Çocuk gözüyle, bir oruç ayı…
Saygıdeğer Okuyucularımız!..
Bizim “Eski Ramazânlar” olarak bilebileceğimiz yıllar, yaşımıza göre bundan 62–63 yıl öncesine ait yıllardır.
Şehrimiz Kılıçdede Mahallesi Irmak Caddesi’nde bulunan 19 Mayıs İlkokulu birinci sınıfında öğrenci olarak bulunduğumuz mübârek Ramazân-ı şerîf ayının gelişine hazırlık olmak üzere konu komşumuz kız ve kadınlarında Dikkatimizi ilk çeken farklılık; evlerin bahçelerinde ahşap sofralar üzerinde yufkalar açılması, bu açılan yufkaların üçayaklı sacayağılar üzerine kurulu demir saclarda hafif ateşle kızartılması, akabinde de bir kısmının kesme makarnalık olarak ayrılırken diğer daha bir incelerinin kurutulup istiflenmesi, biz çocuklara da içlerine tereyağı sürülerek ikram edilmesi olmuştur.
O zamanlar, ilimiz Dereler Köyü’ne bağlı bir mahalle statüsünde olan Çentoğlu Mahallesi (şimdiki Derebahçe Mahallesi)nde cami olmadığı için, en yakın cami olan Kılıçdede ve Kefeli Camilerine teravih namazı kılmak için bâzen babamın ve dayımın peşine takılıp cemaat arasına karışmam, öncesinde de ev halkının akşam ezanı vaktini defalarca saate bakarak konuşmaları, Kışla sırtlarından atılacak top sesini duymak için dikkat kesilmemi istemeleri ve iftar vaktinden önce biz çocukları sofraya yaklaştırmamaları diğer dikkat çekici olaylar olarak hafızama âdeta kazınmıştır.
İftar sofrasının ortadan kaldırılması ve akşam namazının evlerde kılınmasından sonra elde gaz lâmbalı fenerler olduğu hâlde hemen evden çıkmamıza rağmen, teravih için hangi camiye gidersek gidelim, hep kalabalık cemaat arasında zar-zor kendimize yer bulabilmemiz de bu dönemin enteresan bulduğum hatıraları arasındadır.
Teravih dönüşü eve geldiğimizde babamın ilk işi, çalar saatimizi, üzerinde “Saatli Maarif Takvimi Ajandası” yazan bir cep defteri gibi bir kitapçığa bakarak, adına “sahur” dediği bir vakit için kurması, sonra da meyve gibi bir şeyler varsa atıştırmamızın akabinde hemencek yatmamızı istemesi idi.
Gecenin bir vaktinde derinlerden gelen bir zil sesi ile uykum bölünse de, akşamdan istememe rağmen kalkamaz, anne-babamın olabildiğince sessiz davranmaları sebebiyle de gece yemeklerine iştirak edemezdim.
Sabahleyin ise geceden kalan yemeklerden bir başıma yemek mecburiyetinde kalır, anne-babama ve ablama, bu yalnız bırakılıştan dolayı için için kızar, sonraki gün için de beni mutlaka kaldırmalarını tembihlerdim. Ancak gel gör ki, gerek günün yorgunluğu ve gerekse çocukça vaki olan uykunun derinliği ile koca “oruç ayı” boyunca bu isteğime birkaç gece için ancak kavuşabilirdim.
Mahallede ve gerekse okulda benden yaşça büyük çocukların dillerini çıkararak ve beyazlıklarını göstererek, “Bak ben oruçluyum” diyerek gururlanmaları karşısında kendimde eziklik hisseder ve ben de onlar gibi olmaya karar verirdim. Ancak çoğu yaşdaşım olan arkadaşlar gibi, velev ki gece sahura kalksam bile, öğleni zar-zor eder, büyüklerin “Niyetlenmediysen yiyebilirsin” veyahut da “Çocukların orucu öğlene kadardır” sözleri üzerine onlardan gizli mutlaka bir şeyler atıştırırdım.
Ancak, “Arefe günü” dedikleri bayram öncesi günde büyüklerin, “Bugün kuşlar bile oruç tutuyor” demeleri sebebiyle, açlıktan gözlerim kararsa, susuzluktan dudaklarım çatlasa, dizlerimin dermanı kesilse de inatla iftar vaktini bekler, ikide bir saati sora sora mutlaka akşamı ederdim. Sonra da büyüklerle beraber sofraya kurulur, sofra duâsının bir an önce bitmesini ise bir elimde kaşıkla birlikte beklerdim. Bu durum ise büyüklerimin dikkatinden kaçmaz, takdirkâr bakışları, yarım ağız tebessümleri arasında ara sıra sırtımı da sıvazladıkları olurdu.
Oruç ayının ilerleyen haftalarında, büyüklerin konuşmaları arasında zaman zaman “fitre” lâflarını duyar, konu komşu ve akrabadan bâzılarının biz çocuklara harçlık vermelerine şahit olur, ayrı bir sevinç yaşardık…
Bir de üst-baş olarak biz çocuklara herhangi bir şey alındığı vakit bunları “Bayramlık” olarak niteler ve “Bayram” gelmeden giymemize müsaade etmezlerdi ki, bu “Bayram” denilen gün’ün niçin sık sık gelip de biz çocukları daha çok sevindirmediğine bir türlü akıl-sır erdiremezdim…
“Bayrama yakın günlerden bir günün akşamı”nda bir de “kandil gecesi” olurdu ki, biz çocuklar için âdeta “Bayramın habercisi/öncüsü” gibi bir şey idi. Konu komşudan zengin olanlar “Mevlîd merasimi” için evlerinde dâvet verirler, “okuma ve duâlar”ın ardından etli yemekler, tatlılar yenir; komposto ve hoşaf suları, şerbetler içilir; biz çocuklara bayram şekeri ve lokum yanında bir de leblebi çekirdek gibi şeyler verilirdi ki sevinçten sanki uçar gibi olurduk…
“Bayram namâzı” için babamın beni erkenden uyandırması ile abdestimi alır, bayramlıklarımı giyer, mendil ve takkemi cebime yerleştirir ve onun peşine takılarak en yakın caminin yolunu tutardım. Yolda konu komşudan insanlarla karşılaştığımızda selâmlaşmanın akabinde hâl hatır sorulur ve birlikte adımlarımızı hızlandırırdık…
“Bayram namâzı”ndan sonraki bayramlaşma anında da diğer çocuklarla birlikte tanıyıp tanımadığımız bir sürü insanın elini öper, bâzısının verdiği şeker ve harçlıklar ile tam bir “Bayram çocuğu” olmanın sevincini yaşardık…
Eve gelip de ev halkıyla da “Bayramlaşma”nın ve birlikte sabah kahvaltısını yapmanın akabinde mezarlığa gider, aile fertleri ile diğer tanıdıkların mezarlarını ziyaret eder, bildiğimiz bâzı duâları okur, büyüklerin duâlarına “Âmin!” der, sonra da diğer çocuklarla birlikte komşu evlerine bayramlaşmaya, şeker ve harçlık toplamaya çıkardık…
Öğlene yakın saatlerde de diğer köylerden ve mahallelerden gelen çocuklar, gençler ile birlikte sinema bilet kuyruklarında yerimizi alır, sabah matinesindeki “Duhuliye” sandalyelerinden birinde kendimize bir yer bulabilirsek, günün bahtiyar insanlarından biri olur, gazoz şişesini kafamıza diklerken bir başka mutluluktan âdeta kendimizden geçerdik…
Sinemadan çıkınca gidebileceğimiz yerler arasında Atatürk Parkı ile Lunapark’ dan başka bir yer olmadığından buralarda kümelenir, “Şans-Kader” çekilişlerinde paracıklarımız suyunu çekmeye başlayınca da evin yolunu tutardık…
…Ve çocuk gözü ve gönlüyle bir “Ramazânı ve Bayramı” da böylece geride bırakır, büyüklerin arasına karışıp-giderdik…
* - * - * - * - * -
Ramazân oruç ayı, bol şeker ve çok para;
İftarda türlü yemek, kalabalık namazlar;
Mevlîd merasimleri, kalkmak var sahurlara;
Oyunlar pek azalır, durulur yaramazlar…
Ramazân oruç ayı, yufkalar-makarnalar;
Meyvelerin en hası, tatlılarda tatlı var;
Ana-baba niyâzı, evlâtlara duâlar;
Yüzlerde bir tebessüm, kalpleri hiç kırmazlar…
Ramazân oruç ayı, harçlıkların artması;
Kötülüğe iyilik, sevapların tartması;
Kilitli sandıklardan, bayramlık çıkartması;
Kem sözler ertelenir, yüze durup vurmazlar…
Bayram günü Lunapark, çocuk sesinden çağlar;
Balonu kaçan sabi, peşi sıra bir ağlar;
KAYIKÇ’Ali de bilet, duhuliye yer sağlar;
Film başlar zamanında, konuşanlar durmazlar…
Derebahçeli/Ali Kayıkçı