İslâm Coğrafyasını iliklerine kadar sömürmek için, soğuk savaşın sona ermesinden sonra Batı’nın emperyal devletlerine yeni düşmanlar lazımdı. NATO’ya yeni roller ve yeni tehdit algıları gerekliydi. Bunun için yeni projeler kurgulandı. İslâm’a karşı Ilımlı İslâm ve demokratik İslâm kavramları üretildi ve dünyaya servis edildi. Bunların tutması içinde yapay,radikal İslâm ve İslâm terörü algısı oluşturulmaya başlandı.
Ilımlı İslâm’ın içselleştirilmesi için yerel aktörler aranmaya başlandı. Bunun için de yerli işbirlikçi olarak Fethullah Gülen seçildi ve ABD tarafından hazırlanmaya ve kullanılmaya başlandı. Batılı emperyalist devletlerin Türkiye’ye uzattığı oltanın ucunda ki yem ılımlı İslâm ve temsilcisi Bel’am kılıklı Fethullah Gülen oldu.
Böyle yapmakla da, ABD’nin ve Batı’nın emperyalist ideallerine, sömürgeciliğine ve hegemonyasına direnen ve mücadele eden Müslümanların dirençlerinin kırılması, onların pasifize edilmesi ve toplumsal tepkilerin yumuşatılması amaçlanmıştı.
Türkiye’nin güneyi ateş çemberine çevrildi. Son kale olarak Türkiye kaldı. Önce itaate zorlandı, olmadı. Sonra üzerine bir takım oyunlar oynandı tutmadı.Hileler yapıldı gerçekleşmedi. Tehditler yapıldı aldırış edilmedi. Tuzaklar kuruldu, tuzakları bozuldu. Yönetim bir türlü dize getirilemedi.
Nihayetinde itaat etmeyen yönetim, itaatkâr yönetimle değiştirilmesi gerektiğine dair hüküm verildi.
ABD’de önceden yazılmış ve hazırlanmış senaryo uygulamaya konulacaktı. Türkiye üzerinden Orta Doğu’nun sınırları yeniden çizilecekti. İslâm Dünyasının tamamen parçalanması ve bölünmesi gerçekleşecek ve BOP’a bir adım daha yaklaşılacaktı. Böylece, yeryüzünün zenginlikleri daha kolay talan edilecekti.
Biryandan Batı medyası, bir yandan FETÖ’nün kendisi bir yandan kendisine bağlı medya kuruluşları art arda işgalin yapılacağının sinyallerini önceden göndermeye başladılar.
Nihayetinde oyun, 15 Temmuz’da Türkiye’de sahneye konuldu. Müttefiklerimiz (!) bize savaş açtı. İşgal hareketi, kırk yıl besledikleri yerli işbirlikçiler tarafından içeriden başlatıldı. Etrafımızdaki bütün ülkeleri yakıp, yıkıp, tarumar ettikten sonra sınırlarımıza dayandılar.
Olay farklı bir boyutta ilerlemeye başladı. Son kale ile İslâm Coğrafyasının var olma ve yok olma olayına dönüştü. FETÖ örgütü ve hain liderinin, Batılı ve İsrailli efendileri adına milletle ve devletle hesaplaşması yaşanmaya başlandı.
Halk nasıl bir oyun içinde olduğunu gördü. Hedefin tüm İslâm Coğrafyasına çökmenin ve onun da bu kapıdan geçtiğini bildi. Her gün Suriye’yi, Irak’ı görüyordu. Afganistan’ı, Filistin’i, Libya’yı, Mısır’ı, Sudan’ı ve Yemen’i okuyordu. Buralarda uygulanan yıkım projelerinin bir parçası yapılmak istendiğini anladı.
Mehdi beklenirken birden bire tekbirlerle halk çıkageldi. Kimse amcaları, teyzeleri, dedeleri, neneleri, engellileri ve imanlı gençliği hesap edemedi.
Selalar ve tekbir sesleriyle yürüyen halk, küresel emperyal güçlerin ve yerli işbirlikçilerinin böl parçala ve yut politikalarına ve zulümlerine karşı tavır almak ve engel olmak için bedenini inançla saldırılara siper etti.
Sivillerin üzerine tanklar yürütüldü, en modern F-16 savaş uçakları ve helikopterlerle bombalar yağdırıldı.
Devletin önemli kurumları ve kuruluşları bombalandı, yakılıp, yıkıldı, masum insanlar katledildi.
Halk tanklara, uçaklara ve kurşunlara karşı bedenini siper etti. Ama bunu yaparken tekbirlerle, Allah’ın rızası için ve şehadet arzusuyla yaptı. İslâm dışı beşeri bir takım idealler ve kavramlar için yapmadı.
Bu ülkede, hiçbir darbe veya işgal hareketinde böylesine kanlı ve ürkütücü bir yöntem uygulamamıştı.
Girişimin başarılı olması için, işgal sürecinde batılı medya organlarının ve demokrat(!) kanaat önderlerinin saat saat yalanlarla ve iftiralarla dolu mesajları dünyaya servis ediliyordu.
Sonunda halk bir destan yazdı ve işgal girişimi püskürtüldü. Küresel emperyalist devletler istediğini bulamadı. İşgal girişimi, batılı müttefiklerimizin (!) ellerinde patladı. Türkiye’nin işgali ve dağılması engellenmiş oldu. FETÖ örgütü üzerinden İslâm Coğrafyasında politika üretenler hüsrana uğradılar.
Dünya kaynaklarının sömürülmesine, zulme ve darbelere karşı çıkmak için illa demokrat olmak gerekmez. Bu haksızlıklara, zulümlere ve darbelere karşı çıkmak her şeyden önce, hem İslâmi hem de insani bir duruş ve tavırdır.
Kimisi darbe kalkışması dese de, asıl hedef işgal girişimidir. Kontrol dışı kalan son kale Türkiye’nin işgalidir. Büyük fotoğrafta görünen odur ki, insanlığın yüz karası batılı emperyalist güçler tarafından İslâm Coğrafyasının tümünün parça parça edilmesi, bölünmesi, yakılıp-yıkılıp işgal edilmesi ve tabiat zenginliklerinin talan edilmesi için Türkiye engelinin ortadan kaldırılmasıdır.
Ama süreç bitmedi. Dünya döndükçe hakla batılın savaşı devam edecek.
Fatih Oruç