Her birimiz hızla bireyselleşen dünyanın fertleriyiz. Dünyanın globalleştiği, uzağın yakın olduğu, iletişimin en hızlı çağının yaşandığı şu ortamda olmakla beraber, hızla birbirimizden uzaklaşmakta, yalnızlaşmakta, daha mutsuz olmaktayız.
Değerlerin alt üst olup, erdemlerin ve erdemlilerin kaybolduğu şu günümüzde ne kendimize yakışanı yaparak içten huzuru yakalamakta ne de mutlu olmak için yapılan evliliklerimizde huzurun peşindeyiz.
İnadına gururumuzu ön plana çıkarıp, otorite savaşında başarılı olmak için kılıçlarımızı kuşanmış “hazır ol” durumundayız.
Boş hayallerin peşinde koşturan onca kalabalıklar içinde bizlerde kaybolmaktayız.
Şu bir gerçektir ki; dinsiz bir toplumda hayal her zaman ön plandadır. Günümüzde insanlar “Düşün başar” ninnileriyle uyutulup, bir çok metotlarla uyuduğu uykulara devam ettirilmektedir.
Peki; başarının, mutluluğun ve huzurun zenginliğe, makama, şana endekslendiği günümüzde bizim rüyalarımız nelerdir?
Hayâl; kafamızda tasarladığımız seraplardır.
Rüya ise; gökten inen bir gerçektir, bir misyondur, bir haktır.
Bunun farkında olan batılı düşünür Sören Kierkegorg “ İnsanın rüyası ne kadar yüceyse, kurbanı o kadar yücedir. Kurbanı ne kadar yüceyse insan o kadar yücedir.” demiştir.
Hak edilmeden, hemen çok kazanmak peşinde olan bizler, yolunda gitmeyen durumlarda da başkalarını suçlu görmekteyiz. Suçlu ya yaşadığımız ortam yada karşılaştığımız insanlardır. Haksızlıklara uğrayan daima bizizdir.
Evliliklerimizde de durum pek farklı değildir. “Ben” den “biz” e geçemiyoruz. Eşlerimizi tanıma gayreti içinde değiliz.
Sorumluluklarımızın gerekliliğini yapmadığımızdan anlaşmak için ortak alanlar oluşturmuyor ve ortak kararlar alamıyoruz.
Farklı dillerden konuştuğumuzdan dolayı iletişim kuramıyoruz. Bundan dolayı; sevgiyi, saygıyı, merhameti, muhabbeti yapamıyoruz. Haliyle bu hâl evimizdeki huzurun kaybolmasına da vesile yapıyoruz..
Halbuki Cenab-ı Allah Nahl Suresinde “Allah size evlerinizi huzur ve dinlenme yeri yaptı” buyurmaktadır.
Bizim bu noktada tekrar insanlığımıza dönüp, bize yakışanın peşinde olmamız ve bize yakışanı yapmamız gerekir. Elbette bu şekilde olmak dünyayı daha yaşanılır kılacaktır.
Dualarımızda “Ya Rabbi! Bana bu dünyada iyilik, güzellik ver, ahirette de iyilik güzellik ver ve bizi cehennem azabından koru” diye dua etmemiz huzur ve dinlenmenin bu dünyadaki evlerimizde olmasını gerekli kılmaktadır. Mutluluk her birimizin hakkıdır.
Mutluluk nerede başlar? Mutluluğun ve huzurun sahibi kimdir? Kendi yüreğinde huzurlu olmayan huzurun taşıyıcısı olabilir mi?
Sanıyorum bunu iyi düşünerek yola çıkmalıyız. Mutluluğun ve huzurun peşinde koşan bizler hala sorunlarımız için düşünmüyorsak çözüme ulaşamayacağız.
Gayret bizden, başarı alemlerin sahibi Allah’tandır. Bu hakikati unutmamalı, yanlış adresten istememeliyiz.
Mutluluğun ve huzurun yegâne sahibi olan Allah’a el açmalıyız.