Geçen hafta telefonuma bir mesaj geldi.
“Hayırlı günler hocam, nasılsınız?”
Ben de, “Teşekkürler, Ortadoğu’da ve Türkiye’deki olaylar çok yoğun bir şekilde devam ediyor, takipte bile yetişemiyoruz.” diye yazdım.
O da bana cevaben “Haklısınız ‘zaman bile zorlanıyor.’diye cevap verdi.
“Zamanın zorlanması” ne demekti? Ortadoğu, Türkiye, savaşlar, işgaller, katliamlar, sömürüler, ABD ve küresel eşkıyaların zamanın zorlanması ile ilişkisi neydi? Zaman nasıl zorlanırdı? Birçok mana ifade eden bir kavram. Bu ortamda, ancak güzel insanların ifade edebileceği anlamlı bir kavram.
Küresel emperyalistler, işgalleri, katliamları ve sürgünleri belirli bir zaman dilimine mi sığdırmaya çalışıyorlardı? Belli ki aceleleri vardı. Onun için zamanı da zorluyorlardı. Yeryüzü nimetlerine ne kadar erken çökerlerse onlar için o kadar kâr demekti. Ne kadar çok katliam yaparlarsa, nimetleri o oranda bölüşecekleri insan sayısı azalacaktı. Dünya nimetlerinden daha fazla zıkkımlanacaklardı. Afrika yetmedi, Afganistan yetmedi, Mısır yetmedi, Irak yetmedi, Libya yetmedi, Suriye yetmedi. Yetmiyor yetmiyor, gözleri ve azgınlaşmış nefsi arzuları bir türlü doymak bilmiyor.
Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan diyor ki; Suriye’de “5000 tır ve 2000 civarında uçakla gelen silah ve mühimmatla terör desteklendi.”
Alman Leopard tanklarının Zeytin Dalı Harekatı’nda kullanılması nedeniyle Alman hükümetinden de bir açıklama geldi. Alman Dışişleri Bakanlığı, Türkiye'nin Afrin Harekatı kapsamında Türkiye'yle silah ihracatını ele alan açıklamada, Almanya'nın “Son derece endişeli” olduğuna vurgu yaptı. TSK’nın elindeki Leopard tanklarının modernizasyonu projesini tamamen rafa kaldırdığını duyurdu.
Terörü desteklemek için, sattıkları silahların teröre karşı kullanılmasını bile hazmedemiyorlar.
Afrin’e “Zeytin Dalı Harekatı” operasyonu uluslararası ilişkilerin ne kadar çarpık bir zemine oturduğunu bizlere bir kez daha göstermiş oldu.
Süper güç olarak bilinen ABD, bütün sorunlarını kabadayılıkla/ güç kullanarak çözmeyi kendine ilke edinmiş. Aynı şekilde Türkiye’nin, yalanlarını yüzlerine vurması, kararlı duruşu ve akabinde güç kullanmasıyla, ABD’nin söylemlerinden çark etmesi ve kıvırması da bize bunların yalnız güçten anladıklarını göstermiş oldu.
Küresel emperyalist haydutlar, İslâm Coğrafyasına tamamen çökmek için, önlerindeki son engeller Türkiye ve İran’da çökertilmeliydi.
Soykırımlar, tecritler, katliamlar, sürgünler ve sömürüler yalnız tarihsel bir olay değil. Her dönemde, farklı biçimlerde daima olan eylemlerdir.
İnsanlıkta bu kadar tecrübe birikmesine, eğitimin ilerlemesine ve iletişimin devasa boyutlara ulaşmasına rağmen soykırımların, savaşların ve katliamların sürdürülebilmesinin sebebi neydi acaba?
Ülkeleri idare eden şirketlerin, grupların, ailelerin ve kişilerin ortak yaşama kültürlerini oluşturamamalarından ve dünya nimetlerini başkalarıyla paylaşmak istememelerinden kaynaklanmaktadır. Nefsî heva ve heveslerine sorgulanamayan bir kutsallık veriyorlar ve onu ilahlaştırıyorlar.
Kendi ifadeleriyle kendileri; medeni, gelişmiş ve kültürlü toplumlar, diğerleri; vahşi, ilkel, geri ve aşağı kültür mensuplarıydılar. Sömürülerin, gaspların ve katliamların, haklı olmayı güçlü olmaktan geçtiğini gören bu idarecilerin kontrolünde ortaya çıktığını görüyoruz.
Soykırımların, işgallerin, savaşların ve katliamların önlenmesi yalnız bazı devletlerin, bilim adamlarının, hukukçuların ve ilgili sivil toplum örgütlerinin görevi değildir. Bu konuda siyasetçiler, akademisyenler, araştırmacılar, medya, öğrenciler, kısaca toplumun bütün katmanları duyarlı, bilgi ve görüş sahibi olmalıdır.
Bu sömürü, katliam ve zulüm sistemine, kendi ifadeleriyle, oluşturmaya çalıştıkları “Yeni Dünya Düzeni ”ne engel olmak için, herkes kendisini bunda sorumlu ve görevli kabul etmelidir.
Fatih Oruç