Klasik zamanlarda uzun yolculukların mola mekanları hanlar idi. Bunun dışındaki mola yerlerini ise ihtiyaca binaen korunaklı ve su ihtiyacını karşılayacak alanlar belirlerdi. İller, ülkeler, kıt’alar arasındaki yolculuklar fert fert değil, gruplar halinde yapılır. Kafileler halinde yol alınır. Bu yolculuklarda da kafilenin bütünlüğünü korumaya dikkat edilirdi. Yolda kafileden kopanlar için, yol iz olmayan dağlar başında, kurda kuşa yem olmak mukadder idi. Bu nedenle kafileden, gruptan hasılı cemiyetle yürüyüşten kopmamak esas idi.
Bu durumdan ilham ile Yunus Emre ‘göçtü kervan kaldık dağlar başında’ diyerek figanını ortaya koymuş. Bir yönü ile cemiyet halinde bulunmaya manevî bir işaret vermiştir.
Uzun medeniyet yolculuğumuzun en zorlu son yüz yılını yaşamaktayız. İşte bu zamanlar, üç ayrı devrana şahitlik edenlerin aynı anda yaşadığı bir dönemi içinde barındırmakta.
‘İş de, dil de ve fikir de’ verilen çetin mücadelelerden sonra ‘dolma’ ve ‘olma’ zamanlarına doğru giden fiili ve fikri serüvenimiz oluştu. Medeniyet kervanımızın ‘tekemmül’ etme devirleri demek istiyorum yaşadığımız bu zamana.
İşte böyle bir zamanda yazı ve fikirleriyle, teorileriyle tıp ve ilim hayatımıza soluk veren, medeniyet kervanımızın bir fikir işçisi var: Erol Göka. Tam burada sözü son kitabına getirmek istiyorum: Kalpten.
Erol Göka, bu kitabında kalp ve merhamet kavramlarını kendi ifadesi ile daha derinden ‘kavramaya’ çalışıyor. Kalp ve merhamet üzerinden dünyayı ve yaşadığımız zamanı anlayıp anlamlandırma çabası, bu kitabın ana temasını teşkil etmekte.
Ana karnında insanın ilk çalışan organı ‘kalp’ tespiti ile bir girizgah yapılmakta kitaba. Bunu yaparken de modern zamanların, kalbi sadece ‘kan pompalayan’ biyolojik bir organ olarak görme haline itiraz etmekte yazar. Bizim geleneksel yapımızın ‘yürek ve gönül’ olarak vasıflandırdığı maddi ve manevi kalbi hem ‘imanın mahalli’, hem ‘takvanın mahalli,’ hem de ‘vahyin mahalli’ olarak delillendirmekte. Kalp, insan olarak hakikati kavramanın en önemli niteliği olan ‘akletmenin’ merkezi olarak anlatılmakta kitapta. Akletme melekesinin en önemli taraflarından bir kavram ile kalbi açıklamaya giriş yapmaktadır:’basiret.’ Mana olarak basiret, ‘kalben görme’ olarak tarif edilmekte.
Göka, insanın yeryüzü serüvenini en önemli pusulası olan ahlâk kavramına, kendi deyişi ile ‘olgunluk döneminin’ ışığında bir tarif getirmektedir. Ahlâkı, ‘insanın iç dünyasında yer alan, hem kendi içindeki kötülüğe, hem dünyadaki kötülüklere isyan için ona güç veren kaynak’ olarak vasıflandırmaktadır.
Hoca, ‘Ahlâkın kaynağı kalp, kalbin temel erdeminin merhamet’ olduğu tespitinden sonra, ‘biz bir merhamet medeniyetiyiz’ düşüncesini ortaya koyuyor ve işliyor. Özellikle aydınlanmacı düşünürlerin ‘Tanrıyı öldürme’ fikrini selamlamalarını o kesimlerde hakim olan ‘insanın kendi kaderini çizeceğine olan inancına’ bağlamakta. Bu felsefe ve perspektif ile çizilen çerçevede geçen, yaklaşık iki yüz sene oldu. O noktadan bugüne dünyanın geldiği nokta tam bir hayal kırıklığı. Bu felsefe ışığında oluşan düzen, artık insanlara iyi bir gelecek umudu vermemekte.
İşte böyle bir dönemde ilmî müktesebatının da sağladığı bir bakışla Göka, ‘1980’lerden beri giderek daha artan biçimde, dünyanın ileri gittiğine, geleceğin insanlara mutluluk getireceğine inanmıyoruz(106)’ tespitini yapmakta.
Böyle bir gidişin olduğu bir dönemde tüm insanlığın istikbalini, istikbalimiz olarak görmek ve kendi köklerimiz üzerinden bir dünya tasavvuru ortaya koymak gerekmektedir. Bu tasavvur ve tarifin merkezinde ise Erol Göka’ ya göre var olan kalbin hakiki yerine nazar edelim:
‘Bağlılığın, sadakatin, samimiyetin, güvenin, , öz-güvenin, temelinde kalp vardır. Düşüncelerimiz, duygularımız ve davranışlarımız, kalbin süzgecinden geçerse ancak o zaman algılamamız idrake, bilmemiz anlamaya, bilgimiz hikmete, aklımız küllî akla ve irfana dönüşebilir’(66)
Eser de, günümüz yaşama ve tüketim kültürünün en önemli araçlarından birisi olan markaların, ‘sanal’ ve ‘simülasyon’a dayalı kapistalist bir tüketim aracı olmasına çok önemli tespit, tenkit ve önerilerle yer verilmiş. Kişileri ve kitleleri ‘ayartarak’ marka adıyla peşinden koşturan en sonunda da değersiz ‘tüketim nesnesi’ ‘araçlara’ dönüştüren kapitalist tüketim avcılığına dikkat çekilmekte. İçinde ‘yaşam ustalığı ve bilgeliği’ barındırmayan bir tüketim düzeni mevcut. Yazar tam burada ‘kişiliğimiz’ ve ‘ahlâkımız’ markamız olsun diyor. ‘Zamanımızdan bir nümune’ kaynaklı fikir sancılarının kendisini getirdiği durak ise bir ahlâk ve şahsiyet markası isim: Ahmet Hamdi Akseki.
Birlikte kaldıkları cezaevinden çıktıktan sonra Şevket Süreyye Aydemir(Suyu Arayan Adam) ’den naklen:
‘’ Arkadaşımız bir din alimiydi. O(…) Allah’ına yöneliş halindeydi. Zaten ona göre din bir hayat ve muaşeret kaidesiydi. Onun din anlayışında korkunun cehennemin pek yeri yoktu. Allah’ ını sevdiğinden tapıyordu.
Bu şekilde Ahmet Hamdi Akseki anlatılırken, klasik sistemdeki karşılığı ile nümune-i imtisal olmuş mütevekkil ve samimi bir müslüman portresi çizilmekte.
Kitap 195 sayfa. Kapı yayınlarından çıkmış. Kalpten gelen bir nida diyebiliriz, okuduklarımıza. Kitapta kalp üzerinden adalet, merhamet, medeniyet, iyilik ve güzellik, batı ve merhamet, aşk, estetik, selim kalp ve değerleri incelenmekte. Zengin bir bibliyoğrafya ile desteklenmiş. Güncel, sade, yalın bir dille yazılan esere, yazarın engin mahfuzatı derinlik katmakta. Eser, düşüncelerimizi, duygularımızı ve davranışlarımızı kalbin süzgecinden geçireceğimiz bir insan ve düzen hayali kurdurmakta okura. Ufuk ve iz açıcı. Alâka duyanlara tavsiye edilir.
Sağlıcakla kalın.