Demokrasinin danışma meclislerine, “Parlamento” denilir.
İsim kökeni İtalyanca “parlare” den türemiş, “konuşulan yer “ demektir. Ayrıca birtakım dil bilimcileri, Fransızca’daki “parler (konuşmak) fiili ile “mentir” (yalan söylemek) fiilinin birleşmesinden meydana geldiğini iddia etmektedirler (parla+mento).
Tarihçesi İngiltere’de 13. y.y. krallık dönemine dayanır.
Halk meclisi, millet meclisi, yasama meclisi veya temsilciler meclisi olarak da isimlendirilir.
Demokrasilerin, danışma meclisleri olan parlamentolarda, kararlar çoğunluğun görüşleri doğrultusunda alınır.
İslâm’da ise, vahyin açık hükümlerinin olduğu yerlerde istişâre yapılması söz konusu değildir. Hükümler aynen kabul edilir.
Aksi takdirde, Allah’ın şeriatı reddedilmiş ve ilâhlık taslanmış olunur.
Vahyin açık hükümlerinin olmadığı durumlarda da, Kitab ve Sünnete ters düşmeyecek şekilde kararlar alınır. Bir nev’i içtihat yapılır.
Parlamentolar, yüksek yasa yapma yetkisine sahiptir. Yasalar yapılırken, adâletten ziyade,heva- hevesler ve ideolojik tercihler ön plana çıkar.
Demokrasilerde doğru kabul edilen, parlamentonun kabul ettiğidir. Bâtıl olan, onun kabul etmediğidir. Helâli ve haramı o, tespit eder. Kanun, onun koyduğu, kural, onun onayladığı kuraldır. Parlamento onayladığı müddetçe hiçbir İlâhî bir kanunun, kuralın ve emrin hükmü, değeri ve geçerliliği yoktur.
Yüce Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak (kendi kafanıza göre) «Bu helâldir, şu da haramdır» demeyin, çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah’a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.”(Nahl, 16/116)
Allah’ın koyduğu helâl ve haramlar dışında arzulara göre helâl ve haramları (serbest ve yasaklar) tespit etmek, kurallarını koymak, kanunlarını yapmak, putlar adına hükümler vermektir.
Bu, açıkça Allah’a iftiradır ve O’na ortak koşmaktır. Bütün beşerî sistemlerde aynen böyle olmaktadır.
Böyle yapanlar, âhirette ebedî cehennem azabına maruz kalırlar.
Demokratik ülkelerin, parlamentolarında çıkarılacak yasaların, Allah’ın şeriatına/emirlerine uygun olup olmadığına bakılmaz. Çıkarılacak kanunlar, İslâm’ın hükümlerine tamamen zıt olsa bilebuna bakılmaz, parlamenterlerin çoğunluğu istiyorsa çıkar. Parlamentonun istekleri, daha önemli, değerli ve önceliklidir. Egemenliği de aynı şekilde, tüm egemenliklerden daha önemli, değerli ve önceliklidir.
İslâm Devleti’nin şûrâsında ise adâlet, hak ve hukuka/şeriata göre düzenlemelerin yapılmasına dikkat edilir. Bunun için de, şûrâüyelerinde birtakım özellikler aranır. Şûrâ üyeleri, İslâm Şeriatı’na göre yaşamalı, hak ve hukuka riâyet etmeli. İlim, tecrübe ve ehliyet sahibi olmalı. Güvenilir, keskin görüşlü, bölgesel ve küresel olayları iyi okuyabilen, değerlere sahip insanlardan oluşmalıdır. Bu vasıfları taşımayan insanlar, şûrâ üyesi olamazlar. Dolayısıyla, onlarla istişâre yapılmaz. Câiz de değildir.
Demokrasinin parlamenterleri için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Tek yetkili olan siyasî partinin genel başkanı, istediği kişiyi seçim listesine koyabilir ve parlamentoya seçtirebilir. Onlarla nefsî arzu, istek ve menfaatlere göre istedikleri yasaları ve kanuni düzenlemeleri yaparlar.
Şûrânın, demokrasinin kaynağı olduğunu iddia etmek doğru olmaz. İslâm ve demokraside ortak birtakım kuralların olması, istişârenin ve şûrânın demokrasiyle özdeş olduğunu anlamak ve bunları aynîleştirmek yanlış olur. Referans aldıkları kaynaklar tamamen farklıdır. Bunlar, İslâm’ı saptırma ve tahrif etmek isteyen art niyetli veya cahil insanlardır.
Fatih ORUÇ