1840-1940 tam yüzyıllık bir dönem. Bu topraklarda geçen en muhataralı, en sancılı, en uzun yüzyıldır. Bu yüzyıl ‘batılılaşma’, ‘garplılaşma’, ‘yenileşme’ yer yer ‘modernleşme’ vs yöntemlerle ayakta kalma mücadelesi verilen bir dönemi kapsar.
Bu dönem, bütün medeniyet tarihimizin en kritik dönemini/ dönemecini teşkil eder. Aydınımızda bu yüzyıllık dönemde, hakim olan ruhun tam adını koymadan dünü de, bugünü de anlayamayız. O dönem aydınlarına hakim olan ruhun psikolojik arka planına vakıf olmadan, diğer meselelerimize isabetli bir teşhis koyamayız.
Peki neydi o ruh?
O ruh; sarsılma, savrulma neticesi oluşan bir gayri tabi hal idi. Arızi bir durum, adeta patolojik bir halet-i ruhiye idi. Yaşananlardan; siyaset, bilim, maarif vs başta olmak üzere günlük hayata yansıyanlar, bir sarsılma ve savrulma neticesi oluşan ‘aşağılık’ duygusunun eseri idi. Çıkış ve çözümü kendinde çaresizliğe dönüştüren bir savrulma idi bu durum!. Bizi bütün bir alemde var eden ‘ İslam medeniyeti’, bu dönem aydınının zihniyet dünyasında bulunmamakta idi. Lügatlerinden böyle bir geçmiş ve kimlik aidiyeti çıkarılmıştı!.
Dönem aydınları tüm uygulamalarında çözüm, çare ve hatta çaba üretmekte kifayetsizdiler. Kendilerinde hazır, taklit reçeteye sarılan bir psikolojinin izlerini görmek mümkün idi. Tabiatı gereği bir düşünce üretmesi de mümkün değildi bu zihin halinin. Kaybettiği kimliğini, dehlizlerde, taklit bataklığında arayan, kendilerini ‘kültleştiren’ bir düşünce hakim olmuştu bu kesimde.
Cemiyete karşı ‘irfanı tabiyet değiştiren’ birer lejyoner olmuşlardı.
Bu zümre, maarif ve kültür alanında kendi medeniyet iddialarından vazgeçmişti. Dönemin kültür ve maarif hayatına yön verenler, ‘batılı’ ve ‘batıcı’ olmakla insanlık aleminde tek başına var olabileceğini düşünen bir aydın kitle idi.
Düşüncelerine hakim olan batılı bakış ve yaşama biçimi, bu kesimlerce ideoloji haline dönüştürüldü. Sonrasında da bu yaşama biçimi etrafında bir sistem oluşturuldu. Oluşturulan bu sistem ‘kutsallaştırarak’ etrafında ateşli savunucular peyda edildi.
İşte böyle bir bakışın hakim olduğu dönemin zirvesinde, bugünkü maarif sistemi temellendirildi. Projenin ilk ürünü/adımı isim değişikliği idi. Proje hedefleri doğrultusunda maarife, ‘eğitim’ ismi verildi. Üretilen dönüştürme projelerinin sonraki adımlarından biri de Köy Enstitüleri oldu.
Dönem ürünlerinin sosyolojisi, 21. asır başlarına kadar varlıklarını sürdürdü. Bu kesimler, ‘yenik aydın’, ‘ezik aydın’, ‘sömürge aydını’, ‘batıcı aydın’ vs muhtelif sıfat ve isimlendirmelere ancak karşılık olabildiler. Savundukları ideolojiler çağının uzantısı ve taklidi görüşün şu anki durumuna, ‘paradigması iflası etmiş’ yahut ‘mağlup ideolojilerinin sonu’ da diyebiliriz. Bir türden tükenmişlik yaşayan müflis ideoloji.
İdeolojiler çağının bitişi olarak da adlandırabiliriz.
1989 yılında glastnost(açıklık) ve peresteroyka(yeniden yapılanma) politikalarıyla kominizmin çöküşü, ideolojiler çağının bitişinin tescillendiği tarih olmuştur. Bütün eserleri ile birlikte batıcılık ideolojisi de, o günden itibaren tarihin tozlu sayfalarında yerini almıştır.
Bu aydın zümrenin savunduğu çizgi, Türkiye’de 2002’den sonra gelişen süreçle birlikte çok önemli bir toplumsal kırılmaya uğramıştır. Şerif Mardin bu kırılma ve o malum çizgiyi ifade babında, ‘cami, okulu yendi’ diyerek çok ilginç bir tespitte bulunmuştur.
Dönüştürme projesinin müellifleri, yenilgilerini bir başka cenahtan giriştikleri hareketle örtmek istediler. Umutsuz bir çırpınışla son bir denemeye daha giriştiler: 15 Temmuz 2016 fetö darbe girişimi. İşte bu son deneme, o kesimin elim ve malum sonunu getirmiştir.
İçinde toplum mühendisliği/dönüştürücülük barındıran bugünkü maarif sistemi işte o dönem zihniyetinin arka planında kuruldu. Bütün mevzuatı, öğretim programları, öğretmen yetiştirme sistemleri bir proje olarak o dönemden itibaren inşa edildi.
1924 yılında Türkiye’ye davet edilen John Dewey’i ve maarif sistemimizin kuruluş yıllarında kendisinden alınan raporu bu çerçevede görmek gerekiyor.
Türkiye’de Milli Eğitim Bakanlığı ile ABD arasında; görünürdeki görevi eğitim alanında işbirliği olan, ancak asıl görevi müfredat ve eğitim sistemimizi kontrol etmek olan Fulbragt(Fulbrayt) Komisyonu 1947 yılında kuruldu.
Fulbragt(Fulbrayt) Komisyonunun başkanlığını 1984 yılına kadar da bir Amerikalı yürüttü. Bu komisyonun başkanlığına bir Türkün atanabilmesi, Milli Eğitim Bakanlığına Vehbi Dinçerler’in gelmesi ile ancak 1984’te mümkün olabilmiştir.
Milli Eğitimin temelini teşkil eden ve yetiştirilecek insan modelimizin şekillendirildiği 1968 ilkokul programı, Amerikan Ford Vakfının gözetim ve kontrolünde yine bu dönemde hazırlandı.
İçinde kimliğimizin renklerini barındırmayan, dilimizi öğretemeyen, bilimi 1920’lerin pozitivist anlayışıyla sunan, neslimizi inkarcılığın pençesine sürükleyen mevcut maarif sistemimiz elan varlığını devam ettirmekte. Bu maarif sistemi iflas edip tükenmiş batıcılık ideolojisinin saliklerince inşa edilmiştir. Bu sistem bir Türk kimliği tarifi barındırmamakta. Bu sistemin aile değerleri ve aile kavramı bizim yapımızla imtizaç etmemektedir. Eğitim/terbiye usülleri de çok demode ve ezbercidir.
Mevcut sistem milli kimliği inşa edici mahiyette değil. Bu hali ile, bizim geleneksel olarak toplumumuza yön verip, manevi ruh inşa eden milli merkezi de kuramamakta.
Sonuç olarak…
Yeni ve milli bir maarif inşa edilmelidir. Medeniyet perspektifimize sahip, hak ve hakikat duygusu taşıyan, akletme kapasitesi olan, zamanın ruhunu yazacak, tek geçerli referansın ehliyet ve liyakat olduğuna inanan, ölçülerimizi idrak ve şuur haline getirmiş, kimlik vurgusu güçlendirilmiş, insanlığa iyilik götürme idealleri ile mücehhez bir maarif sistemi kurmalıyız.
Biz bir aile medeniyetiyiz. Aile değerlerimiz üzerinden toplum inşa edecek bir nesil hedefimizi; maarifimizin müfredatına, tüm sistematiğine yerleştirmeliyiz. Asırlardır ihmale uğramış bilim idealimizi hayata geçirecek, bir aşk ve şuur ile medeniyetimizi yarınlara taşıyacak perspektif ve metodoljiler kuracak nesil hedefi olan bir maarif sistemi inşa etmeliyiz.
Özü, dünyayı imar edecek, insanı inşa edecek, yeryüzünde iyilik ve adalet tesis edecek insan ideali olan bir maarif sistemi kurmalıyız.