Bir Türk için duyguları, eylemleri, hisleri ve istekleri anlatmak, tanımlamak ve ifade etmek için kullanılan Türkçe kelimeler/kavramlar aynı olsa da zaman geçtikçe ve insanların yaşadıkları dönemin kültürel, ekonomik ve sosyal şartlarına göre kavramlara yeni anlamların yüklenmesi ile algılarda köklü değişiklikler olabiliyor.
Nesiller arasında ki bu anlam-kavram kayması veya farklılığı o kelimeleri kullanan nesiller arasında ki zaman aralığının artması ile daha da belirgin hale geliyor. Daha da kötüsü bu farklılık anlam-kavram karmaşasına hatta nesiller arasında “ kuşak çatışması” dediğimiz bir tür zihinsel algı ve sosyal birliktelik Savaşı’na neden olabiliyor.
AİLE kelimesi de bu ifadelerden bir tanesi.
Bundan yaklaşık 70-80 yıl kadar önce insanlar “alıcı ve verici” olarak birbirleri ile “iletişim” kurduklarında verici (mesaj sahibi) olan insan içinde “Aile” kelimesi geçen bir cümle/ileti/mesaj kullandığında karşısında ki alıcı (mesaja muhatap olan) konumunda ki insanın “aile” kelimesinden anladığı tek ve ilk şey babaanne, büyükbaba, karı-koca ve çocuklardan oluşan topluluk ve bu insanların bir çatı altında beraber yaşadığı “sıcak bir yuva” bir ev gözünün önüne gelirdi.
Şimdi ise “aile” kelimesi/mesajı/iletisi aynı olmakla beraber günümüz insanlarının özellikle de büyükşehirlerde yaşayanların %90-95 lik bir bölümü için aile “karı-koca ve çocuk(lar)” dan oluşan, 1+1 denilen küçük ve dar bir alanda herkesin kendi hayatını yaşadığı, aile üyelerinin(!!!) yemek yemek, tuvalet, uyku ve cinsel dürtülerinin doyurulduğu, Müslüman Türk insanı için bermuda şeytan üçgeni de denilen içgüdüsel/hayvani ihtiyaçlarının tatmini ile sınırlandırılmış adına da “çekirdek aile” denilen bir yapıdan başka bir şey değildir.
Bu yapıyı ilk oluşturan kadın ve erkek daha sürecin en başında, aile kurumunun temellerini atmadan önce “şimdi evleniyoruz ama anlaşamazsak ileride boşanırız” düşüncesiyle yola çıkmakta, bu düşüncenin kaçınılmaz bir sonucu olan bir evlilikte de “fedakarlık, diğerkamlık, empati, anlayış ve sabır” gibi insani hasletlere “aptallık” olarak bakmakta ve bu düşünce sekli ile yapılan bir evliliğin ve kurulan ailenin süresi de kartondan yapılan bir geminin ömrü kadar, yani bir tartışmalık, “fırtınalık” olmaktadır.
Evlenirken “anlaşamazsak boşanırız” düşüncesinde olan kadın ve erkeklerin bu düşüncesi ve tavrı ailenin tatlı meyvesi olan çocuğun da aileye katılmasını geciktirmekte ve ailenin tam bir aile olmasına engel olmaktadır.
İçinde çocuk cıvıltısının, sevgisinin, meşguliyetinin ve sorumluluğunun olmadığı evlerde yaşayan kadın ve erkek bu milletin eskilerinin değimi ile “eksiktir”, aile değildir, sadece “karı-koca”dır.
Hatta bazen büyükşehirlerde adına “mahalle baskısı” veya “toplum kuralları” denilen toplumsal yaptırımlar (ayıplanma, kınama, dışlanma vb yaptırımlar) ile muhatap olmak istemeyen veya bu tür baskılardan korkan ve birlikte yaşamak isteyen sevgililer (kadın, erkek) evlilik işinin resmi boyutunu (onlara göre basit bir imza işi) tamamlayarak, birbirlerinin hayatlarına mümkün olduğu kadar müdahale etmeden ve gerektiğinde, ihtiyaç hissettiklerinde sadece aynı yatağı, yemeği, faturaları ve evi paylaşmakla sınırlı, kendi “özgür hayatlarını” yaşamalarına engel, ayak bağı ve yük olacağını düşündükleri bir çocuğun annesi ve babası olmak istemedikleri bir birlikteliği “aile kılıfında, görüntüsünde” yaşamak istemekte veya yaşamaktadırlar.
İşte bu nedenle de bu topraklarda 70/80 yıl önce yaşayan dedelerimiz/ninelerimizin dillerinde, düşüncelerinde ki aile kavramı ile şimdiki genç neslin dillerinde ki, zihinlerinde ki aile kavramlarına “birbirinden çok farklı” anlamlar yüklenmesine neden olmuştur.
Diğer taraftan,
Her bir olgu, bir olay sonrasında oluşan gelişmenin sebebi olduğu gibi kendisinden önce meydana gelen başka bir olgu veya olayında sonucudur.
Dün meydana gelen ancak bugün istenmeyen birçok gelişme ve sonuç geçmişten günümüze kadar zincirleme ve bilinçli bir sekil de bir araya geldiğinde/getirildiğinde ise “kelebek etkisi” dediğimiz etkileşim zinciri nedeniyle ile dün, basit, değersiz/önemsiz veya sıradan olarak algılanan, görülen veya kabul edilen bir olgu, söz, davranış, olay bugün istemesek de yaşadığımız bir durumun, gelişmenin veya büyük felaketin sebebi olabilir.
Bugün istemesek de yüzleşmek zorunda kaldığımız toplumsal sıkıntılar ( evlilik yaşının geciktirilmesi, boşanmalar, aile içi şiddet, aile bağlarının zayıflığı, akrabalar ve komşuluk ilişkilerinde ki kopmalar, bana necilik, bireysel fayda/çıkar merkezli düşünme ve yaşama şekli vb) Türk toplumunun bir bölümünün aileye bakışını zaman içerisinde kutsaldan sıradanlığa doğru negatif yönde değişmesinin (istenmeyen ama kaçınılmaz) bir sonucudur.
Millet olarak bu sonuç ile muhatap olmamızda, bu sonucun baş sorumlusu içimizde ki hainler olmak üzere öngörüsü zayıf, basiretsiz, iş bilmeyen siyasetçi, din adamı, alim, bürokrat, eğitimci, sıradan insan vb türde her kesimden insanın söylemek ve yapmak zorunda olduğu halde söylemediği ve yapmadığı sözlerin, davranışların, vermediği tepkilerin bu güne gelmemizde ki etkisi tahmin edilenden çok daha fazladır.
Bir milletin bireylerinin köleleştirilmesi veya devletlerin yıkılmasının temel sebeplerinden olan aile bireyleri arasında ki bağların zayıflatılması ve akabinde de ailenin dağıtılarak, aile bireylerinin tamamının başta kapitalizm olmak üzere kul ürünü ve batıl olan dünyevi sistemlerin kurucusu olan zulüm sahipleri zalimler için kolay lokma haline getirilerek ülkelerin kültürel, ekonomik ve sosyal manada işgal edilmeye çalışıldığı artık bilinen bir gerçektir.
Ancak, milletimiz ve ülkemiz için bu manada henüz iş işten geçmemiş, zalimlerin işgal düşüncesi ve eylemi henüz başarıya ulaşamamıştır.
Millet olarak hala aslımıza dönüş yapma ve yeniden küllerimizden dirilişimiz mümkündür.
Peki bu nasıl olacak?
Nasip olursa bu konuya önümüzde ki günlerde bu konuya devam edeceğiz inşallah.
Abdullah Bir