Hicri 1438 yılının Muharrem ayını yaşıyoruz.
Bu ayın insanlık tarihinde çok önemli bir yeri vardır.
Hz. Âdem’in tövbesinin kabul olması, Hz. İbrahim’e ateşin gül olması, Hz. Yusuf’un kuyudan çıkarılması, Hz. İsa’nın doğumunun bu ayda olması gibi. Yüce Allah tarafından, on peygambere on ikramda bulunulmuş.
Kısaca hikmetler/lütuflar ve mutluluklarla bezenmiş bir ay imiş.
Fakat bütün bu güzelliklerin yanında, bir facia bir katliam da yaşandı. Bu öyle bir facia idi ki, bundan önceki yaşanmış tüm mutluluklar /güzellikler/hikmetler ve lütuflar bu facianın hep gölgesinde kaldılar.
Bu katliam ve facia, dünyanın hangi köşesinde bulunursa bulunsun; mezhebi, ırkı, rengi ne olursa olsun, kalbinde iman taşıyan, her müminin ortak kanayan yarası, acısı ve hüznü oldu.
Bu korkunç olay, aynı zamanda bir destandı. Ama çok farklı bir destandı. Peygamber çiçeklerinin, kanlarıyla yazdığı bir hüzün destanıydı. Bu destanın adı ismiyle müsemma KERBELÂ destanıdır. Bu facia ve katliamın 1336.yıldönümündeyiz.
Hz. Peygamberin, aziz ehlibeytinin başta Hz. Hüseyin olmak üzere 72 eşsiz mensubu, hicretin 61. yılında Muharrem ayının 10. Gününde bugün Irak topraklarında kalan Kerbelâ’da şehit edildiler.
Bu canlar, zalim ve melun Yezid’in iktidar hırsına, makam sevdasına ve azgınlaşmış nefsine kurban edildiler.
Bu büyük bir kurbandı. O kadar büyüktü ki, dünya döndüğü müddetçe, insanoğlu bu kurbandan bahsedecek. Ve bu Hüseynî ihlastan, Hüseynî takvadan, Hüseynî direnişten dersler çıkaracak.
Hz. Hüseyin, sıradan bir insan değildi. O iki cihan serveri Hz. Muhammed Mustafa’nın torunu. Haydar-ı Kerrar, Zülfikar’ın sahibi, Allah’ın arslanı ve ilmin kapısı Hz.Ali’nin ve Hz. Fatma’nın oğludur ve Hz. Hasan’ında kardeşidir.
Hz. Hüseyin’in haksızlığa, ihanete ve zulme isyan etmesi, Hak’ka aşk derecesinde bağlı olmasından kaynaklanıyordu.
Burada kast edilen Hak, hem Allah’ı hem de zulüm karşısındaki hak ve hukuku ifade etmektedir.
Hz. Peygamber, “Hasan ve Hüseyin, benim dünyada kokladığım iki çiçeğim.” demişti. İşte o çiçeklerden biri Hz. Hüseyin ve yakınları, Kerbela’da günlerce susuz bırakılarak solduruldu. Susuzluktan insanların dudakları çatladı. Dilleri kurudu. Bağırları yangın yerine döndü.
Sonunda yorgun düşen bedenlerine, yüzlerce ok ve kılıç saplanarak şehit edildiler.
Hz. Hüseyin, bütün kapıları kapatıp, yalnız Hak’ka giden aşk kapısını açık bırakmıştı. Nihayetinde o kapıdan geçip sonsuzluk âleminde Mevla’ya yürüyüşünü gerçekleştirdi.
Hz. Hüseyin, artık direnişin, takvanın, ihlasın ve benlik ağacını gönül şehrinden söküp atmanın sembolü haline gelmiştir.
Bizlere düşen, bu acı olaya giden yolda yaşananları ve sonucunu doğru okumak ve doğru anlamaktır. Aşırıya gidip, aşure partisine dönüştürmeden ve dövünmeden/sızlanmadan hukuki sonuçlarını irdeleyip değerlendirmeliyiz.
İtaatlerin ve reddiyelerin nasıl ve hangi şartlarda olması gerektiği, makam, mevki ve koltuk uğruna verilen tavizleri, siyasi iktidarlar karşısında ulemaların dindeki tahrifatlarını, ümmetin istişare ve eleştiri kültüründen uzaklaşıp itaat kültürüne saptırılmalarını, zulüm karşısında tavırları, irdeleyip sorgulamalıyız.
Maalesef tarih boyunca, Kerbela olayı ehli sünnet Müslümanlarının gündemine yeterince girememiştir. Bir Şiilik meselesi gibi lanse edilmesi büyük bir eksikliktir. Şiilikte de, dövünme gösterisine dönüştürülerek gerçeklerden uzaklaştırılmıştır.
Kerbelâ olayı, bütün ümmet-i Muhammed’in bir hassasiyeti olmalıdır. Sünni, Alevi ve Şii’siyle bütün Müslümanlar; Hz. Peygamberi, Hz. Ali’yi, Hz Hüseyin’i ve Ehl-i beyti daha iyi anlamaya çalışmalıdırlar.
Fıkhî ve mezhebi ihtilafları kavgaya dönüştürmeden, farklılıklarımıza saygı göstererek beraber yaşama kültürünü oluşturmalıyız.
Başta Hz. Hüseyin olmak üzere Kerbelâ şehitlerine ve bugüne kadar din, iman, hak ve hukuk uğrunda can veren bütün şehitlerimizi minnetle yâdediyor ve Allah’tan rahmet diliyoruz.
Fatih Oruç