Muhàrip… Savaşçı. Savaşma, muharebe etme yetenek ve melekeleri olan.
Türk Milleti muharip bir millettir. Çoğu Türk Boylarının yarı göçebe ve göçebe yaşamasının en büyük sebebi savunmadır. Düşünün erkekler harbe gider, şehirleri, obaları kadınlar savunur.
Ölürse şehiddir, kalırsa Gàzi. Gàzi mi? Gaza eden, cihàd eden demek…
Muhàrip kişilikte hem yetenek olacak hem de meleke. Her ikisi de büyük ölçüde genetik değil mi?
Peki, cihàd nedir?
İ’lày-ı Kelimetullah için harp etmek, savaşmak, mücadele etmek. Gaye-i hayat edinmek…
İ’lày-ı Kelimetullah nedir? Allah’ın emirlerini, önce yaşamak, sonra yaşatmak, sonra yüceltmek…
Mücàhid nedir?
Cihàd eden kişi. Yani İ’lày-ı Kelimetullah için harp eden, savaşan, mücadele eden, İ’lày-ı Kelimetullah’ı gaye-i hayat edinen kişiye de Mücàhid diyoruz.
Özetle, Mücàhidliğin iki vasfı var.
Birincisi İ’lày-ı Kelimetullah’ı yani Allah’ın emirlerini, yaşamak, yaşatmak ve yüceltmek…
İkincisi ise, Muhàrip olmak…
Bu ikisi olmadan Mücàhid olunur mu? Düşününüz…
Tarihimize bakınız.
Allah’ın emir ve yasakları sulandırılmadan tatbik edilirdi. Töremiz ve Millî terbiyemiz kitap ve sünnete uygun hâle getirilmişti. Dedelerimiz, ninelerimiz bizim gibi farzı, sünneti bilmiyorlardı ama amel ediyorlardı. Müthiş değil mi?
“Eli silah tutan!” denirdi. Silah ne? Yerde bulduğun taştan, kırıp sopa yaptığın daldan, evindeki kazma, kürek, balta… gökte uçurduğun jete kadar, denizde yüzen muhribine, dağlarında koşan tanklarına varana kadar hepsi silahtı…
Peki hangi değerler için savaşılırdı? İ’lày-ı Kelimetullah, hangi değerler üzerine inşa edilmiş, ete-kemiğe bürünmüştü? Hangi değerler mukaddesti? İ’lày-ı Kelimetullah ne ile yaşardı? “VATAN, MİLLET, DİN, DEVLET” olmazsa, İ’lày-ı Kelimetullah’ı ihyà edemeyiz demişti ecdàdımız.
Bosna Müslümanları, Yugoslavya Kralı varken 1938 yılında bastırdıkları ilmihalde TÜRKLÜĞÜN ŞARTLARI’nı yazmışlardı… Bizim entel dantel Müslümanlarımız oralara gidene kadar 500 yıl böyle öğretmişlerdi.
Neydi TÜRKLÜĞÜN ŞARTLARI?
1. Kelime-i Şehàdet, 2. Namaz kılmak, 3. Zekât vermek, 4. Oruç tutmak, 5. Hacc’a gitmek, 6. Cihàd etmek…
Muhàripliğin Vasıfları nelerdir?
1. VATAN, MİLLET, DİN, DEVLET ile ifadesini bulan değerlere Bayrak, Namus, Ezan gibi toplumun gönlünde sembolleşmiş değerlere sadàkâtle bağlı olmak. Bu değerleri her türlü ideolojinin üzerinde tutarak, menfaatleri için istismâr etmemek.
2. Yüksek ahlâk ve kuvvetli maneviyata sahip olmak.
3. Cesàret ve şecàat.
4. Canını esirgememek. (Canını budaktan esirgememek.)
5. Harbe, savaşa fikren ve bedenen daima hazır olmak.
6. Çevresi ve insanlarla iyi geçinmek.
7. Sır saklamak.
8. Emel ve fikir birliği’ne bağlı olmak. Millî menfaatleri şahsi menfaatlerinin üzerinde tutmak.
9. Fedàkâr ve yardımsever olmak.
10. Millî terbiyeye uygun davranmak ve İntizam severlik.
11. Şahsiyetiyle, feràset ve öngörüsü ile örnek kişilikte olmak.
12. Liderlik vasıflarına sahip olmak.
13. Daima öğrenmeye hevesli olmak. İlim ve fen ile asrın icapları ile alàkâdar olmak.
14. Her türlü taassup ve yobazlıktan beri (uzak) olmak.
15. Gerektiğinde sorumluluk almak, inisiyatif kullanmak.
Yukarıdaki maddelerin çoğu TSK İç Hizmet Kanunu Md. 85- 86 var. Hani bir dönem düşman ilân edilen Şanlı Ordumuz ve İç Hizmet Kanunu’nda… Kanun nereden almış bu maddeleri peki? Muharip ve Münevver Milletimizin İslâm ile yücelmiş töre ve terbiyesinden süzülmüş âdet ve ananelerinden… Düşünün lütfen dağdaki Mehmetçik, afetlerde göçük altına kurtarmaya giren fedàkâr vatan evlatları, tarihimizin yiğit ataları bu vasıflarda değiller mi? Babaannelerimiz bize bunları öğretmedi mi?
Yavuz Selim Ata’mız harbe giderken “Ölürsek cennet bizim, kalırsak devlet bizim.” demedi mi?
Şimdi vicdanlara soruyorum.
Muhàrip olmadan Mücàhid olunur mu?
Gülümüz SAV. timsâl kişiliği ile yukarıdaki vasıfları öğretmedi mi? Bedir’e, Uhud Meydanı’na çıkanların İ’lày-ı Kelimetullah’ı ihya kavgasına yürüyenlerin muhàriplik vasıfları da yukarıda saydıklarımız değil miydi?
Bugün maàlesef siyaset, Millî Eğitim, tarikât ve cemaatler eliyle muhàriplik vasıflarımız yok ediliyor. İnsanlar tektipleştirilmeye çalışılıyor. Gerçek özgürlüğün Rabb’imize kul olmak olduğu yerine pasif, diràyetsiz, sorumluluk alamayan ve inisiyatif kullanamayan sadece bir şekle girerek ait görünüp şahsi menfaat temin etme çabasında kişilikleri zayıflatılmış bireyler oluşuyor.
İstenen belki de bu… Bilemiyoruz.
Öyle bir hava ile yapılıyor ki bunlar 1400 yıldır İslâm Toplumu olmuş, Mücàhid ceddimiz yanlış yaşamış şimdikiler her şeyi eleştiriyor, düzeltiyor.
Sırf bir yığın kargaşa ve anarşi barındıran birilerinin kitaplarını okuyup kitap yüklü merkeplere dönüşerek, aslî bilgiden, tarihî ve medenî mes’ûliyetlerden kaçarak kimse ortalıkta mücàhid pozlarında gezmesin. Bu sümüklü adamlara da prim vermeyelim.
Çok büyük sorun var. Ehli olanlar çalışmalı. Nihàyetinde ben Din Adamı ya da İlàhiyatçı değilim.
Demek ki, “Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz.”mış.
Mücahit olmadan mücahit olunmaz.
Bugün korku yayıyorlar, korku dayatıyorlar. Maalesef 28 Şubat Süreci Zulüm ve Adaletsizlikleri, sonrasında FETÖ’nün zulüm ve adaletsizlikleri üzerinden kısaca adaletsizlik ve korku üzerinden siyaseti şekillendirip halkı oy depoları haline getiriyorlar. Halk çözümsüz kalıyor ve kaba tarafgirliğe yöneliyor. Bu körlükten Aziz Milletimizi kurtarmalıyız.
Milletimiz oy vermeli elbette. Ancak tercihlerini ferdî olgunluğu, feràset ve sorumluluğu ile hür iràdesi ile yapmalıdır.
Üç kıtaya Ordularla yürümüş, âleme nizam vermiş Kutlu ecdàdın evlatları… Artık Merhum N. Fazıl’ın Sakarya Şiiri’ni herkes okuyor da anlayıp idrâk edeni kalmadı değil mi?
“…
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
…
Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!
…
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..”