Konuşmanın temeli düşünmek düşünebilmek, düşüncelerini dile getirebilmekle başlar. Esası anlaşmak, akletmek ve fikretmektir. Nihayeti duygularımızı, düşüncelerimizi ana dilimiz yoluyla dile getirebilmek, ifadelendirebilmektir.
Ana dilimizin başlangıcı kelimeler, nihayeti duygular, insan, hayat ve neticede tüm evreleri ile bir ömürdür.
Bir medeniyetin gücünü anlatan asıl kuvvet mihrakı, ana dilinde saklıdır. Anadilinde eser veren şairlerin, yazarların eserleridir. Ana dili ile duygulardan söze dökülen şiirdir, edebiyattır, sanattır, türküdür, destandır, şarkıdır, bilimdir.
Atalarımızdan bize kalan, asırların ötesine ses ve seda olan, eser ve eserin sahibine hayat veren temel unsur ana dilimizdir.
Türkçe, bütün kültürel birikimimizin yer aldığı milli varlık alanımızdır. Türkçe milletimizin varlık sedasıdır. Türkçe milletimizin medeniyet sancağıdır.
Kamu eğitimciliği 19. Asırdan itibaren devlet ve toplum hayatında daha bariz bir şekilde yer almaya başladı.
Sanayi devrimi ve özellikle tanzimatla birlikte yeni bir kültürel iklim oluştu. Bu yeni kültürel iklimde ana dilimiz yeni metodoloji ve fikirler arasında ayrı kimlik ve zenginlikle varlığını sürdürmeye başladı.
Türkçe, kendi kelime ve kavramlarını tabi süreçleri içinde üreterek gelen bir dildir. Uzun asırlardan bu yana dilimiz kültür, anlam ve işaret dünyasını kendi tabi seyri içinde inşa ederek gelmiştir. Yapı taşları olan kelime ve kavram üretiminde onlarca asırdan beri çok geniş ve çok farklı coğrafyalardan, büyük medeniyet havzalarından beslenerek bugünlere ulaşmıştır. Bugünkü dil yapımız 19. asır başlarından itibaren üretilen yeni kelime ve kavramlar ile büyük ölçüde bugünkü kimliğini kazanmıştır.
Yeni açılan tıp okulları ile birlikte yeni bir tıp literatürü oluşturulmuş. Kültürün diğer alanlarında da dilimiz kendini; kelimeler, kavramlar ve değerler üzerinden inşa ederek 19. ve 20 asrı aşmış. Halk efkârında, ilimde, sanatta, kültürde kısaca hayatın her alanında bugünkü konuşmakta ve yazmakta olduğumuz dil meydan gelmiştir.
Yakın geçmişimizde günlük hayatımıza girmiş pek çok kelimenin kullanımdan kaldırılması ile dilimizin tabi gelişimine tesir edilmiş. Özellikle yaşanan dilde tasfiyecilikten sonra mana/anlam alanında bir daralma yaşanmaya başlanmıştır.
Bu durum, Tanzimat’tan itibaren ortaya çıkan üç ana damar Türk aydını arasında tartışma konusu olarak günümüze kadar gelmiştir.
1990’lı yıllardan sonra ise batı üzerinden artan teknoloji ve bilgi sağanağı bütün dünya kültürleri ve dilleri ile birlikte Türkçe’yi de tesiri altına almaya başladı.
Türkçe köklü bir medeniyet dilidir. Kelimeler Türkçe’nin işaret taşları olarak halkın kültürel ahengini senkronize etmiş. Dilimizin işaret okları da olan kelimeler, milletimize kültürel bir perspektif oluşturmuştur. Milletimiz kelimelerin anlam ve anlama arka planını irfanî köklerinden beslenerek asırlar boyu sürdürdüğü bir medeniyet yürüyüşü ile örmüş. Kavramlaştırma ile dayanışma ve anlaşma aynı kültürel kökler üzerine inşa edilmiştir. Düşünce ve kavramlaştırmanın hayatımızdaki yerini D. Mehmet Doğan’dan okuyalım:
''Düşünmek kavramlaştırmaktır. Kavramlaştırmak ise birbiriyle ilişkili birbiriyle yakın kelimelerle anlamlı bir çerçeve oluşturmakla mümkün olabilir. (…) Bu yüzden kelime zayiatı kavramlaştırmayı zorlaştırır. Kelime değiştirmek, bir kelimenin yerine yeni bir kelimeyi koymak, düşünmeyi kavramlaştırmayı kolaylaştırmaz, aksine, karmaşaya yol açar, düşünme zaafı doğurur. (...)
Dile müdahale, anlama müdahaledir. Her kelime bir veya birden çok anlama işaret eder. İşaret ortadan kaldırılırsa işaret edilen de ortadan kalkar. İşaret değiştirilirse, işaret edilen de değişir. Yeni işaret bizi her zaman işaret edilmek istenene götürmez./götürmeyebilir.'' (TYB Akademi- Sayı:13, D. Mehmet Doğan)
Kelime ve kavramlar deyip geçmeyelim. Bu konu oldukça etraflı incelemeleri gerektirmekte. Konuşmamızın, anlaşmamızın, kendimizi ve dünyamızı ifademizin yolu kelime ve kavramları yerli yerinde kullanmaktan geçer. Kederde, kaderde, kıvançta ve tasada birliğimizi kendi kelime ve kavramlarımızla sağlarız.
Duygudaşlıklarımızı ve duygularımızı kavramlarımız üzerinden mesajlarla kendi kültür dünyamıza ulaştırırız.
Kelime ve kavramlar bir milletin uzun tarihi içerisinde anlam/mana muhtevasını oluşturur. Halk muhayyilesinin ortaya çıkardığı, yaşanılan, savaş, göç, deprem, sel v.b. trajedilerle millet hafızasında yer eder. Kadim medeniyet değerleri ile mana alanı doldurulan kelimeler, milletin yegâne ortak yaşama hafızası haline gelir.
Hikâyemizin bütününü ömür sermayemiz teşkil eder. Ömrümüzün renk ve ahengini ana dilimizle kurarız. Duyularımız, idraklerimiz ve hissiyatımızla şekillenen hayatımızın oluş hali algılarımızla, bilgilerimizle ve de kelime ve kavramlarımızla şekillenir.
‘’Yargılarımızın temel birimini oluşturan kavramlar, benzer idraklerin salt sentezidirler/birleştirimidirler. Başka bir deyişle kavramlar barındırdıkları duyu ile duygu kalıntılarından arındırılmış idraklerin birleştiriminden elde edilirler. (…)Tecrübeye oranla tasavvur yükü daha az buna karşılık kavrama daha fazla yer veren yaşantılar yoluyla hayatın farklı kesimlerini zihnimizde bütünlüğe kavuşturabiliyoruz. Yaşantıların hep birden bizde bıraktığı kendimize, yakın ve uzak çevremize, kısaca hayata dair tasavvur bütünlüğüne ömür diyoruz.'' (Çağdaş Küresel Medeniyet-Sf 101 - Ş. Teoman Duralı)
Burada pek yerinde ifade edilen tasavvur bütünlüğünü zihnimize ve benliğimize kelimelerle inşa ederiz. O nedenle kavramlar bizim düşünce çehremizi ve düşünebilme çerçevemizi belirler. Kendi kavramlarımızla düşünür, hakikatlerimizi kendi kavramlarımızla ararız. Kendi tahayyüllerimizi kendi kavram ve değerlerimizle kurar ve ifadelendirebiliriz. Kendi hakikatlerimize ancak kendi zihniyet dünyamızın ürettiği kavramlarla, kelimelerle ve değerlerle ulaşabiliriz. Vakti kuşanıp, zamanı ve anı kendi değer yüklü kavramlarımızla yaşarız. Dünyayı ve onun içinde bize hitap eden her varlığı kelimelerimizle tanırız. Varlığın hakikatine kendi kelimelerimizle ulaşırız. Türkiye’de kültür ve medeniyet alanına dair mühim çalışmaların sahibi bir bilim adamı Yılmaz Özakpınar ''Kavramlar, hakikatleri anlama aygıtlarımızdır.'' diyerek çok somut bir gerçekliğe işaret eder.
Her kelime ve her kavramın bir zihniyet dünyası vardır. Her kavram, o medeniyetin marka taşlarıdır. Arka planında bir akıl, bir bilgi, bir zihnî yapı, bir teoloji hatta bir kimlik vardır. Her kavram insanın ruhunda yaptığı çağrışım ve hissiyatla bir değerler dünyası, bir yaşanılası/yaşanacak ülkü ve idealler dünyası, bir şuur inşa eder.
Her medeniyet kendi kelime ve kavramlarını kendisi üretir. Bunu yaparken zaman zaman başka dillerden aldığı kelime ve kavramları kendi dil ailesinin bir unsuru haline getirir. Böylelikle her medeniyet kendi değerleri üzerinden ürettiği kelime ve kavramlarla kendi medeniyet dairesini kurar. Varlığına dair mesajlarını kendi kelimeleri ile verir. Hakikatlerini kendi irfan ve medeniyet penceresinden süzülerek gelen kelimelerle ifade eder.
Maarifimizin dört temel görevinden birincisi anadilini talim ve terbiye olduğu bilinir. Kelimeler, kavramlar ve değerler ise anadilimizin en önemli yapı taşlarını oluştururlar. Düşünce ve kültür dünyamız, millet olma vasfımız da kavram ve kelimelerimiz üzerinden oluşturduğumuz değerlerimizle yaşama alanı kazanır.
Şimdi sizlere büyük gönül insanı Yunus Emre’nin dilinden seslenerek sözü tamamlayalım:
“Sözü bilen kişinin, yüzünü ak ede bir söz
Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz ’’
Sağlıcakla kalınız efendim.