Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş'ın ramazan ayının ilk Cuma hutbesinde zinayı ve eşcinselliği lanetleyen ve bunların nesilleri çürüttüğünü ifade eden sözleri tartışma yaratmıştı.
Tartışma konusu, Diyanet İşleri Başkanlığını iki açıdan irdelememiz daha sağlıklı olacaktır.
Birinci açı demokratik lâik inanca göre;
Önce Diyanet İşleri Başkanlığının anayasada ki tanımına bir bakalım;
Anayasa Mad.136- Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, lâiklik ilkesi doğrultusunda, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.
Anayasa Mad.2-Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.
Anayasa Mad.24-Kimse Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandıramaz.
Diyanet İşleri Başkanı Sayın Prof. Dr. Ali Erbaş, bu konuşmasıyla İslâm’ın hükümlerinden bahsetmiş. İslâm inancı açısından yerden göğe kadar haklı. Ama sen lâik demokratik bir devletin kurumusun ve onun adına konuşuyorsun.
Anayasa Mad.12-Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir.
Demokratik lâik devletlerde, içki, kumar, pornografi, zina ve eşcinsellik bireysel ve demokratik haklardandır. Temel insan hakları ve özgürlüklerin bir parçası olarak görülmekte, sistemin kutsalı olarak kabul edilmekte. Demokrasilerde, kanunlar yapılırken, referans alınan tek kaynak, halkın dünyevî/nefsî istek ve arzularıdır. Kur’an’da bu durum insanın kendi nefsini, hevâ ve hevesini ilâh edinmesi olarak açıklanıyor. (Casiye, 45/23, Furkan, 25/43)
Günümüz demokratik, lâik ve modern insanın anlayışında ve inancında, nefsine tabi olmak, özgürlük olarak algılanmaktadır. Özgürlük anlayışı, tüm kısıtlamalardan kurtulma, ruhî, ahlakî ve tüm insanî erdemlere başkaldırma olarak inanılmaktadır.
Bunun için de, her türlü ahlaksızlıklar ve rezillikler yasal düzenlemelerle koruma altına alınmaktadır.
Diyanet İşleri Başkanının konuşması Avrupa’yı da rahatsız etti.
AP Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor Erbaş'ı hedef aldı. Amor, "Dini değerler, LGBT'lere nefreti haklı çıkarmak için kullanılmamalı." dedi.
Av. Muharrem Balcı, “İstanbul Sözleşmesi tam olarak uygulanırsa Diyanet İşleri Başkanı da yargılanır.” dedi.
Her ikisi de yerden göğe kadar haklılar.
Kardeşim, T.C. Hükümetleri olarak, Avrupa Birliğine girmek için atılmadık takla kalmadı. Onların kanunlarını baştan kabulleniyorsun, ahlaksız yasalarını da alıp aynen yasallaştırıyorsun, sonrada o yasalara aykırı söylemlerde bulunuyorsun.
Yani devletin bir kurumu bu ahlaksızlıkları yasallaştırıyor, diğer bir kurumu lanetliyor. Bu çifte standart, aynı zamanda milletle dalga geçmektir.
İkinci açı İslâm inancına göre;
İslâmı temsil eden bir kurum, lâiklik ilkesine göre hareket etmez, edemez.
İslâm’da, laik ve demokratik bir devlete bağlı, onun kontrolünde bir din anlayışı yoktur.
İslâm’da alimlerin, fakihlerin, Kur’ân ve Sünnet ışığında hükümetleri denetleme, gözetleme görevi ve sorumluluğu vardır. Din ve siyaset birbirinden ayrılmadığı için fakihler ve alimler, Müslümanların haklarını korumak için siyasî ve sosyal sorumlulukları gereği her zaman siyasi iktidarlara şer’i fetvalar sunabilir ve görüş bildirebilirler. İslami sapmalar karşısında engel olmaya çalışırlar.
Bilindiği gibi kanunları siyasetçiler Millet Meclisinde yapar. Eşcinselliğin resmen hukuki koruma altına alınması da, Avrupa Konseyi tarafından dayatılan ve 2012 yılında Millet Meclisinde onaylanan İstanbul Sözleşmesiyle oldu.
Ne hazin bir tecellidir ki, bu sözleşme ve benzerleri Müslümanım diyen siyasetçilerin, Müslümanlara bir hediyesidir.
İstanbul Sözleşmesi, kadına şiddeti önleme adı altında toplumu cinsiyetsizleştirmeyi hedefleyen, ahlaksızlığı yaymaya çalışan ve koruma altına alan, aynı zamanda ailesiz toplumu hedefleyen emperyalist batılıların bir oyundur.
“Kadınlara eşitlik” sloganının altına gizlenip, insanın yaratılıştan gelen biyolojik kadınlık ve erkeklik cinsiyetlerini kabul etmeyen; kurgulanmış lezbiyenlik, gaylik, biseksüellik ve translık gibi eğilimleri “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” adı altında meşrulaştıran, bu eğilimleri yeni nesillere olumlu bir şeymiş gibi dayatan projedir.
Mevcut durumların kaynakları olan, inanç, gelenek ve göreneklerin kökünü kazıyor.
Sözde namus diyerek, namus kavramını hakir görerek onu değersizleştiriyor ve aşağılıyor yani namussuzluğu empoze ediyor.
Toplumsal cinsiyet rollerini ve cinsiyet eşitliğini tüm eğitim müfredatına alıyor, yani cinsel sapıklığı çocukların nazarında normalleştiriyor.
İstanbul sözleşmesine benzer Cedaw sözleşmesi, Etcep (Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi) projesi ve aileyi ifsat eden 6284 sayılı kanun var.
Hükümetin kumarı özelleştirip, teknolojiyi de kullanarak ve Tekeli de yine aynen özelleştirilerek yaygınlaştırılma faaliyetleri oldu. Tv programlarının rezaletliği. Vs.vs. hangi birini sayalım.
İslam’ın yasakladığı bütün bu kanunları yapanlar, maalesef Müslümanın diyen parlamenterler.
Diğer yanda sessiz kalan hipnozlanmış kurumlar ve sözde sivil toplum örgütleri. Yazık.
Şimdi adama sormazlar mı?
Ey Diyanet!
Bu konulara bu kadar hassasiyetiniz var idiyse bunlar, kanunlaşırken sizler neredeydiniz? Elleriniz armut mu topluyordu?
Sizin esas muhatabınız siyasi iktidardır. Esas adrese niye yönelmediniz? Öncelikli göreviniz bu tür olumsuzlukları engellemeye çalışmak, ondan sonra halka seslenmektir.
Böyle yapmanız, ucuz kahramanlıktır. Tribünlere oynamaktır.
İnsanlar neden haksızlıklar karşısında suskun kalmayı tercih ederler. Kötülüklerin oluşmasına mani olmazlar, doğruyu göstermeye cesaret edemezler. Muhalif olmaktan çekinirler. Tabiîki bunun değişik sebepleri vardır.
Önce, dünya nimetlerinden elde etmiş oldukları kazanımları kaybetmekten korkarlar. Kötülükleri işleyenlerden, ileride birtakım dünyevî beklentileri olabilir düşüncesiyle onlara aykırı davranmak istemezler. Aralarındaki dostlukların bozulup, itibarlarının azalmasını riske edemezler.
Önceki Diyanet İşleri Başkanı Prf. Dr. Mehmet Görmez’in bu konuyla ilgili çok önemli ve isabetli bir cümlesini hatırlatmak istiyorum.
“Siyasetin günahları cinsel bütün günahlardan daha büyüktür.” dedi.
Hangi açıdan bakarsanız bakın! Neresinden tutarsanız tutun elinizde kalıyor.
Çarpıklıkların zirve yaptığı bir durum.
Çarpıklıkları sorgulamak ve hesap vermek, bir kültür ve bir zihniyet meselesidir. Bu kültürü oluşturabilen toplumlar, kutsal devlet, kutsal kurum, kutsal grup ve yanlış yapmaz, keramet sahibi, ermiş lider düşüncesinde ve arayışında olmazlar.