Bir işin nasıl yapılacağını gösteren yol, yöntem, kaide, kural, metotlar vardır.
Kaideler, işin niteliğini, değerini, estetiğini, verimini belirleyen kriterlerdir. Yerine göre metodoloji, sistematik olarak ta adlandırabiliriz.
Geleneğimiz, bu kaidelerin doğrudan insanlar arası ilişkileri belirleyen, gündelik yaşamın akışını düzenleyen bölümünü ‘adab’ olarak adlandırmıştır.
Hukukta ve genel sosyal bilimlerde bir ilke vardır: Usül, asıldan önce gelir. Herhangi bir dava da her hangi bir cürüm, kabahat söz konusu ise, hukuk toplumlarında bunun cezai bir bedelinin olması gerekir. Bu cezai bedeli, kurulu hukuk düzeni tayin ve tespit eder. Hukukun kurallarının çerçevesinde bir işlem, gerçekleştirilecekse önce usül yani yöntem şartları yerine getirilir. Fiilin; faili, davalısı, davacısı, yardım edenleri, o fiili işleyenlerin; hangi konumda, hangi şartlarda; sorgu, muhakeme ve ne tür bir ceza uygulanacağının bir usüle bağlanmış olması gerekir. Muhakeme esnasında da bu usül ve esaslara uygun hareket edilmesi, hakların ve hukukun geçerliliği açısından şarttır/gereklidir. Hukukun yerini bulması, hakkın sahibine teslim edilmesi işte bu şartlara riayet edilmekle ancak mümkün olur. Bu yöntemlere uyulmakla hak tecelli eder/edebilir.
Sosyal hayatta ve sosyal bilimlerde de bir usül vardır/olmalıdır. İşin kendisinden önce, nasıl yapılacağı daha önceliklidir. Yani önce, usül gelir!.
Bunun için ‘usulsüz vusül(varış) olmaz’ demiş atalarımız!
Bizim ilim/bilim geleneğimizde ‘adab’ olarak adlandırılan kaideler, kurallar bütününden söz etmiştik yazının girişinde. Klasik sistemimiz, ilim öğrenme aşama ve basamaklarında uyulması gerekli kaideleri 'adap' olarak isimlendirdiği kurallar koymuştur. Tüm tedrisat/eğitim kademelerinde de adabı, nezaket ve terbiye konusu haline getirmiştir. Medeniyetimiz, adabı aynı zamanda ahlakî bir nitelik olarak görmüş. Gönül ve akıl eğitimi ile ahlakî kurallar bütünü oluşturmuştur. Tahsil kademelerinin tümü usül, kaide terbiyesini yani adabı; okula giriş , başlangıç eğitimi olarak şart görmüşlerdir. Adabın bir gönül ve akıl terbiyesi 'haya' ve 'utanma duygusu' dairesinde hayata geçirilmesine de 'edep' denilir.
Edebini bilmeyi, edebini takınmayı, edep dairesini, edep dışına çıkmamayı, edep etmeyi ve kendisine sınırları hatırlatılıp ta 'edep erenlere' denildiği zaman duracağı yeri bilmeyi öğreten bir terbiye, maarif sistemimiz vardı/olmalıdır/olacaktır. Nihayet kendisine 'edebine dikkat et' ihtarını bildiren 'edep ya hu!' denildiği zaman tüm zamanların ve mekanların durdurulduğu hududu bildiren ve bu davranışın gönül terbiyesini anlatan bir maarifimiz vardı/olacaktır.
Tekkelerin girişinde ‘edeb ya hu’ yazar idi!
Zamanın kelamına döndürse idik bu hitabı; ‘zamanını, sıranı, haddini ve hududunu, yerini bekle’ 'vakarını(onurunu) koru' olarak isimlendirebilirdik!
Yunus bütün bu değerlerimizi ne güzel söylemiş:
Vardım ilim meclisine eyledim kıldım talep,
Dediler ilim geride, illa edep illa edep.
İçinde gönül eğitimini, edebi, adabı barındıran bir terbiye sistemi idi klasik sistemimiz.
Hasılı bu maarifimizin edepli, terbiyeli, müeddep insanlar yetiştirdiği bir ahlak, nezaket ve terbiye sistemi vardı.
Asırlarca devletler kuran, medeniyetimizi kıtalara, iklimlere taşıyan, yeryüzünde mamur beldeler kurup, adaleti ile bütün insanlığa hizmet eden atalarımız bütün bunları; yüksek nitelikli talim terbiye sisteminden yetiştirdikleri cemiyet ve bu cemiyeti meydana getiren insanlar ile başarmışlardır.
İthal edip iki yüz yıldır ülkemizde uyguladığımız mevcut eğitim sistemi pragmatik bir sistemdir. Eğitim sistemimiz üzerinde, 19. asırdan 1908 ikinci meşrutiyete kadar Fransız tesiri, 1920’ye kadar bir miktar Alman tesiri ve özellikle 1924’ lerden itibaren artan bir şekilde Amerikan tesirinden söz edebiliriz. Bir örnek vermek gerekirse 1968 ilkokul programı. Hazırlıkları 1955’lerde başlamış, yirmiye yakın ülkede çalışmalar yürütülmüş, değerlendirme toplantı sonucu Viyana’da açıklanmış bu program Ford Vakfının finansmanı, denetimi ve gözetiminde tespit edilip, uygulamaya konulmuştur. En önemli özelliği ben merkezci, pragmatist ve olabildiğince ferdiyetçi olmasıdır. 1968 ilkokul programı da, eğitim sisteminin sadece bir parçasıdır.
Neslimizi cendereden geçiren mevcut eğitim sisteminin kendisi terbiyeye muhtaçtır. Neslimiz mevcut maarif sistemi ile akıl, gönül ve ruh terbiyesinden mahrum kalmış bulunmaktadır. İnsan imalatı sun’i gerçeklikler, bizim değerler alanımızı kaplamakta, kapatmaktadır.
Bu eğitim sistemi, terbiye edilmelidir! İçinde milli kimliğimizi taşıyan, gelenekten gelen adabımızı ve edebimizi özümseyerek, yeni çağdaki ideallerimize yürüyüş cehdi taşıyan, bizi geleceğe taşıyacak bilgilerle donanımlı, sormaya, sorgulamaya üretmeye göre yapılandırılmış bir terbiye sistemi kurulmalı. Neslimize milli bir ruh inşa edilmelidir.
Diriliş çağımızı kurup, zamanın ruhunu ve zamana ruhunu yazacak neslimizi yetiştirecek ve mevcut eğitim sistemini terbiye edecek bir milli maarif sistemi kurmalıyız!
Sağlıcakla kalın.