Arnavutluk Devlet Başkanı Edi Rama, Başkent Tiran’da Vatikan tipi “Bektaşi Devleti” kurulacağını açıkladı. Dünya basınında ilgi gören açıklama, ulusal basınımızın da ilgilendiği konular arasında. Balkanlarda yaşayan yüzbinlerce Bektaşi’nin yanında, ülkemizde benzer inanca sahip milyonlarca Alevi vatandaşımız var. Arnavutluk’ta resmi olarak tanınan ve çok kıymet verilen Bektaşilik, Türkiye’de kurumsal anlamda temsil edilemiyor.
Yeri gelmişken Bektaşilik ve Alevilik farklı kavramlar mıdır? Sorusuna yanıt vermekte yarar var;
Esasları bakımından Ehlibeyt inancı ve Hz. Ali sevgisine dayalı olarak birbirine çok benzeyen Bektaşilik ve Alevilik aslında pratik ve teorik olarak farklı iki anlayış. Alevilik mezhep, Bektaşilik ise bir tarikattır. Alevi ailenin çocuğu doğumdan itibaren Alevi olarak kabul edilir. Buna karşılık annesi ve babası Bektaşi olan çocuklar aynı şekilde doğmuyor. Ebeveynleri hangi din ve mezhebe bağlı olursa olsun ergenlik çağına gelen bireyler, dergâh tarafından kabul edildiği takdirde bir mürşide bağlanıp Bektaşi olabilir. Ülkemizde bu inanca sahip olanlar çoğunlukla Alevi, Bektaşi değil. Alevi vatandaşlarımız benzer değerlere sahip olmaları nedeniyle Hacı Bektaş Veli’ye olan derin hürmetlerinden dolayı, kendilerini Alevi – Bektaşi olarak tanımlıyor.
Ülkemizde Bektaşiliği devam ettiren görece küçük bir kitle var. Buna karşın Balkanlarda durum çok farklı, Tuna nehrinin ötesinde Osmanlı’dan günümüze yüzbinlerce Bektaşi varlığını sürdürüyor. Sadece Arnavutluk’taki Bektaşi nüfusu 115 BİN. Makedonya, Bosna - Hersek, Macaristan, Romanya, Sırbistan, Yunanistan ve Kosova’yı da hesaba katarsak sayısı milyonlara varan Bektaşi’den bahsetmek mümkün.
Avrupa; birçok ülkesinden daha fazla sayıda olan Bektaşilere kayıtsız kalmaz. Türkiye’deki alevi nüfusu da Balkanlara dâhil ettiğimizde, milyonlarca kişiden oluşan devasa bir topluluk karşımıza çıkıyor. Ayrıca Bektaşi ya da Alevi olmayıp bu inanca sıcak bakan, Seküler Türklerin sayısı yadsınamaz. Avrupa Birliği içinde milyonlarca insanı şemsiyesi altına alan bir inanç sisteminin, egemen güçlerin iştahını kabartması oldukça doğal.
Balkan Bektaşileri, Osmanlı İmparatorluğu aracılığı ile kabullendiği inanç ve yaşam biçimini günümüze en saf şekliyle aktarmayı başarmış. Hukuk sistemlerinin de buna uygun olması nedeniyle, Bektaşiliği Osmanlı’daki gibi sürdürüyorlar. Türkiye’de kaybolan Mücerretlik, Arnavutluk’ta muhafaza ediliyor. Dervişlerin sakal bırakma ve Kisve-i Ruhani adı verilen özel kıyafetleriyle dolaşma geleneğini devam ediyor. Türkiye Bektaşilerinden çok daha katı, gelenekçi tutuma sahipler. Kendi dillerini konuşsalar dahi ibadetlerini Türkçe yapıyorlar.
Bektaşilerin dünya çapında bir merkez oluşturma arzusu yıllardır sürüyor, bu arzularını kutsal saydıkları Nevşehir’in Hacı Bektaş ilçesindeki Hacı Bektaş Veli Külliyesi’nde gerçekleştirmek istiyorlardı. Fakat Türkiye’nin mevcut siyasi şartlarında bunun mümkün olamayacağı anlaşıldı.
Türkiye Bektaşileri, yolu gereği gibi devam ettirememiş, müntesiplerin tekkelerden ayrılmasını önleyememiş, arada istisnalar çıksa da genel olarak liyakatli Postnişinler yetiştirememiştir. Ülkemiz Bektaşiliğindeki temel eksiklikler, zaman içinde patronajın Türkiye’den Arnavutluk’a kaymasına yol açtı. Türkiye Bektaşileri dağılma sürecine girip erkânı saptırmasalardı, Balkan Bektaşileri tıpkı eskiden olduğu gibi Türkiye’deki Dedebaba ’ya bağlı olmaya devam ederdi. Tarikata Türkiye’dekilerin önderlik yapamayacağına kanaat getiren Balkan Bektaşileri, Tiran’daki Dünya Bektaşi Merkezi’ni inşa ederek katarın lokomotifi olduğunu duyurdu.
Bektaşi erkânına göre; Dünya üzerinde bir tane Dedebaba ve ona bağlı on iki Halife Baba bulunması, Dedebaba ’nın Dünya’daki tüm Bektaşilerin kabul edeceği merkezde ikamet etmesi bir gereklilik, hatta zorunluluktur. Bedri Noyan Dedebaba ‘nın hakka yürümesinden sonra Haydar Ercan’ın Dedebabalığa seçilmiş olmasına karşın, bir grup müntesip tarafından kendisine isyan edildi ve Mustafa Eke Halife Baba, Dedebaba olarak kabul edildi. Dünyada iki tane Dedebaba olmasının Bektaşi erkânı açısından mümkün olamayacağı bilinmesine rağmen bu durum uzun süre devam ettirildi. Aynı tarikat içinde iki Dedebaba ’nın varlığına haklı olarak tepki gösteren Balkan Bektaşileri, Reşat Bardi Halife Baba’yı Dedebaba olarak tanıdıklarını ilan ederek Türkiye’deki Bektaşilere sırtını döndü. Böylece dünya üzerinde sadece bir tane bulunması gereken Dedebaba sayısı üçe çıktı. Reşat Bardi Dedebaba ‘nın hakka yürümesinin ardından yerine Mondi Baba olarak bilinen Edmond Brahimaj getirildi.
Türkiye Bektaşileri Mustafa Eke’nin hakka yürümesinden sonra yeni Dedebaba seçmeyip Haydar Ercan’a biat ettiler. Ancak halen Balkanlar ve Türkiye’de birer tane olmak üzere iki Dedebaba var. Aynı anda iki Dedebaba bulunması, Bektaşiliğin gereği gibi devam ettirilemediğinin en önemli kanıtıdır.
Bugün Arnavutluk’ta yapılmak istenenin, günümüzdeki kargaşaya son verip Bektaşiliği töresine, erkânına uygun hale getirmeyi amaçladığını öngörebiliriz. Fakat işin arka planında kimlerin olduğunu bilemiyoruz. Bu aşamada ister istemez Arnavutluk Devleti’nin iradesini aşan küresel bir gücün varlığını sorgulamak akla geliyor. Sembolik olsa da Avrupa’da yeni bir devlet ilan etmek Arnavutluk’un tek başına karar vereceği iş değil. Vatikan benzeri Bektaşi Devleti oluşturma fikrinin arkasında G.Soros, FETÖ ve Papalığın olduğu iddia ediliyor. Papalık ile Bektaşiliğin bir araya getirilmesi ilginç bir düşünce.
Bektaşilik dinlerin yaramaz çocuğudur. Vahşi kapitalizmin, terör odaklarının, Vatikan’ın gölgesinde zapt edilemez. Karmaşık ilişkiler sisteminin parçası olamaz, özgün yapısı buna izin vermez. Her şeye rağmen eğer böyle bir senaryo dayatılıyorsa, malum güç odaklarının işin içine girmesi durumunda oluşacak yeni yapılanmanın, Bektaşilik olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Bu yolda hüsnü niyetle atılmayan her adımın zaman içinde akamete uğraması kaçınılmazdır.