Suriye’de on küsür yıldır devam eden bir savaş var. Son bir haftada meydana gelen gelişmelere baktığımız vakit bu savaş nihayete ermek üzere. Öldürücü darbe olan son hamleyi yapan muhalefet oldu. Çok kısa bir sürede hedeflerine ulaşmak üzere yola çıktılar ve hedeflerine doğru da ilerliyorlar. Engelleri bir bir ortadan kaldırıyorlar. Uzun bir maratonu andıran bir mücadele oldu. Sonucuna bakmamız, yapılacak olan iş ve işlemlere odaklanmamız lazım.
Nasıl bir sonuçla nihayete erecek? Nasıl bir yönetim anlayışını ortaya koyacakları en önemli meseledir. Hep beraber göreceğiz.
Suriye’nin kendi iç dinamikleri son derece önemlidir. Hedeflerine “Esed yönetimini” koyan tüm hareketler şimdilik bir ve beraber yürüyorlar. Yani birden fazla gurup ile hareket ettiklerini söyleyebiliriz. Bu şimdilik muhalefetin elini güçlendirirken ilerleyen günlerde ise işlerini zora sokabilir. Herkesin kendisini yemeğin üstündeki yağ olarak görmesi sorunlara yol açabilir.
Komşu ülkelerinin yaklaşımı, yapacakları nakdi ve siyasi müdahaleler, girişecekleri askeri operasyonlar ya da gelinen noktada komşuların şimdiye kadar yaptıkları katkılar son raundu belirleyecek gibi görünüyor. Biz Müslümanlar için bundan sonra atılacak adımlar, tutunacak dallar, gösterilecek referanslar son derece önemlidir.
Suriye’deki muhalefetin karşısında ABD’nin sergilediği tavır da kulak ardı edilemez. ABD dışişleri bakanı Blinken’nin Suriye’deki gelişmeleri kastederek yaptığı: “Hilafeti istemiyoruz. Hilafet tekrar kurulmamalı. Bunun önüne geçmeliyiz.” açıklaması Suriye muhalefetinin doğru yolda olduğunun en büyük ispatı olduğunu düşünüyorum. Bu aynı zamanda ABD’nin her şeye müdahil olduğu anlayışını tepetaklak etmektedir. Bu, şimdiye kadar bu harekete müdahil olmadıklarını göstermesi açısından önemlidir. Bu açıklamadan, ilerlemekte olan muhalefetin ABD’nin kuklası olmadığını anlayabiliriz. Bu son derece önemli bir gelişmedir.
Bu açıklamanın bize bakan tarafı da şudur: “Müslümanların şu anda dünya arenasında lime lime olmalarının, tel tel dökülmelerinin, inim inim inliyor olmalarının, her tarafta kıyımdan geçiliyor olmalarının en büyük sebebinin başlarında, bir ve beraber hareket etmelerini sağlayacak bir halifelerinin olmamasını delil olarak gösterebiliriz. Aynı zamanda Müslümanların Allah’ın ahkamını uyguladıkları bir toprak parçasına da sahip olmadıklarını anlayabiliyoruz.”
Suriye’de şehirler tutsak olunca despotizm, her tarafı put ve heykeller ile donatmışlar. Şehirler özgürleştikçe cadde ve sokaklarda yer alan put ve heykellerin yerlerde sürüklenmeye başlandığına da şahit olmaktayız. Bir başka ifadeyle şimdiden çöp bidonları putlar ile doldu taştı. İlerleyen zamanlarda çöp bidonlarının beşeri kanun ve kurallarla dolup taşmasını da umuyoruz.
İnşaAllah gelecek olan yönetim, halkı yeni put ve heykeller karşısında secde etmeye mecbur bırakacak iş ve işlemlerden uzak dururlar. Yoksa yıktıklarından farkları kalmaz. O yüzden diyorum ki; cadde ve sokaklara dikilen, sanat eseri olarak yutturulan her bir put, her bir heykel özgürlüğün ifadesi değil tutsaklığın birer numunesi olarak okunması gerekir.
Ve yine yapılanlara baktığımız vakit yüz yıl önce İslam âleminin başına getirilen kukla yönetimlerin Avrupa’ya hizmet etmek üzere kurgulandıklarını söylememiz için kahin olmaya da gerek yoktur. Dünyanın her yerinde Müslümanların kendilerini dahi savunamıyor olmalarının önündeki en büyük engel, her zaman söz konusu olan bu yönetimlerdir.
Bu minvalde yıllardır hatta on yıllardır devam eden bir Filistin meselemiz var. Bu mesele “Niye çözüme kavuşturulamıyor?” diye sorulduğunda vereceğimiz cevap; başta Filistin yönetimi olmak üzere Suriye, Arabistan, Irak, Mısır, Ürdün, Lübnan vb. diğer ülkelerin yönetimlerinin Müslümanlardan yana tavır takınmıyor olmalarını rahatlıkla örnek olarak verebiliriz. Müslümanları yöneten devletler, yönetimler Müslümanların haklarını her şeyin fevkinde görmüyorlar.
Vakti zamanında İslam alemini Avrupa’nın kanun ve kurallarına mahkum ettiler. Ellerini ve kollarını bağladılar. Ağızlarını tıkadılar. Hareket edemeyecek duruma sevk ettiler. İnsanları yönetmek üzere ecnebilerden ithal edilen kanunlar, kurallar ve kaideler ile kendilerini güvenceye aldılar.
Söz konusu bu ecnebi kanun ve kurallar değişmedikçe bunları uygulayan kişinin Müslüman, Yahudi, Hristiyan, Budist veya Ateist olmasının hiçbir önemi yoktur. En basit bir örnek vermek gerekirse Allah ve Resulüne açılan bir savaş olan faiz kanununu uygulayan, şirki mucip kılan putları cadde ve sokakları dolduracak şekilde dizayn eden ya da Hristiyanların haklarını Müslümanlardan daha üstün ve öncelikli tutan bir kişinin hangi dine mensup olduğunun ne ehemmiyeti var?
Filistin bağlamında ve Suriye özelinde dünya düzenini tesis etmek üzere uluslararası hukuka çağrı yapılıyor da Allah’ın hukukuna niye çağrı yapılmıyor? Allah’ın hukukuna mı güvenmiyorlar yoksa kendi hukuklarını çok adil mi görüyorlar? Eğer çağrı yaptıkları bu uluslararası hukuk çok adil bir sistem olmuş olsaydı bu kadar sorun ortaya çıkar mıydı? Ya da uluslararası hukuka çağrı yapılacak sorunlar zuhur eder miydi?
İnsanlara ait tüm sorunları çözecek olan uluslararası hukuk değil, uluslar üstü hukuk olan Allah’ın hukukudur. Bizim isteğimiz de budur. Umarım Suriye’de uygulamaya konulacak olan hukuk bu olur.
İslam'a göre yegane ilah, Allah’tır. Allah’a inanan, güvenen ve teslim olan Müslümanlardır. Müslümanları koruyan ve kollayan da sadece O'dur. Beşeri sistemlerde durum bunun tam tersi cereyan etmektedir.
Beşeri dinlerde ilah genellikle puttur ya da putlaştırılan kimi insandır. Putlar veya putlaştırılan insanlar, gördüğümüz gibi kendilerini bile koruyamıyorlar. Kaçacak ülke arıyorlar. O yüzden putları (sözde ilahları) koruyan da müntesipleri olmaktadır.
Bizim koruduğumuz ve korumaya çalıştığımız yegane şey Allah’ın hukuku olsun.
Gerisi angarya…