Gelir dağılımı adaletsizliği ve yoksulluk, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de önemli sorunlar arasında yer almaktadır.
Gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkelerin hayat standartlarını yakalayabilmesi için öncelikle elde edilen milli gelirin toplumsal sınıflar ve bireyler arasında âdil paylaşılması gerekir. Bir ülkede bu paylaşımın ne kadar âdil olduğunu ortaya koyan en önemli göstergeler, gelir dağılımı ve yoksulluk verileridir.
Ülkemizde gelir dağılımına ait veriler 1960 yıllarından itibaren üretilmeye başladı.
Maalesef şimdiye kadar siyasî iktidarların hiçbiri, gelir dağılımında adaleti sağlama ve yoksullukla mücadeleye yeterince önem vermediler.
Gelir dağılımındaki bozukluğun artması yoksulluk sorununu da beraberinde getirmiştir.
2013 yılında milli gelirimiz 951 milyar dolar, fert başına milli gelirimiz ise 12.594 dolar ile zirve yaptı.
Ekonominin başında iyi bir ekonomi kadrosu vardı.
O yıllarda, bir evde iki kişi çalışıyor idiyse, birinin geliriyle evin geçimin sağlanıyor, diğerinin geliriyle de ya ev ya da araba alınıyor, taksitler rahatça ödenebiliyordu.
Daha sonraları, o zamana kadar iyi bir performans gösteren hükümetin ekonominin kurmayları görevlerinden ayrıldılar. Yeni yelen kadrolar maalesef beklenen performansı gösteremediler.
Son yıllarda, ekonomi kendi kurallarının iyice dışına itildi. Bağımsız olması gereken kurumlara sürekli müdahale yapıldı. İnandırıcıkları sarsıldı. Piyasanın kendi kendine sağlaması gereken dengeleri talimatlarla bozuldu. Neticede, sonu hüsranla biten, yeni kurallar için 85 milyon insan denek olarak kullanıldı.
2014 yılından itibaren milli gelirimizi sürekli irtifa kaybetmesiyle gelir eşitsizliği ve yoksullaşma açısından da olumsuz bir döneme girmiş olduk.
2020 yılından itibaren milli gelirden alınan pay işgücü ve dar gelirli aleyhine bariz bir şekilde bozulmaya başladı.
Mesela,
2020 yılında milli gelirden sermayenin aldığı pay % 49,3, işgücünün aldığı pay % 33,1
2021 yılında sermayenin aldığı pay % 52,6, işgücünün aldığı pay% 30,2
2022 yılında sermayenin aldığı pay % 54,5, işgücünün aldığı par % 26,5 oldu.
Takip edenlerinin dikkatini çekmiştir, son yıllarda ülke ekonomik krizde çalkalanırken, yoksulluk sürekli artarken bankalar bilançolarında sürekli % 400-500 karlar açıklıyorlardı.
İşte bunun adına küçüklerden büyüklere sermaye transferi diyoruz. Zenginler daha da zenginleşirken fakirler sürekli daha da yoksullaşıyor. Orta direk gittikçe yok oluyor.
Bir yandan büyük sermaye gruplarının kârları aşırı derecede yükselirken, ücretlerin yükselmemesi, hatta düşmesi, gelir adaletsizliği sorununun açık bir şekilde su yüzüne çıkması ile sonuçlanmıştır.
Sermaye transferleri, ekonomik krizler ve yüksek enflasyon gelir dağılımını en fazla bozan faktörler arasında yer almaktadır.
Gelir dağılımı adaletsizliği son yıllarda iyice hızlandı. Düzeltilmesi de her geçen gün zorlaşıyor.
Bu durum, günümüzde iktisadi ve sosyal dengenin iyice bozulmasına ve büyük huzursuzluklara kapı araladı. Çeteleşmelere, hırsızlıklara, gençlerin uyuşturucu bağımlılığına, fuhşun artmasına velhasıl ahlakın ve toplumsal barışın iyice bozulmasına yol açmıştır. Gerekli önlemler alınmaz ise sosyal patlamalara kadar gider.
Gelir dağılımı adaletsizliği sadece iktisadi bir mesele değildir, aynı zamanda ahlaki bir sorundur.
Bir toplumda milli gelirden büyük payı çok az kimsenin alması, diğer yandan büyük çoğunluğun milli gelirden çok az pay alması insan onuruna yaraşır bir durum da değildir.
Gelir eşitsizliği ve yoksulluk, Türkiye’de çözüm bekleyen en önemli sosyo–ekonomik sorunlar başında yer almaktadır.
Adil dağılım olan zenginlerle yoksullar arasındaki farkın kabul edilebilir seviyelere gelmesi kaçınılmazdır. Aksi taktirde bedeli ağır olur.
Hükümetlerin ekonomik politikalarının birinci amacı, toplumun bütün kesimlerinin ekonomik refah düzeylerinin adaletli bir şekilde yükseltilmesi olmalıdır.