18 Mart 1915
Vatan için uçmak, bize atalarımızdan miras.
Milattan önce 3.000’lerde Orta Asya’da,
Güneş; ışık ışık Tanrı Dağları ile Altay Dağları arasından doğdu. Uruk ve soylar topluluğu, boy boy oldu. Budunların hanları, il il toynak vurdu Anadolu’ya.
Türkler,
Yiğit, yüce gönüllü bir kavmin evlatları, Asya kıtasının cihangir fetihçileri,
Abdülkerim Satuk Han’ın torunları, Satuk Buğra Han’ın soyuydu.
Devlet üstüne devlet kurdular…
Bizim tabiatımız onurlu, bizim soyumuz yurtseverdir dediler.
Destanlar yaza yaza ilerlediler anayurda.
1071’den sonra,
Türk ruhunun sesi yankılandı yeryüzünde asırlarca:
Yukarıda gök çökmedikçe, aşağıda yer delinmedikçe,
Türk Budunun ilini, töresini kim bozabilirdi?
Binlerce yıl bozamadılar,
Çünkü
Vatan için uçmak, Türk’e atalarından mirastı.
Tamu kalleş düşmana elbette haktı.
Bir kez daha yazıldı, Türk Töresi tarihe,
Dünya sahnesinde, bir kanlı oyundu Çanakkale,
Devirler mahşeri Çanakkale.
Ölüm sessizliği çökmüştü havaya.
Cehennemin köpükleri dalga dalga vururken Conkbayırı’na,
Sesler saldırdı önce düşmana,
Dokunma toprağıma, canımı al, dokunma.
O gün ki,
Dünya Tarihinde bir belalı gündü,
Dağların yürüdüğü; göklerin güneşi önünde sürüdüğü.
Toz, duman, kan dolmuştu kâinat.
Yerde, gökte binlerce yürekte tek feryat:
Dokunma toprağıma,
Dokunma tüten ocağıma.
Kirletme ırzımı,
Dokunma namusuma.
Mahşer misali yer gök, dil söyleyemez, akıl tariften aciz.
Pıhtı pıhtı kan toprakta.
Dillerde tek dua:
“Göklerden yardım etmeyeceksen,
Daha hayırlısını ihsan et Yarab”
Şehadetim al kanlı kefenim olsun.
Anadolu’m yanıyor,
Bir tufan ki yeryüzü ikincisini yaşıyor.
Bir Kerbela ki şehitler kalkmış yürüyor.
Yedi düvelden saran düşman,
Kaç şehit verilmiş, bu değil gam.
Denizde zırhlılar, gökte çelik kanatlar,
Yerde Türk Askeri, mukavemette, direnişte, savunmada.
Bir yanda hain düşman, geride sefalet askerimi zorlayan.
Siperde patlayan bombalar, akrepler, kehleler.
Direndiler, son nefeslerine kadar.
Dayandı askerim, insanüstü bir “El ”yardımıyla!
Anadolu’m çırpındı günlerce…
Kolay mıydı öyle Türk’ü yok etmek?
Kolay mıydı, Türk Yurduna haç direğini dikmek?
Dilinde tek destur: Hür’üm, hür doğdum, hür yaşarım!
Arıburnu’nda top sesleri,
Kocaçimen Tepesi direnmede.
57.Alay, süngü taktı ve haykırdı:
“Bize ölmemiz emredildi”
Öleni görüyor, öleceğini biliyor, tek bir an duraksamıyor...
Arkada, Gebe Dağlar Türk doğurmada alay alay.
Rüzgârın dilinde, özgürlük türküleri,
Denizde, Nusret mayın gemisi,
Gemide vra! Bismillah nidaları,
Allah’ın hikmeti bir yürekleriyle,
261 Rakımlı Hüsn tepesinde.
Bir kuşak kanla boyandı.
Adı; bir vatanın dirilişi oldu,
Dalgalandı, al al olan ruhuyla.
Kor kor ateşler döküldü canlara,
Ateş tufanı göklerden.
Ufuklar dahi ürktü,
Toprak tir tir titredi,
Kurşun kurşunu havada vurdu,
Düşman Çanakkale gelincik bahçesi göründü.
Ölüm bile ölmekten yoruldu,
Bir Mehmet’im yılmadı.
Bir Mehmet’im yorulmadı.
Manzara heybetli,
Manzara korkunçtu.
Tarih şahit, bu Garbın serencamıydı.
Cehennemin yedi kapısını bilirdik,
Çanakkale, gelenlere sekizinci kapı oldu…
Vahşet ki ne vahşetti,
Yerde ki ölüler yetmez belki kurtuluşa diye, gökten ölüm yağdı kum misali.
Ana dolu, Anadolu’nun dua ve âminleriyle,
Çanakkale geçilemedi.
Yaşamak en kolayıydı, kurtuluş yolunda.
Vatanın yaşaması için, ölmeliydi binlerce can.
Öldüler birer birer…
Tarumar olsa da vatan,
Kirli çizmeler geçemedi,
Geçilmez diyerek ant içilen Çanakkale’yi.
Dillerde, yüreklerde tek söz kaldı semada;
“Baş eğmeyiz edaniye dünyay_ı dun için,
Allah’adır tevekkülümüz itimadımız.”
Elhamdülillah düşmana eğilmedi Türk’ün başı.
Türk Milleti’nin, Gazi Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşlarının:
“Ya istiklal ya ölüm” diyerek başlattıkları, Türk ve dünya tarihine, Müslüman Türk kanıyla yazılan, kurtuluş destanının adıdır Çanakkale.
Metre kareye altı bin merminin düştüğü, kurşunların havada çarpıştığı, insan aklının sınırlarını zorlayan bir mücadelenin adıdır Çanakkale! Delik deşik olmuş toprağın, her santiminden kan oluk oluk akarken, “Tanrının seçilmiş evlatları” olduklarına inananların, akan kanda boğulduğu bir büyük destandır. Yarım milyon insanın öldüğü, dünyada tek güç olduğunu düşünen batılı emperyalist güçlerin, tam donanımlı mekaniklerini, maddiyatını; bir ülke insanının maneviyatının yerle bir ettiği, imkânsızlıkların mucizesinin yaşandığı yerdir Çanakkale.
Mantık sınırlarının çok ötesinde, insanüstü bir direnişin adıdır,
Yeryüzünde kıyametin koptuğu yerdir Çanakkale!
Batının husumet duygusuyla; İslam’ın Pişdarı Türklerin tarihi, ateş oldu, kan oldu burada kapıştı…
Churcill, savaş sonrası çıkarıldığı mahkemede neden bu savaşı kaybettiniz? Sorusunu şöyle cevaplayacaktı:
-Anlamıyor musunuz?
“Biz Çanakkale’de Türklerle değil, Allah’la savaştık. Tabii ki yenilecektik!
Süngü taktılar, boğaz boğaza çarpıştılar. Tam 650 şehit birden Hakk’a uçtular. Cehennem çukurunda, Hz İbrahim’in gülleri açtı, Koca Çimen’de…
Hamilton’un söylediği gibi; “ Gebe dağlar akın akın Türk doğurdu” o gün. İki siper arası sekiz metrelik mesafede öleni görüyor, öleceğini biliyor bir an bile duraksama yok.
Duraksamadılar,
Çünkü
Vatan onlarda aşktı. Aşklarına ulaşabilmek için, ateş denizinden geçti kınalı kuzular.
Vurula vurula geçtiler. Acıyı, kanı, vahşetin en ağırını yaşaya yaşaya geçtiler.
“Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna ya Rab ne güneşler batıyor,”
Demiş ya Mehmet Akif,
Bir hilal uğruna,
Vatan uğruna,
Bayrak uğruna,
Gök kubbede yankılanan ezanlar uğruna vurulup yattılar.
Anaların kınalayıp, evlatlarına Hz. İsmail’i yoldaş seçtiği; Hz. İsmaillerin kurban olsun vatana diye gönderildiği bir büyük mabet yeriydi Çanakkale.
Gelibolu geçilirse; “Ne iman kalırdı ne kitap, ne vatan kalırdı ne toprak, ne namus kalırdı ne şeref…”
En çaresiz kaldıkları anlarda,
Yetiş ya Muhammet yetiş ya Allah dediler, Alçı Tepe o an kurtarıldı.
Yere düşen şehit: “Neden zahmet ettin ya Resul Allah” diye kalktı, Hakka yürüdü…
Churcill haklıydı!
Orada düşman, hem yerin altındakilerle hem de üstündekilerle savaştı.
Çanakkale geçilmez dediler, geçirmediler! Sancak yere düşmez dediler düşürmediler. Son asker şehit düşerken, Alayın Sancağını bir ağacın dalına astı, yine de yere düşürmedi sancağını.
Bu güne kadar savaşın nedenlerinden oluşumuna, yaşanan vahşet anlarından, savaşın sonuçlarına kadar belki de on binlerce eser yazıldı. Hepsi şüphesiz çok değerli eserler. Fakat bir eser var ki her okuduğunuzda gözyaşınız damla damla ıslatır yüreğinizi.
Gözleriniz ağlar, gözyaşınız şiire dökülür, şiirin kelimeleri ağlar…
Vatan Şairimiz, Mehmet Akif Ersoy’un, Çanakkale Şehitlerine ithafen yazdığı şiiri, ahde vefa sayılabilecek kadar derin ve o anları tüm benliğinizle hissetmenizi sağlayabilecek kadar duygu yüklüdür her kelimesiyle.
“Bu taşındır diyerek Kâbe’yi diksem başına;
…Uzanırken gece mehtabı getirsem yanına,
…Ey şehid oğlu şehid isteme benden makber,
Sana agusunu açmış duruyor Peygamber…”
Bir nesil bu dizelerle uğurlandı tarihimize.
“Asım’ın nesli… Diyordun ya, nesilmiş gerçek,
İşte çiğnetmedi namusunu çiğnetmeyecek.”
Asım’ın nesli!
Ve…
Sonra ki nesiller!
Durduk.
Durduğumuz yerde, bir şeyler oldu. Toplumca şok haline girdik. Dün, kanımıza dokunan ne kadar sorun varsa bu gün şaşılacak derecede sorun olmaktan çıktı. Yapmayız dediğimiz ne varsa yaptık! Ama biz şaşırmayı da bıraktık. Trajik bir hafıza kaybı mıydı yaşanan, koptuk tarihimizden?
Dünya bozuldu, insanlar değişti. Biz de değiştik. Bırakın geçmişimizi elimizde tutmayı, bu günümüze bile tam sahip çıkamıyoruz. Bireysellik karmaşası, öyle bir hale getirdi ki bizi, iki kuşak öncesi yaşananlar hafızamızdan bilinçli olarak silindi. Oysa nereden geldiğini bilmeyen toplumlar nereye gideceklerini de bilmezler!
Anlatamadık,
Yeni nesle, milli mücadelemizi tam anlatamadık. Çanakkale’yi anlatamadık. Oysa Çanakkale öyle bir dönemdi ki bizim yeniden varoluş sebebimizdi. Bu mücadele tam ve ruhuyla bilinmeden ne bu günü millet olma şuuruyla yaşayabiliriz, ne de o ruhu hissetmeyen yeni nesil, bu ülkenin yarınlarını kurabilir.
Lloyd George, Avam Kamarası’nda şöyle söylemişti, üçlü anlaşmalar yapılırken:
“Türkiye sahneden siliniyor diye üzülecek değiliz !”
Öncelikle yeni nesil, bu cümleyi çok iyi anlamalı.
Milli şuurumuzun yer yer grileştiği, algı ve kimlik parçalanması yaşadığımız günümüzde; Mehmet Akif Ersoy’u anlamaya çalışmanın tam zamanıdır.
Görünen o ki yaşanan acılar çoktan unutuldu…
Vatanın toprak yığınına, bayrağın bez parçasına, ezanların, insanları rahatsız eden cılız minare seslerine, erdemlerin erdemsizliğe, şehitliğin kelle sayısına, yurt severliğin dini ve etnik şovenizme dönüştüğü günümüzde yurdum insanı şaşkın ve çıkmazlarda. Ne yapacağını bilmez halde. Alacakaranlık kâbusunun orta yerinde gibiyiz milletçe! Bireysel bencillikle günü kurtarmaya çalışan; tepkisiz, sessiz insan yığınları olduk ne yazık ki.
Günümüzde yaşanan toplumsal keşmekeşin arkasında ki ilk neden: Milli şuurumuzun unutulması hiç şüphesiz. Toplumsal ilişkilerden bireysel ilişkilere ve hatta devletlerarası ilişkilere kadar öne çıkan baskın tutum, kişisel çıkarlar, sömürü davranışları ve en açık şekliyle sonuç;
Yabancılaşma.
Kime yabancılaştık?
Kendimize!
Örnekleyelim:
Turgut Özal döneminde, ülkemize çağrılıp eğitim sistemimizdeki yanlışlığın kaynağını bulmaları istenen Japon pedagog gurubunun çıkarımları, ne kadar acı ve ne kadar düşündürücüdür.
“Sizin gençlerinizde “ Milli şuur” yok denir!
Türk yetkililer üzerinde şok etkisi yaratan bu açıklamadan sonra Japon heyet kendi çocuklarına bunu nasıl kazandırdıklarını açıklarlar. Biz çocuklarımızı, sizden aldığımız ÂMİN Alay’ını (Osmanlılarda çocuğun 4 yıl,4 ay,4 gün olunca başladıkları eğitimin adı)kendi toplum yapımıza uyarladık. Bu yaşlarda çocuklarımızı, Hiroşima ve Nagazaki’ye götürürüz! Atom bombasıyla hiç bir canlının yaşayamaz hale geldiği bu yerler çocuklarımızın taze hafızalarında hiç bir zaman silinmeyecek derin izler bırakır. Bu şok görüntüler çocuklarımızda “Milli Şuur Bilinci” oluşturulur.
Tam bu sırada bir Türk yetkili; “Ama bizim Hiroşima ve Nagazaki’miz yok ki der !”
Japon pedagog, sözü söyleyen Türk yetkiliye döner: Sizin de metrekareye altı bin merminin düştüğü, Çanakkale Muharebeniz var der.”
Ve ekler; Çanakkale Zaferinizi gençlerinize öğretmek için, Mehmet Akif’i tanıtmalı ve Safahat’ı mutlaka gençlerinize okutmalısınız!
Safahat ve Mehmet Akif!
Türk toplumuna verilen öğüte bakar mısınız?
Bu günlerin yaşanacağını anlamış olmalı ki bu öğüte maruz kalan toplumumuza cevabı, Mehmet Akif vermiş zaten:
“Ey sıkılmaz ağlamazsın, bari gülmekten utan”
Bu gün durgunlaşan, hissizleşen ve değer bilmezliğe yönelen beyinleri, yakalandıkları çağımızın en kolay düşünce yapısı, teslimiyetçi halden, dinamik, nereden geldiğini, nasıl gelindiğini hatırlatacak başkaldırıcı ve birleştirip bütünleştirici düşünce ve güçlere ihtiyacımız var.
Mehmet Akif, kazanılan İstiklal Harbinin, o en kötü şartlarını ve o günlerin milli ruhunu bu güne kadar dize dize en sağlam taşıyıcılardan. O, Milli Mücadeleye, Asım’ın neslini hazırlayan fikir adamı!
Evet, yüzümüz ileriye dönük olmalı, çağdaş, özgür ve tam bağımsız Türkiye için.
Fakat!
Ara ara geriye de dönüp bakmalıyız, bu günlere gelebilmek için verdiğimiz mücadelenin o kanlı ve acı izlerini hatırlamak için.
Hatırlayalım,
Bu vatan için,
Kendi cenaze namazını kılan 15’lileri,
275 kiloluk top mermisini sırtına vuran Seyit Onbaşıyı.
Sonra düşünelim:
Churchill’in, Çanakkale’de yok edilemeyen Türklerin nasıl yok edilebileceğini anlattığı sözlerini. “Balık suda yakalanmaz. Bu balıklar Türklerdir, su da onların dini. Onları dinlerinden uzaklaştırmadan onları yenemeyiz. Ben artık Türkler suda yakalamaya çalışmayacağım, her gün bir kova suyu bu havuzdan alacağım. Nitekim su bittiğinde Türklerde ölecektir.”
Gelin bu günkü çıkmazımızdan kurtulup “Milli Şuurumuzu yeniden oluşturmak adına biz de 57.Alay gibi pasaparola oluşturalım milletçe!
Churchill’lerin havuzdaki suyu boşaltmasını durup seyretmeyelim.
Kim olduğumuzu, nereden gelip nereye gittiğimizi idrak etmek adına, İlahi kitabımız Kur’an’ı, Gazi Mustafa Kemal Paşanın Nutuk’unu ve Mehmet Akif Ersoy’un Safahat’ını okuyalım, yeni nesillere okutalım.
Topla, tüfekle, ateşle, barutla savaşarak geçemedikleri Çanakkale, bu gün kültürel yozlaşma ve yeni nesilde bir türlü oluşturamadığımız “Milli Şuur” yokluğundan geçilebilir…
Bu gerçeğin farkında mıyız?
Zira 104 yıl önce geçilemeyen;
Bir büyük inançtı,
Bir büyük milli ruhtu,
Tokatlı 15’lilerdi,
Seyit Onbaşıydı,
5. Kolordu,
14.Piyade,
5. Alaydı…
Ve bir askeri deha; Anafartalar Grup Komutanı, Mustafa Kemal Paşaydı.
Ve bu nedenle, Çanakkale geçilmez değil; Çanakkale geçilemedi!
Hülya BULUT