-Soğuk bir gazoz içer misiniz? Diye soruyor adam, kadına.
-Yok, ben gazoz içmem!
Hem hava soğuk, gazoz da malumunuz soğuk, ne gazozu bu havada?
-Zencefilli gazoz!
Kadın, ellerini birleştiriyor masada.
Adam, bir tuhaf hal seziyor kadında.
-Siz, az biraz tedirgin mi oldunuz?
Kadın, bozmuyor suskunluğunu. Adam suskunluğun tahlilinde:
Bir ince ayrıntı ışıldıyor belleğinde, bir adım geri çekiliyor adam.
-Tabi yaaa, siz de o nesildensiniz!
“Aç bir gazoz, susuzluğunu gider” bu sloganı bile yanlış anlayan bir nesil.
-Gazozu duydunuz mu, Nuri Alço geliyor aklınıza.
-Biz de kötü adam, masum genç kız repliği yaptık, de mi abla?
-Niye baktın öleee anlamlı anlamlı? Nasıl korkutmuşlarsa sizi…
-Ama sen korkma. Bir zamandı geçti gitti.
(Geçti gitti de daha berbat bir zaman geldi, der gibi bakıyor adamın yüzüne kadın)
-Ne biz Nuri Alço’yuz, ne siz on yedilik Kezban.
(Kezban?)
-Aman kızım, herkesin verdiğini içme!
İlaç atarlar içine,
Aman haaa!
Etraf elinde hap, alçak dolu. Uyuturlar maazallah… Kötü emellerine alet ederler seni.
Söz dinleyenler kurtuldu, dinlemeyenlerin akıbetini, bilen yok…
-Hey gidinin gidisi günler.
Gidili gidili de nereye gidili? O zamanlar anneler anne, babalar baba gibiydi, arkadaş değil! Ne arkadaşı gözünüzü seveyim, anne annedir; baba baba! Ama sorun o değil tabii modern aile olucaktık! Göremedik tuzağı, oturduk tezgâha. Ne zaman ki akıllarına koydular aileleri parçalamayı, önce bir televizyon girdi evlere sonra ikinciler! İşte o ikinciler var ya onlar bozdu düzenimizi. Amigdalaları hasarlılar o ara türedi içimizde. Çatıştıkça çatıştık geçmişimizle yeni peydahlanan dille… Eee mecburen anlamadık birbirimizi.
-O değil de şölecene ağız tadıyla bir gazoz içemediniz, dedi adam. Rahmet Bedevi Çölünü bastı, siz o çölün orta yerinde elinizde gazoz şişesi yüz bin baloncuklu hayaller kuramadınız.
-Kışkırtmış gibi olmayayım, size de yazık oldu!
…
Duvardan ses geldi tak tak, abladan tık yok…
-Haydaaa, çattık abi.
-Abla bi baksana bana, üzerimde pembe ipek röpteşambır, elimde buzlu viski bardağı falan mı görüyorsun?
-“Gel yavrum ben senin amcanım, amca baba yarısıdır,
-Bana baba diyebilirsin de demedim!
-Yani ben, o değilim!
İçiniz rahatladı mı, yoksa başkacana Yeşilçam replikleri de saydırayım mı?
-Vay anasını sayın seyirciler, bizi en iyi yürekli, kötü adam Nuri Alço sandı ablam.
Güzel ablam, Arap şeytanlığıyla küçük hesaplar peşinde koşmayız biz.
Cezalarını kesip, kötülerden kurtulmak vardı ya zamanında;
Cam kürenin üzerinde ellerini birleştirenler, dünyanın vicdanını yağmaladılar. Amel defterlerinin ateşiyle ısınırlar artık cehennemde.
Ey Kari!
Sessizliğini bozmadı ya kadın. Üfledim oysa düğümlerine, dokuz boğum gırtlaktan tek söz çıkaramadık ya bunca söze!
Neyse dedi, adam;
Akordeon çalan pencerenin önüne tahta bir sandalye attı, güneş ışığı keyifsiz sırtına vurdu adamın. Boyun bağını düzeltti, İstanbul duygusallığında devam etti sözlerine:
Dağınığız, dedi adam. Fakir uyuşturucusu verilmiş gibi kanı çekilmiş yüzlerin. İsa’nın gözünün karası gitmiş, cin çarpmış çarmıhta akı kalmış göz çukurlarında. İsa mektup göndermiş Meryem’e hasımlarımız var diye. Üç harfliler musallat olmuş hepinizin bedenine. Şarlatan cinci hoca, “bir tane kız mıdır kadın mıdır bilmem” birinin cin çekmiş içinden şırıngayla. Kafayı sıyırmış maymunlar muskalarla.
Çocuklar, konuşamayacak halde!
O halde biz konuşalım onların yerine:
-On söz dökülüyor ortaya, dokuzu yemin.
Yemin ederim ben demedim… Bunların hepsi iftira,
Bir zamanlar Çam ailesi vardı, şimdi de Palular çıktı karşımıza!
İşe yaramaz heriflere yardım ve yataklıktan alsın tüm ülkeyi cumhuriyetin savcıları.
Yasaklama RTÜK sende önüne gelen kelimeyi!
Mushaf’taki sıralaması yetmiş ikinci, iniş sırasına göre kırkıncı, Araf süresinden sonra, Yasin süresinden önce diye mi arayacağız, Cin sûresini?
Zaten cümlenin iki ucunu bağlayamıyoruz bu günlerde. Sen de beceriksizlik, ben diyeyim rezil bir yorgunluk. Ne ileri, ne geri gidebilecek takatimiz kalmadı. Karanlıkta körebe oyunu bizimkisi.
-Be hey! rayından çıkmışlar;
Büyüyle,
Kırmızı tabakta çekirge yeseniz değişir mi tadı?
Gün batımında camların yansıması vurdu kadının yüzüne. Dilimde ki bağı çöz dedi kadın, kalbine.
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Rabbimizin kaleme yemini aklımda, Nun kaleme ve söylemekte olduğum kelimelere and olsun ki:
Allah önce Âdem’i yarattı, ona beyanı; konuşmayı, anlama ve anlatmayı öğretti. İnsana bahşedilen tüm özellikler aklını kullanarak, düşünmek, bilmek, hakikati öğrenmek, yaşamak ve yaşatmak üzerine inşa edildi sevgi ve akıl dini, son dinimizde.
Hastayız, vücudumuz da ne eksik?
-Zencefilli gazoz mu?
-Adı da çok afilliymiş.
-Ver bakim ondan.
Kadın bir yudum aldı gazozdan.
-Aman efendim, ben bu yaşa kadar zencefilli gazozsuz nasıl yaşamışım? Hayatı çekemeyişimden anlamalıymışım, dedi.
Yaş geldi, kadının gözlerinden.
Malum gazoz, gaz yaptı.
-Ne büyük eksiklikmiş gazozun zencefillisi. Günah soluğu içine üfledikleri.
Ölen bir kalbin, bir aklın kanı var içinde!
Ölüler evinden anılar fışkırdı, bir gazoz muhabbetiyle.
Boşuna söylememiş Orhan, Abidin’e: “Allah kimseyi hardaldan etmesin” diye Hardalnamesinde.
Ne zaman ki dedemin evinde gazozla iftar bozar olduk, bozulmaya başladı maya. Bu hikâye bizim hikâye değildi oysa.
Bu işte bir yanlışlık olduğunu, ilk hikâye anlatıcısı anneler anladı, gazozun yasaklı günleri de böylece başladı.
Aman kızım herkesin verdiğini içme.
Aman haaa…
Etraf Nuri Alço dolu.
Dolu ya biz de doluyuz artık!
“Bir ihtiyacınız var mı diye bakmıştım” diye yaklaşanın,
Dalıyoruz cin fikirlerinin bozuk niyetine.
Fakir mahalle kızlarının içindeki gürültüden şikâyetçi maymun bir cinci, ispirto içiriyor küçük kızlara. Dualarımız avuçlarımızda kalıyor. Dilleri kesilmiş kadınların, korkudan ar perdeleri yırtılmış, susuyor.
Bir tas suya üfürmekle görülüyor madem her şey, siz de üfleyin suya yüzleşin kendinizle. Siz de duyun artık zekâsı durmuş paslı saatlerin tik taklarını.
Sokaklara yüzsüz insanlar çiziyorum. Kafalarının içini karakalemle dolduruyorum önce,
Ölüm, mutlak adaletin tecellisi, kötüler için tecelli mekânı cehennem ise; Getir bir tas su, üfürücem cehennemin içine.
Cehenneme üfürük soğukluğu düşüyor. Kıpkızıl ateşin ışıltıları arasında, tövbekâr ağızlardan siyah kuşlar uçuruyorum. Su kırılıyor önümde. Suyun kırılması tuhafıma gitse de bir tas suyun içine kirli yürekleri atıp yıkayan bileksiz eller görüyorum. Uzun tırnaklı, simsiyah eller.
Saç tellerimiz uçuşsa da rüzgârda, biz ruhumuza abdest aldırmışız; “Şeyhim salla değneğini, ışınla bizi uzaya” muhabbetlerine kanmayız.
Sizi var ya sizi baş aşağı incir dalından sarkıtacaksın ki kan gitsin beyinlerinize. Bizi ziyadesiyle tiksindiriyorsunuz. Merakıma mucip, dikkatimi cezbetmiyor sahte halleriniz.
Siz var ya siz!
Şam Şeytanları,
Bir nefeslik kirli üfürük korkusuyla;
Nefessiz bıraktınız insanları.
Çocuk sesleri sokaklardan, kuş sesleri göğümüzden gitti. Nar ağacından sarkan ayaklar artık sakin. Ağacın yanaklarında iri gözyaşları donmuş. Meryem artık soğuğu hissetmiyor. Titreyen minik bir vücudun içinde bir kurşun kendini öldürüyor. Kırık at kemiği bataklığın çamuruna saplanmış. Efendisini takip eden siyah gölgeler bir bir devriliyor önümüzde, cansız uzanıp yatıyor. Karanlık gökyüzünde binlerce gözsüz baykuş kafası, gözlerini dikmiş şehirlerin üzerine. Ağaç dallarında yürüyen, kafasız ihtiyarlar görüyorum.
Adamın hayretten gözbebekleri büyüyor, nutku tutulur gibi oluyor, kadın korku kokluyor havada.
-Şaka abim şaka. Allah’ın manyakları, bir tas suya taş atmış çıkarmaya çalışıyorum.
İnandım her insanın içine kaçmış bir iblis var. Oysa olmayanı varmış gibi göstermek, bir hayal kıvılcımına bakar. İnsanı şaşkınlığa uğratacak ne çok kötü hayat hikâyesi önümüzden sessizce akıp geçiyor.
Kötüler, bizim korkularımızla besleniyor.
Evet, biz gazoz içemedik ama bir nesli de o gazozlar korudu, sapkın ruhların işkencelerinden.
-Şimdi ki nesli kim koruyacak peki? Diye soruyor adam. Bir Nuri Alço daha yetiştiremedik!
-Yanılıyorsun, yetiştirdik diyor kadın.
-Tatlı sert Sherlock’umuz var artık. O programlar toplumu yeşillendirmek için yapılmıyor. Olanlar olabileceklerin teminatıdır; izleyin ders alın, akıllanın, kanmayın üç gramlık beyinleriyle cin olup şeytan çarpmaya kalkan zır delilere diyor…
Adam,
Kafasında deli sorular; 4 cinayet, onlarca tecavüz, işkence, nar ağacına bağlı kadınlar, cinler, periler… öylecene bakakalıyor kadına.
Kadın,
Zencefilli gazozuna leblebi atarken soruyor:
Nerede bu devlet, nerede bu millet, nerede adalet? Nerede din, nerede ahlak, nerede…?
Ve neden öldü o çocuklar bizim gözümüzün önünde?
Hülya BULUT