Hak ile batılı karıştırarak, batıl düşünceleri hak sayan, toplumları ve kitleleri etkileyip, onları arkalarından sürükleyen, onları yönlendiren; bir kısmı da İslâm’ın eğitimini almış ama onu özümseyememiş düşünürler, entelektüeller, akademisyenler, kanaat önderleri, âlimler, yazarlar ve politikacılar.
Yüce Rabbimiz, Kur’an’da buyuruyor ki:
“Hakkı, batılla karıştırıp da bile bile hakkı gizlemeyin.” (Bakara, 2/42)
Bu tür konuları yazmak, halkla paylaşmak ve insanları bilinçlendirmek, bu işin eğitimini almış, kafa yormuş, toplumlara yön veren önderlerin, liderlerin, âlimlerin ve akademisyenlerin işidir. Fakat birçoğu bu tür riskli konulara girmekten imtina etmektedirler.
Bu insanların, önderliklerini ve söz söyleme haklarını devam ettirebilmek, gruplarına, cemaatlerine veya partilerine taraftar toplamak, bulundukları mevkileri korumak veya daha üst mevkilere gelmek için, İslâm’ın reddettiği birtakım kavramları, İslâm’la uzlaştırmak, kaynaştırmak ve bütünleştirmek için büyük bir gayret ve zorlama içerisinde olduklarını görüyoruz.
Sözlerini açıkça ifade etmek istemezler. Günümüzün ihtiyaçlarına ve siyasî oluşumlarına göre yorum yapmamaktadırlar. Meselenin özüne inmektense etrafında dolanıp dururlar.
Bir kısım insanlar, gruplar ve cemaatler da siyasetten ve şeytandan Allah’a sığınmayı tercih ediyorlar. Şeytandan Allah’a sığınmak zaten imanımızın bir gereği. Fakat bir Müslüman siyasetten nasıl kaçabilir. Sanki Allah (c.c.) siyaseti yasaklamış gibi, sanki Allah’ın siyasetle ilgili emir ve hükümleri yokmuş gibi ondan kaçıyorlar. Sanki Allah’ın Resûlü (s.a.s) devlet kurmamış, sanki Allah’ın Resûlü devlet yönetmemiş. Sanki Allah’ın Resûlü, insanların ve toplumların birbirleriyle olan hukukî, idarî, iktisadî ve beşerî ilişkilerini düzenleyip yönetmemiş.
Sanki Allah’ın Resûlü, zamanının imparatorlarına ve devlet başkanlarına elçiler ve mesajlar göndermemiş.
Hâlbuki kâinatta Allah’tan bağımsız hiçbir alan ve konu yoktur. Böyle yapmayla âyetlerin bir kısmını saklamış veya göz ardı etmiş oluyorlar.
Rabbimiz Allah (c.c.) Kur’ân’da buyuruyor ki:
“(Peygamberler) öyle kimselerdir ki Allah’ın gönderdiklerini tebliğ ederler, Allah’tan korkarlar ve O’ndan başka hiçbir kimseden korkmazlar. (Dinlemeyenlere) hesap görücü olarak Allah yeter.” (Ahzab, 33/39)
Yukarıda görüldüğü gibi, doğru olan hakkın mesajını, her mekânda ve her şartta korkmadan ve çekinmeden açıkça ifade edilmesi istenmektedir. Aksi takdirde hesabının sorulacağı bildirilmektedir.
Maalesef âlimlerin, hocaların, topluma yön veren cemaatlerin ve tarikatların büyük bir kısmı merkezî konulara değinmiyorlar.
Halkın bu tür sorular sormalarına da fırsat vermiyorlar. Böylece halk da, bunlara benzer merkezî soruların cevaplarından uzak kalmış oluyorlar. İçerisinde bulunulan halin ilmine vakıf olunamıyor.
Bunun içindir ki, hocaların, şeyhlerin, cemaatlerin ve tarikatların büyük bir kısmı zemin kayması yaşıyorlar.
Bir kısmının da, bunları yapanlara karşı tepki göstermeyip, itiraz etmeden susmayı tercih ettiklerine şahit oluyoruz.
Müslüman’ım diyen insanların, özellikle baskı ve zulümlerin arttığı dönemlerde demokrasiyi bir kurtuluş olarak görmesi ve savunması bir gerçektir. Oysaki herkesin demokrasi savunucusu kesildiği günümüzde, ben de Müslüman’ın diyen insanların çok dikkat etmesi gereken bir konudur bu. Hiçbir Müslüman, İlâhi bir din/sistem olan İslâm’ın yerine beşeri bir yönetim şekli olan demokrasiyi ikame edemez. Ama maalesef, demokrasi denildiği zaman, İslâm adına toplumun önünde giden insanlar ve Müslüman olduğunu söyleyen insanların, demokrasiyi savunmak için demokratlardan daha önce silahlarını çektiklerini görüyoruz.
Kraldan daha çok kralcı olduklarına şahit olabiliyoruz.
Toplum yalnız İslâm üzerinde şekillendirilmesi gerekirken, İslâm, demokrasi üzerinde şekillendirilmeye çalışılıyor. Böylece özünden ve hedefinden sapmış bir Müslümanlık ortaya çıkarılıyor.
Fatih ORUÇ