Cemaat, “Toplanmak, bir araya getirmek” anlamındaki “cem” mastarından türeyen Arapça bir kelime. Istılahtaki anlamı ise, insan topluluğu, bir fikir ve inanç etrafında toplanmış kimselerdir.
Fıkıhtaki manası ise, namazda imama uyanlar anlamına gelen terimdir.
İslâm Dini tevhid dinidir. Dinimiz, bizlerden Allah’ın rızasını kazanmamız için tevhid etrafında birleşmemiz ve kenetlenmemizi istemektedir. Tevhid akidesi etrafında ancak cemaatle ve bir disiplin içerisinde hareket edilirse, İslâm’ın kuralları en güzel bir şekilde yaşanır. Bunun için İslâm Dini, cemaat olmaya büyük bir önem vermiştir.
Rabbimiz Allah (c.c.),Kur’ân-ı Kerîm’in birçok yerinde cemaat olmayı emretmiştir.
“Hepiniz toptan Allah’ın ipine (Kur’ân’a) sımsıkı sarılın, (onu hayata hâkim kılın, ihtilaf ve tefrikaya düşüp fert fert, grup grup) parçalanıp ayrılmayın.”(Âl-i İmrân,3/103)
Ayrıca, (Tevbe, 9/119), (Saff, 61/4), Âl-i İmrân, 3/105)
Fakat İslâm, Müslümanların şuurlu cemaatlar olmasını emretmiştir.
İlk ve en güzel örneğini de Resulullah (s.a.s.), Medine’ye hicretinden hemen sonra kurmuş olduğu cemaatte vermiştir.
Dünyada ve Türkiye’de yüzlerce, belki de binlerce dinî grup, tarikat ve cemaat vardır. Bunların her birinin kendisine göre bir amacı, siyasî bir hedefi, dünyevî beklentisi veya farklı ilgi alanları olabilir. Ayrıca her birinin de bir lideri vardır. Bunların her birisini aynı kefeye koyup değerlendirmek ve eleştirmek doğru değildir. Buradaki değerlendirmeler ve eleştiriler geneldir. Özelde güzellikler, farklılıklar, eksiklikler, fazlalıklar ve değişkenlikler mutlaka vardır.
İslâm’da eleştirinin amacı, eleştiri konusu olan konuda, yanlışlıkları ortaya çıkarmak, eksiklikleri gidermek ve mükemmele giden yolun önünü açmak, neticede doğruya ulaşmaktır.
Eleştirinin olmadığı toplumlarda, kurumlarda, gruplarda ve cemaatlerde tabular, bağnazlıklar, saplantılar, ön yargılar, putperestlikler, sahte ilâhlıklar ve şirk inancı hâkim olur. Ve bunlar da
zamanla kutsallaştırıldı mı, tartışılmaz din kurallarının yerini alırlar.
Günümüzde geleneksel hale gelmiş, bazı dinî gruplar, tarikatlar ve cemaatler, itaati, bir din hükmü gibi algılıyorlar veya kültür haline getirip kutsuyorlar. Kapalı yapıya sahip, eleştirilmeyen, çarpıklıkları sorgulanmayan ve hesap vermeyen her kurum, topluluk veya cemaat en fazla hata yapanlardır. Açık, şeffaf, denetlenebilen ve sorgulanabilen topluluklar, cemaatler ve gruplar toplum nezdinde daima saygınlık ve itibar kazanırlar.
Cemaatlerin ve tarikatların geneli, dışarıya ve eleştiriye kapalı birer topluluk oldukları için de, kapalı, mistik bir kurum olarak yerlerini koruyorlar. Müridlerini belirli bir pencereden dünyaya bakmaya alıştırıyorlar.
Bir kısım dinî gruplar, tarikat ve cemaatler, müridlerin akıl ve iradelerine ipotek koyuyorlar. Zihinlerine ve düşüncelerine birtakım tabular yerleştiriyorlar. Onları dumura uğratıyorlar. Özgürce düşünmelerine müsaade etmiyorlar. Yorumlarını ambalajlayıp din diye satıyorlar. Şeytanın, Allah’la aldatmasının farklı örneklerini sergiliyorlar. Bunlar insanları, Kur’ân’a ve Sünnet’e çağırıp davet
edeceklerine, şeyhlerine, liderlerine veya önderlerine çağırıyorlar.
Mekke müşriklerinin, “putları, Allah’a yaklaşmaları için bir vesile kıldıklarını söylemeleri” gibi, bunların da şeyhlerini, üstatlarını veya onların kabirlerini Allah’a yaklaşmaları için bir vesile kılmaları, yanlış din anlayışından başka bir şey değildir
Her dini cemaat ve tarikatın birçoğu, kendi şeyhini insan-ı kâmil olarak bilir. Onu gören Hakkı görmüş gibi, onu seven Hakkı sevmiş gibi, ona uyan Hakka uymuş gibi olur.
Ermiş, kutsanmış denilen bu insanların, korunmuş, günahsız ve yanılmaz şahsiyetler olduğuna inanırlar. Üstün güçlere sahiptirler. İnsanların içlerinde geçenleri bilirler. Duâları, Allah (c.c.) tarafından daima kabul olunur. Aynı ânda birkaç yerde bulunabilirler ve istedikleri yere istedikleri ân gidebilirler.
Peygamberlerden bile yanlışlıklar yapan, hata eden ve tercihlerinde yanılanlar olduğu halde, birçok cemaatte ve tarikatta liderlerinin ve şeyhlerinin maalesef mahfuz ve günahsız olduğu inancı hâkimdir.
Kur’ân-ı Kerîm’de buyruluyor ki:
“İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk tanrılar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.” (Bakara, 2/165)
Cemaatlerde ve tarikatlarda en önemli özellik, insanları, Kur’ân ve Sünnet’e davet eden Tevhid merkezli bir din anlayışı olmalıdırlar.
Fatih Oruç