DOLAR 0,0000
EURO 0,0000
STERLIN 0,0000
ALTIN 000,00
BİST 00.000
Hülya Bulut
Hülya Bulut
Giriş Tarihi : 07-03-2019 09:34

Allah kadını yarattı. Erkek, Allah yarattı demedi!

Allah kadını yarattı, o an göğün rengini gül rengine boyadı.

Kadın yaratıldı, dördüncü cemre yüreklere düştü. Kadın bildi görevini, yaşadığı yerleri gül bahçesine çevirdi.

Bir kadın; “O, güneşte dolaşırken ben gölgede oturamam” dedi, o gün yaşam anlam kazandı.

Ya! Allah kadını yaratmasaydı?

Kadın; önce insan sonra kadındı. Doğurganlığın yegâne gücü, doğurganlık ise yaşam demekti, hayatın devamı demekti! O güç yoksa bu yeryüzünde, her şey kocaman bir hiçti!

Hadi itiraf edin, düşündünüz, çok kısa bir an bile olsa şöyle geçti aklınızdan; Buram buram feminizm kokan erkek düşmanı bir feministin yazısı. Ne mutlu buraya kadar okuma zahmetine katlandıysanız, yanıldığınızı görme şansınız olacak.

Çünkü ben bir feminist değilim!

En azından toplumda akla gelen, ilk kötü çağrışımlı algısı; erkek düşmanı, silikonlu, stokocu salon feministlerinden değilim.

Ya, Allah erkeği yaratmasaydı sorgusunu yapacak kadar da babamı çok seviyorum. Ve inanıyorum ki Âdem ile Havva’nın günahının eşitliği kadar eşitiz!

İnanç olarak da bilimsel olarak da her şey çiftler halinde eşli yaratılmıştır. Eşli yaratılış evrenin var olma ve varlığını sürdürebilmesi için kesin gerekliliktir. Eşi olmayan hiçbir şey bütünü tamamlayamaz. Atom altı seviyedeki en küçük parçacıkların her birinin de bir eşi vardır. Evrende ki bu eşli yaratılışın tek gayesi birlik ve bütünlükle düzene hizmettir.

Erkek ya da kadından önce insan olma noktasından bakalım, yaradılış farklılarımızdan kaynaklı yaşanan, ölümcül sorunlara.

Tecrübe, anlama derinlik katar diye, atalardan başlayalım dedik söze,

Demez olaydık,

Olmak sorunsalı, bir kuru nefes gibi üfledi yüzümüze, olmamak karanlığına gömüldük.

Ne saçı uzun, aklı kısalığımız kaldı; ne eksik etekliğimiz. Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin diyen ecdadın çocuklarına, şimdi biz neyi nasıl anlatacağız?

Öğrenilmiş bir kültürün, hak görülen yaralarını kurutmak için nasıl çare bulacağız?

Derken;

Yanlışı destekler gibi havada uçuşan atalar sözüne karşılık, asırlar öncesinden bir ses, ses veriyor çaresizliğimize.

 “Kadınlar size Allah’ın emanetidir”

İnsan hakları evrensel beyannamesinden tam 1316 yıl önce söylenmiş sözlerdir bunlar! Peki,  ne oldu da biz duyamadık o sesi? Günümüzde, insan hakları çığırtkanlığı yapıp, inancımız hakkında yanlış ve eksik yorum yapma aymazlığına düşen, İslam kültürünü ve Müslüman âlemini yeren zihniyete neden yenik düştük biz?

 _ “Şahit ol Yarab, şahit ol Yarab, şahit ol Yarab” diye yakaran Peygamber Efendimizi (s.a.v) biz duasında neden yalnız bıraktık? Kaçımız insan haklarını, özgürlüğü, eşitlik ve adaleti bildiren Veda Hutbesi’ni okuduk, anlamaya çalıştık?

Ne yazık ki,

Hiç birimiz hakkıyla yapmadık bunu!

O hutbe ki; “Dünyayı çirkinleştirmeyin, birbirinizle iyi geçinin” mesajının verildiği insanlığa ilk sesleniş değil miydi?  Ne yazık ki bu ilahi mesajda kurtaramadı insanları.  İnancının gölgesinde bu mesaja da sığınamadıysa kadın, hayatla ölüm arasına gerilen yazgı ipi, kana bulanmaya devam edecek demektir.

Cahiliye devrinde diri diri toprağa gömülen kız çocuklarını düşünün! Ne farkı var o zihniyetten, yaşadığımız çağda kadına şiddet uygulayıp, onu zamansız hayattan koparan köhne düşüncelerden?

Kimi kıskandı dövdü, öldürdü; kimi kendi güvensizliğini bastırmak için tecavüz etti, öldürdü…

 _Sen peki dedi hâkim, sen niye öldürdün?  

 _Çok seviyordum hâkim bey, sevgimden öldürdüm!

Nasıl korkunç, nasıl ürpertici bir ruh halidir bu?

Gereği düşünüldü(mü): Başını öne eğdi, kravatı da var, pişmanmış da; bir de sevgisinden öldürmüş.

Hal iyi, indirelim.

İndirin kadının cenazesini toprağa, siz de izlemeyin ey cemaati Müslim, üç beş kürek toprak atın üzerine.

Biz nasıl bir toplum olduk böyle? Ve bizler nasıl insanlar olduk, olan biteni sadece izliyoruz.

Yoksa

Allah’ın ilk emrini “oku” değil de izle mi anladık?

İzliyoruz!

“Erkek erkeği döverse zevkle, Erkek kadını döverse hiddetlenerek, Kadın erkeği döverse gülerek, Kadın kadını döverse, bakışlarımız nahoş bir zevkle ışıldayarak seyrediyoruz.” Siz şiddeti yaşam felsefesi yapanlar, kendinizden güçsüze fiziksel, ruhsal şiddet uygulayarak dış dünyada ezilen kimliğinizi, hırpalanan kişiliğinizi kazanamazsınız.

Acizliktir sizden güçsüze el kaldırmak. Öğrenilmiş çaresizlik sizinkisi.

Ve sindirilmiş çaresizlikle;            

Kadınlar, çığlık çığlığa susuyor bu toplumda. Şiddetin her türlüsüne maruz kalan kadınların acı çığlıkları ve ölü kadın bedenleri asılı duruyor, hayatın anlam bozukluğu gibi, yaşamın orta yerinde. Clara Zetkin ile Rosa Luxemburg çoktan toplamıştır göklerin kızlarını, recmi sorguluyordur yıldızlar âleminde.

Biz,

Kadınlar günü:

Salonlarda, tırnağı kırılsa dünyanın sonuymuş gibi davranan, ful makyaj, bol ışıltılı kıyafetli kadınlar kutlasın. Kısa kısa cümleler kurulsun, kurulan kısa cümleleri bile akıl hafızasına kayıt edemeyip, kâğıttan okusunlar, alkışşş… Kadın; anamızdır, avradımızdır, bacımızdır, “Cennet anaların ayakları altındadır.” …Temalı sosyal medya mesajları paylaşılsın çokça, bilmem kaç yüz muhteşem beğenili, sonra unutulsun sözler!

Hepsi bu mu yani?  

Oysa ölümlerin gölgesinde, devrik cümleler kurulur arka sokaklarda.

Son beş yılda, binlerce kadın katledildi bu ülkede…

Erkek şiddeti,

Devlet şiddeti,

Ekonomik şiddet,

Toplumsal şiddet ve cinsel şiddetle katledilen binlerce isimsiz kadın, yaşam hikâyelerini yarım bırakarak, sessizce ayrıldı aramızdan…

Ne oldu da çıldırdı bu insanlar? Sevgiyle cennet yapmak varken hayatı, hangi gizil yaralara dokunuldu da cinnet geçirir oldu bu insancıklar?

Cennet, hani anaların ayakları altındaydı? Kadınlar, neden erkek milletinin o yaralayıcı kesiminin ayakları altında eziliyor?

Bu dünyada kadın olmak ne menem şeymiş dedirten hayat, yaşamı dar etti kadınlara. Utanmasalar; “Dikkat Kadın Var” yazacaklar sokak tabelalarına.  Bu coğrafyada kadınlar, yaşadığı hayatın içinde, yaşam yanlarından akıp giderken kendisiyle karşılaşmıyor. Pencere pervazlarında, hiç yaşayamadıkları hayatlarını bekliyorlar ömürleri boyunca. Ve gün geliyor o yaşanası ömürler, ellerinden alınıveriyor.

Habil’in Kabil’i öldürdüğü, insanın ölümle tanıştığı o ilk kanın sıcaklığı, genizleri yakan ağır kokusu hiç gitmedi yeryüzünden… Akla da gelmiyor değil hani, o ilk kanın diyetimi asırlardır kadına ödettirilen?

“İlk kan, ilk cinayet” değil miydi bir kadın yüzünden?

Dünya kuruldu kurulalı bir yerlere sığdırılamadı kadın. Hiç bir yere ait olamadı. Hep sürgün hayatlar yaşadı.

Hep çıplak bırakıldı.

Ve kadınlar çok üşüdü!

Vay, sen misin üşümekten şikâyet eden denilip; Orta çağda çırası kadın olan ateşlerde yakıldı.

Gözlerine yansıdı çaresizlikleri, sesine yansıdı gönül kırıklıkları. Hayatın kıyısına sürüldü, kendi yalnızlıklarında yaşadı kadın. Ruhu çöktü, bedeni çöktü. Bakışları boşaldı. Yüzünde çizgiler derinleşti kadının…

Acıya batmış kelimeleri ağızdan boşaltmak ne kadar zormuş.

Sahi, kadın neydi sizin gözünüzde?

Çocuk, mutfak, ev, nesne…

Yemeğin tuzu muydu cezanın dozunu arttıran?

Oysa fazla gelen size, kadının sevgisiydi.

Kadın şiddet gördü;

Korktu diyemedi,

Çok sevdiğinden, demedi!

En güvendiği babası değil miydi eşiğinden yolcu ederken; Gelinlikle çıkıyorsun, anca kefenle dönersin bu eve yeniden diyen.

Dönüş yolları kapandı, o gün kadının.

Gün geldi,

Gökyüzüne kurduğu pembe zincirli salıncağının zincirleri koptu kadının,

Arkasından yüzüne kapanan kapıya baktı,…

Mıh gibi yapayalnız bırakıldı, sustu kadın. Issızca sustu.

Biliyordu ki bir kez olan bir daha mutlak olurdu.

Oldu da!

Ve haykırdı kadın; ıssızca haykırdı, insanlık denen o boşluğa;

“Şimdi yardım edecekseniz edin, çünkü benim için yarın olacak mı bilmiyorum!”

Ve gün geldi gülden kan damladı, cennet bahçesine. Ay parçalandı, tek tek yıldız oldu gökte.

Dövdünüz, aldattınız, tecavüz ettiniz, öldürdünüz nihayetinde! 

Siz, hiç ölümün kokusunu duydunuz mu genzinizde? Hırıltılı, sarı, genizleri yakan o kokuyu.

Var olmak ile yok olmak arasında zaman geriye kırıldı, bir kadın duydu o kokuyu.

Kurşun rengi yağmurları indiriverdi gönül çatısından, bir zamanlar çok sevdiği adamın üzerine.

O gün kadın, en kanlı cinayeti işledi,

O yapmasa öteki yapacaktı. Ölen mi öldürülen mi olmak ikileminde, kemiğe dayanan bıçak kayıverdi o can havliyle. Ölmekle öldürmek arasında ki o incecik çizgide, kan bulaştı kadının ellerine.

Biliyor musunuz?

Biliyorsunuz!

Kadın kana alışıktır. Erkekler, ancak bir yerleri kesildiğinde kan görür, kadın öyle mi ya, hayatı boyunca devri daim o kokuyla yaşamaya mahkûmdur! Göz ardı edilmeye çalışılsa da bu doğanın gerçeği bastırılır. Ürkmez kadın, midesi kalkmaz kadının, kanın o yakıcı sıcaklığı onu boğmaz.

Kadın şefkatle yoğrulmuştur, ondandır ıssızca susmaları. Hayatın kenarına çekilip, bilmem kaç derece ısınan yağda, patlıcan kızartır, fesleğenleriyle konuşur. Yaşamsal acılarının kıvılcımları yakarken içini, sadece ağlar kadın, patlıcan kızartırken mutfağında.

Dün, ertesi gün, gelecek geçen günler de, bu sabah o koca değil midir, kendi nikâhlı karısını rakı sofrasına meze etmeye kalkan? O değil midir, öz kızının üzerine abanan; dna sonucu babasıdır çıkan, kumar borcuna karşılık kadının namusunu masaya yatıran? Karnında bebeğiyle karısını satmaya kalkan… Bir erkeğin kanına dokunan olaylar, diğerinin dehşetli erdemsizliği.

Bir tek namusu ve çocukları için duyduğu korkudur, kadını eyleme geçiren. Ve meşru müdafaadır eylem! Kadın şefkatle yoğrulmuştur, yoğrulmuştur da kızgın tavada balık gibi yaşamak da zordur.  Yaşamayana, anlatılan her şey hikâyedir.  

Töre dediler, öldürdüler.

Namus meselesi dediler, öldürdüler.  

Oysa her kesin namusu kendine dedi Çilem, az sonra kendine doğrultulacak silaha ilk o ulaştı, ateşledi.

Adam öldü!

Ne diyeceğiz şimdi?     

Kader mi?

Allah mekânını cennet etsin mi?

Ölen ölür kalan sağlar bizim mi?

Olanla ölmüşe çare bulunmaz mı?

İzin ver ben anlatayım olanı dedi Çilem:   

Olan şöyle oldu hâkim bey: “Cahilliğime verin, inanın sahil yolunda bir tek balon bile vurmuşluğum yoktur. Ama içimden hayatta kalma mutluluğunu da atamıyorum. Erkekler takım elbise giyip, kravat takınca cezası iniyor. Benim kravatım yok. Ölen ben olsaydım, o size beni adamlara pazarlamaya kalktığını söylemeyecekti, benim patlıcan fazla kızarmış diye yediğim dayakları da söylemeyecekti.  Namusumu temizledim diyecekti, yandan gülüşlü resmi mi tahrik sayıp, bir de üzülecektiniz adama. Oysa namus benimdir hâkim bey! Bir kâğıda imza attık diye kimselere bırakmam.” Nokta.

Öncelikle suç, suçtur. Kadını erkeği olmaz elbet. Mazeretler, cezayı hüküm aşamasının sığıntıları gibi, küçük nedenler olmalı! Burada önemli olan düşüncenin, eyleme gelene dek yaşanan sürecindeki olumsuzluklara çareler üretilmesi. İnsan iktidarı denen ezici gücün, güçsüzlere yaşattığı her türlü haksız fiilin önü, nasihatlerle değil de keskin yasalarla kesilmeli.

Şimdi

Duygularla düşüncelerin düğümlendiği bu nokta da duralım! Ölen mi öldüren mi ikilemlerinde yapılan sorgulamalar da verilir yanlış kararlar:

Kadın mağdurdu; kadın katil, kadın suçlu oldu.

Ben onu öldürmesem, o beni öldürecekti dedi kadın.

Olağan dışı bir süreçte, nefsi müdafaadır olan. Bir anlık cinnettir ve bir defalık gücün el değiştirmesidir!

O vurdu, ben de vurdum!

Güçsüz olan öldü.

Yatarım, çıkarım yine gelirim dedi adam, geldi öldü(rdü)!

Nasihat edildi, söz verdi, sözünü unuttu öldürdü!

Kendimi savundum, savunamayan öldü!

Saplantılı düşüncelerle saldırıldı,

Kendimi korudum, koruyamayan öldü!

Aile içi sırdı, sırlar ortaya döküldü… Bela kalbe inince insan, insanın canına okudu. Yaşam dosyaları, cinayet damgasıyla kapandı.

Oysa

Sonrası pişmanlık. Keşkeler, yapmasaydımlar, yine kurtulamadımlar yitip giden canlar, geriye kalan hayalsiz hayatlar, hayat artığı insanlar…

Cevapsız ya da çözümsüz değil aslında sorular. Tek sorun soruların sorulma zamanlamasında yapılan hatalar. Nasihat verilip, bir daha ki ölüme dek unutulacak konular değil bunlar. Ya da salon feministlerinin üç beş kuru sözüne alkış tufanı kopartılarak çözülmez kadın sorunsalları.

Dudağımızı çok kez ısırttı hayat bize. Zamanı geri alıp, kayıpları kurtaramayız. Fakat olacak olanları engelleme şansımız var.

 Ölen öldüğüyle kalan pişmanlıkları ile kalmasın istiyorsak geride,

Geleceği doğru oluşturabilmek için geçmişin yanlış algıları yıkılmalı öncelikle. Mesela dedemin her söylediği doğru olmayabilir. İlahi mesajlarda akıl süzgecinden geçirilip, akledilmelidir. Zira akıl bunun için var! Yeryüzüne kadın olarak gelmek, suç değildir. Kadınlar, zaten bu suçu kabul etmiyor. Yasak elmayı kadın tek başına yemedi. Kovulduysa insanoğlu cennetten, kadın erkek birlikte kovuldu!

Ataerkil bir dünya düzeninde “kadın olmak suçtur” algısının yıkılması gerekiyor öncelikle. Dünyada sadece bir defalık gölgelenme şansı verilmiş insana,

O şansta, kadınlar ürkek serçeler gibi yaşıyor, titreyerek ölmeye yatmak zorunda bırakılıyor.

Ve  

Balıkçıların vicdanını ele geçirememiş olacağız ki, balıkçılar balık satmaktan vazgeçmiyor.     

Bir de,

Zamanın ruhuna aykırı yengeçler, geri geri gitmekte ısrarcı… Ondandır, biz Nalıncı Yokuşunda tırmanıştayız halen…

Kılı kırk yardık yine, bana müsaade. Dilimde güneşin aşk şarkıları, öncelikle başlığımı “Allah insanı yarattı; İnsan, Allah yarattı demedi” olarak değiştirip, taşın üzerindeki yosun misali sevdiklerimi bir kat daha sevmeye, sevgimin gölgesinde nöbete gidiyorum. İnsanca yaşamak ve yaşatmak için.

Hayat devam ediyor, dünyayı değiştirmek elimizde. Yürünecek çok yol, kurulacak çok hayal var. Kimse kimsenin hikâyesini yaralamasın, kimse kimseyi hikâyesiz bırakmasın.

Hülya BULUT

NELER SÖYLENDİ?
@
Hülya Bulut

Hülya Bulut

DİĞER YAZILARI Samsunlu Olmak Mı Samsun’da Yaşamak Mı? Yüzyılın Özeti Kristal Çağ Yeni İnsan - Yeni Zaman Covid-19 Türkiye Evde Kal Kızlar kardeşlerini doğuruyor! Ey Türk milleti, Demokrasimiz ölüyor! Yüzde 150 Zamla Bedevi Çölünde Su Kuyusu Mu Açacaklar? SMA hastalarına getirilen kriterler İnsan haklarına aykırıdır! Çanakkale geçilmez değil, Çanakkale geçilemedi! 14 Şubat’ta Kimlerin Aşkını Kutsuyoruz? Gençlik nereye gidiyor? Bandırma Vapuru’nun Ruhu Dört Cariyeli Hayallerin Topuk Sendromu ​Zencefilli Gazoz Öyle yüzünüze dümdüz! Şingah Ergenekon Bir ihtimal daha var! Kaçın! Yıkım ekibi geliyor, Kaçmayın! Demokrasi var! Kıraathane Enstitülerinde Kek Mevzu Akıllı ol ey eylül! Eğer Tanrı Varsa… ​Hadi İyisin Yine İstanbul Yine Sen Kazandın Şehzade Mustafa’nın Katli “ Kanlı tuğra ” “Allah’ın gözüne batan cumhurbaşkanı” Dârus-Selâm’da Bayram Sabahı Benim çocuğum yapmaz demeyin, yapar! Melike’ye ne oldu? Zimem Defteri Balkısı Suikast! “Son içeceği süt olacak” Kehle-i ikbal damat Rüstem’den Rüşvet fatihi damatlara! Cemal Safi Islak Kentin Aşk Çığlığı Sustu Tapınakçılar ve suikastçiler Evangelistler! Çanlar beş kez çaldı adalet öldü dediler! Benim Nikâhımı Hahambaşı Kıysın Kundağımda Kan Sesleri +18 Tanrım Konuş Benimle… Yazmak &“kalecinin penaltı anındaki endişesi” Emani Arrahman, Mülteci Sorunu Değil İnsanlık Sorunu Düşünmek suç değildir! Zeugmalı Çingene Kız Büyük İskender Efsanesi Bir ihtimal daha var! Mutemet Beyin Kaçan Delileri Pembe Pozitifbüslerde Panik Havva’nın kızları nihilist(mi) oldu? “İki ana dünya sistemi üzerine diyaloglar” (1632) Islak Kentin Sakinleri Ve Mihrak Laleleri Lanarkalı ve sarı sarf vakası Çok afilli bir hastalığa yakalandım baba Mandıra filozofları! “ konak’ın önünde buluşalım” ​Siyonist Haçlı Noel Baba’nın Korkunç Şifreleri Meydan Mektebinden Darbe Güncesi Ermeni Mezalimi Ahde Vefa Ahsenü’l Kasas Yusuf U Züleyha Er Mektubu Görülmüştür ! Adem’in İlk Eşi Kimdi?
KÖŞE YAZARLARI TÜMÜ
NAMAZ VAKİTLERİ
Gazete Manşetleri
Yol Durumu
BURÇ YORUMLARI
  • KOÇ
    Koç Burcu
  • BOĞA
    Boğa Burcu
  • İKİZLER
    İkizler Burcu
  • YENGEÇ
    Yengeç Burcu
  • ASLAN
    Aslan Burcu
  • BAŞAK
    Başak Burcu
  • TERAZİ
    Terazi Burcu
  • AKREP
    Akrep Burcu
  • YAY
    Yay Burcu
  • OĞLAK
    Oğlak Burcu
  • KOVA
    Kova Burcu
  • BALIK
    Balık Burcu
ANKET OYLAMA TÜMÜ
E-Bülten Kayıt
ARŞİV ARAMA