Üniversite; üniversal bilginin, talep edilen, talep oluşturan ve bütün dünyada karşılığı olan bilginin üretildiği yerdir.
Üniversite; hakikat davası olan, hakikat davasının güdüldüğü, özgün ve özgür düşüncenin üretildiği, idrak ve muhakemenin harekete geçirildiği, düşüncenin sivil bir anlayışla üretime döndürüldüğü ufuk merkezleridir.
Üniversite düşünmenin, düşüncenin ve özgür düşünebilmenin birey kimliği haline getirildiği özerk düşünce yapılarıdır. Bu alanda çok önemli çalışmaları olan Prof.Dr. Yılmaz Özakpınar, ‘Üniversitelerin gayesi bilinenleri bilmeyenlere öğretmek değildir(…) Üniversite öğrenciye ne düşüneceğini değil, düşünmeyi öğretir; öğrencinin anlayışını ve hüküm verme kabiliyetini geliştirir.’ (1)Diyerek ufuk açıcı bir tespitte bulunur. Üniversitelerin gayesi bizzat bilinmeyenleri üretmek, ülkenin ve insanlarımızın ufkuna ufuk katmaktır.
Oysa bizim yönetici elitlerimiz, halkın hüküm verme kabiliyetinin gelişmesini değil, ‘kendi verdikleri hükmün’ icrasına memur tekrar ve taklit zihniyetli birey hedeflemişler.
Üniversite sistemimiz yapı olarak büyük ölçüde Abdülhamit dönemi maarif de modernleşmesinin bir ürünü olarak 1902’de kurulan Darülfünun’dan tevarüs etmiş.
Üniversite Reformu adıyla 1933 yılında yapılan değişiklikler ile önceki dönemin birikimleri toptan elimine edilerek yeni baştan bir sistem kurulmuş. Değişiklikliğin temel hedefi, yeni Cumhuriyete sosyolojik meşruiyet kazandırma misyonu olmuştur. Daha sonra ki hedef ise bu misyona uygun yönetici elitler yetiştirmek şeklinde ete kemiğe büründürülmüştür. Bu misyon ile kurulan üniversitelerimiz uzun yıllar boyunca da bu yapısını muhafaza etmiştir.
Üniversitelerimizin asıl fonksiyonu olan ülke perspektifi ve kalkınmasına uygun bilgi, bilim, kavram ve değer üretmek gibi asıl fonksiyonları ise hususan nazarı dikkate alınmamıştır. Bu nedenle bütün yirminci yüzyıl boyunca, yeryüzünün tamamında üretilen bilginin % 1’ i bile bizim üniversitelerimizden çıkmamıştır. En son 2014 yılında 32 ülke arasındaki OECD’nin bilimsel üretim sıralamasında Türkiye, son sırada yer almıştır. 2010 yılından itibaren İran’da bizi geçmeye başlamıştır.
Üniversite reformu adıyla 1933’de yapılan değişiklikler üzerine çalışmalar yapanlardan biri de merhum Prof.Dr. Hüsamettin Arslan’dır. Arslan o dönemi ve bürokratların bu konudaki zihniyet dünyasını bir sosyolog gözüyle tahlil ve tasvir etmiş:
‘’ (…) öncelikli ihtiyaç yeni devlete yeni bir resmi "ideolojik" temel, başka bir söyleyişle bir meşruiyet temeli sağlamak, modern bir bürokratik kadro yetiştirmek (…) öncelikli sorun üniversiteyi dünya üniversiteleriyle rekabet misyonuyla donatmak değil, Osmanlı geçmişinin, geleneğinin ve dinin, kısacası eski zihniyetin temsilcileriyle mücadeleyi kolaylaştıracak "politik ve kültürel" bir silaha sahib olmaktı(…).’’ (2)
Bu dönemde yetişen ilim adamı kabiliyetlerimiz ise ya yurt dışına göç etmiş. Ya da üretebilme kapasiteleri köreltilerek, düşünce alanları iğdiş edilmiştir.
Bu üniversitelerimizden yetişenler ise Edward Said’in ifadesiyle ‘kendi halklarına karşı üstten bakan, batıya ise hayranlık yüklü ‘sömürge aydını’ hüviyetine bürünmüşlerdir. Bu yapıdan da; düşünen, sorgulayan değil tekrar eden, üreten değil taklit eden ve tüketen edilgen kimlikli, kültür ve medeniyet mirasını reddeden kimseler yetişmiştir.
Bir düşünce adamımızın ifadesiyle ‘düşüncenin kuduz köpek muamelesi gördüğü’ o dönemde esasen Üniversitelerimizde fikir ve bilgi üretebilme imkânı nerede ise tümüyle yok edilmiştir.
Asıl misyonu unutturulan üniversitelerimiz, uzun yıllar boyunca ‘batıcılaşma’ ideolojisini arka plan haline getirmeyi kendisine görev edinmiş. Özellikle olağanüstü dönemlerde, ideolojik siyasi erkin elinde bir kontrol ve baskı odağına dönüştürülmüştür.
Tek amaç olarak cemiyete karşı devlette bir korunaklı alan oluşturmak görevi görmüş. Esas da ise ‘mağlubiyet ideolojisinin’ ‘ezik’ ve ‘yenik’ müdafilerini yetiştirmek gibi bir görevi misyon edinmiştir. 1960’da, 1971’de ve 1980’de darbeyi savunanlar ve darbecilere Anayasa yapanlar, üniversitelerden çıkmıştır. Askeri dönemler de Üniversitelerin bu ideolojik taraflarını tahkim etmiş. İlmi taraflarına elbette sıra gelmemiştir. Bu arada üniversitelerimiz toplumla bir aidiyet ve ünsiyet bağı kuramamıştır. Ülkenin ve cemiyetin kalkınıp gelişmesi için bir lokomotif olma rolü üstlenememiş. Bilhassa topluma karşı ideolojik karşı duruşun savunucusu bir merkez olagelmiştir.
Bu tarihi seyir içerisinde yine bir askeri dönemde 6 Kasım 1981 tarihinde YÖK yapılanması ortaya çıkmış. Daha kuruluş kanununda öğrencilerin hangi ilke ve düşünceleri savunmaları gerektiğini belirten bir yapının adı olmuştur. Böylelikle YÖK, öğrencilere ‘düşünmeyi’ ‘düşünceyi’ öğreten, kazandıran değil, ‘neyi düşünmeleri’ gerektiğini telkin ve talim hedefi güden bir yapı olarak, bugüne kadar varlığını korumuştur.
Son İzleme ve Değerlendirme Raporu, üniversitelerimizi bir daha gündeme taşıdı. Buna göre 5 temel alanda 45 gösterge baz alınarak, Üniversitelerin kendi beyan ettikleri veriler üzerinden bir değerlendirme yapılmış. Tüm bu değerlendirme alanlarında, toplam 205 devlet ve vakıf üniversitesi içinde 25 kadar üniversite öne çıkmakta. Diğer üniversitelerin ise bu değerlendirme alanlarında hiç bir esamesi okunmamakta. Mevcut değerlendirme alanları baz alındığında bile dünya ile rekabet edebilecek düzeyde bir üniversitemiz bulunmamakta. Üniversite sistemimizin bu hali ile yürüyemiyeceği aşikar hale gelmiştir. Dünya yeniden kurulmakta. Türkiye ise bu yeni kurulan dünyanın tam göbeğinde yer ve pozisyon arayışında. Üniversitelerimiz ise Türkiye’nin hızına henüz ayak uyduramıyor.
Üniversitelerimizin Türkiye’ye yetişebilmesi için:
yönetmek mümkün olmamaktadır. Bu YÖK sistem kaldırılmalı. Sistem tümüyle serbest rekabete açık hale getirilmeli. Sadece koordinasyon amaçlı bir sistem kurulmalı.
belirlenmeli. Devlet üniversitelerinde bütçe oluşturmada % 20’den başlayarak katkı payı sunulması esası getirilmeli. Yönetimde şeffaflık ve hesap verilebilirlik, hesap sorulabilirlik ilkeleri getirilmeli.
kalma kanuni engeller kaldırılmalı.
olarak konulmalı.
şekilde takip edilmeli. Bu süre sonunda bütçe/bilgi/üretim/tüketim sıralamalarında yeterli performans göstermeyeceklere başka bir yol önerilmeli. Buna ister rekabet deyin, isterseniz hayırda yarışmak. Üzerindeki ölü toprağını silkeleyip atmanın başka çare ve yolu yok.
Sağlıcakla kalın.