Avrupa Birliği’nin başkenti Brüksel.
Sözde müreffeh Avrupa medeniyetinin ve insani değerlerinin başkenti.
Yani sembol/örnek(!) bir başkent.
Fakat bunlar ırkçı, sömürgeci ve zalim geçmişini örtmeye yetmiyor. 1950 yıllarında insanlığın utanç tablolarını sergiliyorlardı. Brüksel birçok “humanzoo” yani (insanat bahçeleri) kurmuştu. Hayvanat bahçeleri gibi, ancak içerisinde kafeslere kapatılmış insanların sergilendiği bahçeler.
Bu “ İnsanat Bahçeleri” , bütün Avrupa’da kendisini insan zanneden milyonlarca ziyaretçinin akınına uğradı.
1958 yılında ilk Dünya Fuarı Brüksel’de kurulmuştu. İnsan medeniyetinin geleceğine ait endüstrileşmeyle ilgili etkinlikler sergileniyordu. Dünyanın birçok farklı yerlerinden getirilip sergilenenlerin içinde Afrikalılar, Kızılderililer ve Aborjinler sergileniyordu. Sergilenen bu insanların içerisinde farklı görünümlü, kısa boylular, kamburlar, cüceler, aşırı kıllılar ve küçüğünden büyüğüne kadar her yaştan insanlar vardı.
Bugün dünyaya demokrasi, insan hakları ve özgürlük nutukları atan bu insanlar, başka insanların acılarını, eğlenceye ve şölene dönüştürüp keyiflerine bakıyorlardı.
Batı düşüncesi para kazanmak uğruna olumsuz farklılıkları sergilemekten ve teşhir etmekten yanadır.
İslâm inancı ise bunları örtmekten yanadır.
İnsanat bahçelerinin tarihi 16’ncı yy’a kadar Vatikan’da çeşitli hayvanların sergilendiği organizasyonlara kadar gider. Hatta ondan önce (1502-1520) Orta Amerika’da cücelerin, albinoların ve kamburların sergilendiği etkinlikler bilinmektedir.
Düşünmesi bile zor, korkunç ve şok edici faaliyetler.
İnsanat bahçeleri, medeni(!) Avrupalıların ve Amerikalıların diğer etnik gruplara mensup insanları kafeslerde ziyaret etmeleridir. Bunları özel olarak inşa ettikleri egzotik mekânlarda sergiliyorlardı. Böylece farklı yaratıklar olarak gördükleri bu insanları doğal ortamlarda görmüş oluyorlardı.
1800’lü yıllar boyunca Avrupa’nın önemli şehirlerinde Paris, Hamburg, Antwerp, Barselona, Londra, Milan ve Varşova’da birçok hayvanat bahçeleri açıldı. Bu iş Avrupa’da o kadar çok para kazandırdı ki, bir müddet sonra New York’ta da açıldı, insanlık ayıbı burada da devam etti.
Batılı insan avcıları tarafından, binlerce kilometre uzak yurtlarından koparılıp getirilen insanlar, hayvanlar ile birlikte insanların önüne çıkarılıyorlardı.
Batılılar bu insanları vahşi, ilkel ve insansı yaratıklar diye sunuyorlardı.
Kimilerini kafeste teşhir ediyor kimilerini de açık hayvanat parkında sergiliyorlardı.
Çoğu hayvanlar gibi çıplak sergileniyordu. Bazıları intihar etti, bazıları ise teşhir edilirken öldü. Ölenler dahi sergilendi.
Milyonlarca insan burada sergilenen insanları büyük bir ilgiyle birer hayvanmış gibi seyredebilmek için ziyaret ettiler.
Bunların hikâyesi aslında Afrika halkının Batılılar tarafından ahlaksızca, zalimce ve acımasızca sömürülmelerinin trajik hikâyeleridir.
Avrupa’da insanat bahçeleri 2.dünya savaşının sonuna kadar bütün acımasızlığı ile devam etti.
Dünyanın farklı şehirlerinde açılan insanat bahçeleri, beyazların siyahlara üstün oldukları algısını oluşturan yerlerdi. Beyazlardan oluşan toplumların zengin ve elit kesimden, diğer Pigmelerin, Bushmanlerın, Zuluların ya da Kongoluların ise aşağı kesimden olup, onları izleyip kendilerine bir paye çıkarıyorlardı.
Böylece kendilerinin diğer ülkelerin işgalini, yağmayı, katliamları ve yeryüzü kaynaklarının sömürülmelerine ve diğer insanların gelişmemiş ve alt sınıftan olmalarına kendi akıllarınca meşruiyet kazandırmış oluyorlardı.
Maalesef insanat bahçeleri Batı’nın kusurlu ve utanç verici geçmişinin tipik ırkçılık örneklerinden biri. Irkçılık 1800’lerden beri zayıflasa bile bugün hala yaşanmaktadır. Geçmişin bu olayları korkutucu, ürkütücü ama unutulmamalı. Bunları hatırlayarak ve bunlardan ders çıkararak ırkçılığın bu örnekleri gelecek nesillere aktarılmalıdır.
Fatih ORUÇ