Dışarıdan bakınca sadece beton duvarlar... Kimi zaman gri, kimi zaman paslı...
Ama biz o duvarların ardında ne olup bittiğini çoğu zaman merak etmeyiz.
Cezaevleri bizim için genellikle "ceza"nın mekânıdır. Oysa ben geçtiğimiz günlerde Düzce T Tipi Açık Cezaevi’nde bambaşka bir dünyaya tanıklık ettim.
Üç yüzden fazla mahkumun yaşadığı bu kurumda sadece cezalar infaz edilmiyor; aynı zamanda hayat yeniden kuruluyor.
Her şeyin griye boyandığı bir yerde, renkleri elleriyle yeniden var eden insanlar var içeride. Kurumun dış cephesi boyanmış, bahar temizliği yapılmış.
Bunlar belki dışarıdan sıradan işler gibi görünür. Ama o fırçayı tutan elin geçmişini, yitirdiğini, yeniden bulmaya çalıştığını düşündüğünüzde, her hareketin bir anlamı oluyor.
Açık Cezaevi bünyesindeki seralarda organik sebzeler yetiştiriliyor. Düşünsenize, toprağın üzerine eğilen mahkumlar, bir domatesin filizlenmesini bekliyor.
O küçücük filizin içinde bir özgürlük düşü var belki de. Güneş ışığında büyüyen her yaprak, içerideki bir yüreğe umut aşılıyor.
Atölyelerdeyse üretim sürüyor. Sadece kuruma değil, dışarıya da hizmet eden işler yapılıyor. El emeğiyle işlenen her parça, bir sabır imtihanı gibi…
Üretiyorlar, kazanıyorlar, kendilerini yeniden inşa ediyorlar. Köy Enstitüleri’ni hatırlatıyor bana bu sistem.
Toplum olarak affetmeye pek yatkın değiliz. Ama unutuyoruz ki, her insanın ikinci bir şansa ihtiyacı olabilir. Ve o şans bazen bir fırça, bazen bir kürek, bazen bir çapa olabilir. Oradaki insanlar bir umutla yaşıyor. Cezaevinin dışına çıkacakları günü değil, yeniden kuracakları dünyayı bekliyorlar.
Soğuk duvarların içinde yankılanan çekiç sesleri, fısıltı gibi geliyor kulağıma:
Umudun müjdecisi olmalı !
Evet, belki de cezaevlerini sadece kapatılan kapılar değil, yeniden açılan hayatlar üzerinden konuşmamız gerekiyor.
Çünkü bazen duvarların ardında, duvarların dışından daha fazla hayat var.
Selam ve Saygıyla...