluma karşı verdiği mücadele de destanlaşmalıdır.
Anne baba olarak bizler, kanlarınızın deli deli aktığı o dönemlerinde emir almaktan hoşlanmayan nefislerinize emir vermeye kalktık. Nedenini tam anlatmadan size yapmanız gereken bütün farzları anlattık. Bunun yanında daha takvalı olmanız için sünnetleri, müstehapları, bütün nafile ibadetleri farz gibi saymadan geçemedik...
Kendi kendine sorduğunuz sorulara ‘’hiç yokmuş gibi’’ kabul ettik. İçinizdeki tereddütleri ciddiye almadık. Sorularınıza makul cevaplar veremedik. Cevabını veremediğimiz her sorunuza “Bu böyle işte kabul et...’’ dedik ve geçiştirdik.
Yaptığınız güzel işlere, kıldığınız namazlara körleştik, kaçırdıklarınız için de “yazıklar olsun ”dedik. Sanki bir zamanlar biz hiç zorlanmamış gibi davrandık.
Elbette ilk başta namaz size lüzumsuz gelecekti. Hiç susamadan su içileceğini, acıkmadan yemeğe iştah duyulacağını sandık. Tanımadığınız birine doğru yola çıkmanızı bekledik...
Mecbur tuttuk sizi... “Başka yolu yok !” dedik.
Mecbur olmasına mecburdunuz. Yalan yok, her şeyin yegane sahibi ve her şeyi karşılıksız sunan yüce Yaradan’a karşı her birimizin yapması gereken kulluk görevlerimizdi. Namaz dinin direğiydi. Namazsız Müslüman olmazdı.
Namaz; gözümüzün aydınlığıydı. Teşekkürlerin en güzeli, minnettarlığımızı ifade etmenin en zarif ve şık yoluydu. Kulluğumuzun en somut biçimi, ibadetin zirvesiydi.
Lâkin insan; zorla mı teşekkür ederdi?
Minnettarlık böyle zorbalıkla ve her daim itmekle mi olurdu?
Rabbimizin bizi ne kadar çok sevdiğini ve sevindirdiğini gösteremedik. Hiç hesapsız rızıklandırıldığınızı, sebepsiz ve karşılıksız indirilen bu kadar iyiliklerin olduğunu hissedemeyince zor geldi size ibadet yapmak. Gözlerinize bütün yapılması gerekenler, zorunluluk listesi gibi göründü
Af edebilecek misiniz ey genç?
Biz ne Hacer ne de İbrahim olabildik. Ama sizden İsmail olmanızı bekledik…