* “(Ey Resûlüm) Mü’min erkeklere de söyle gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, kendileri için (zan ve şüpheden) temizdir. Mümin kadınlara da söyle; gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Zînetlerini açmasınlar. Başörtülerini, yakalarının üstüne (kapayacak şekilde) koysunlar. Zînet (yer)lerini kendi kocalarından yahut kendi babalarından yahut kocalarının babalarından yahut kendi oğullarından yahut kocalarının oğullarından yahut kendi biraderlerinden yahut kendi biraderlerinin oğullarından yahut kız kardeşlerinin oğullarından yahut kendi kadınlarından (…) yahut erkeklerden yana ihtiyaç olmayan (yani erkeklikten kalmış bulunan) hizmetçilerden yahut henüz kadınların gizli yerlerine muttalî olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizleyecekleri zînetleri bilinsin diye, ayaklarını da vurmasınlar. Hepiniz Allah’a tövbe edin ey müminler! Tâ ki, korktuğunuzdan emîn, umduğunuza nâil olasınız.” (Kur’ân-ı Kerîm; Nûr Sûresi, âyet 30-31’den)
* “Ey Peygamber! Kendi eşlerine, kızlarına ve Müslüman kadınlarına de ki, dış elbiselerini üzerlerine alıp örtünsünler! Bu onların (iffetli) tanınmalarına, eziyet edilmemelerine daha uygun olanıdır…” (Kur’ân-ı Kerîm; Ahzâb Sûresi, âyet 59’dan)
* “Yemin olsun ki asra, insan mutlak bir hüsranda; ancak, îmân edip sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hep hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesna!” (Kur’ân-ı Kerîm; Asr Sûresi, âyet: 1-3)
* “Her nefs (canlı) ölümü tadacaktır.” (Kur’ân-ı Kerîm; Âl-i İmrân Sûresi, âyet: 185)
* “Yemin olsun ki asra, insan mutlak bir hüsranda; ancak, îmân edip sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hep hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesna!” (Kur’ân-ı Kerîm; Asr Sûresi, âyet: 1-3)
* “Her nefs (canlı) ölümü tadacaktır.” (Kur’ân-ı Kerîm; Âl-i İmrân Sûresi, âyet: 185)
* “Kadın, yâ malı için veyâ güzelliği için, yâhut dîni için alınır. Siz dîni olanı alınız! Malı için alan, malına kavuşamaz. Cemâl için alan, cemâlinden mahrûm kalır.”, “Gübrelikte biten gülleri koklamayanız!”, “Kendinizi ve evlerinizde ve emirlerinizde olanları ateşten koruyunuz!”, “Birbirinize Müslümanlığı öğretiniz! Emr-i ma’rûfu bırakır iseniz, Allahü teâlâ, en kötünüzü başınıza musallât eder ve duâlarınızı kabûl etmez.”, “Zevcesinin ve çocuklarının haklarını ifâ etmiyenin namâzları, oruçları kabûl olmaz.”, “Bir kadın; beş vakit namâzını kılar, Ramazân ayında oruç tutar, nâmûsunu korur ve zevcine itâ’at ederse, dilediği kapıdan Cennet’e girer ”, “Beş şeyi yapan kadın Cehennem’den kurtulur: Beş vakit namâzını kılar, Ramazân ayında orucunu tutar, zevcini, anasını babasını üzmez, yüzünü ve saçlarını yabancı erkeklere göstermez, dünyâ sıkıntılarına sabır eder.”, “Erkekler, kadınlar üzerine hâkimdirler. Çünkü, Allahü teâlâ, bâzı kullarını bâzısından üstün yaratmıştır. Hem de erkekler, kendi mallarını, onlar için harcarlar. Kadınların iyileri, Allahü teâlâya itâat eder ve zevclerinin haklarını gözetirler. Zevcleri hâzır olmadıkları zaman, onların nâmuslarını ve mallarını, Allah’ın yardımı ile korurlar. Hiyânet etmesinden korktuğunuz kadınlara, zevc haklarını öğretin ve tatlı sözlerle nasîhat edin!”, “Hayâ îmândandır. Îmânı olan cennettedir.”, “Hayâ ile îmân, beraberdirler. Biri gidince, diğeri onu tâkib eder.”, “Günâhından tevbe eden kimse, hiç günâh işlememiş gibidir.”, “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.”, “İnsanlara vâiz olarak (öğüt ve ibret verici nasîhat edici olarak) ölüm yetişir.”, “Ölümü çok hâtırlayınız. Onu hâtırlamak, insanı günâh işlemekten korur ve âhirete zararlı olan şeylerden sakınmağa sebep olur.” (Hz. Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem”
* “Hayâsız insan, halk içinde çıplak oturan kimse gibidir.” (Hz. Ebû Bekir “r. anh”)
* “Hz. Aişe (ra): ‘Ebûbekir, Amir İbni Füheyre ve Bilâl aynı evde ikamet ediyorlardı. Üçü de sıtmaya yakalanmışlardı. Onları ziyâret edip hâllerini sormak için Resûlullah (sav)’den izin istedim. O da bana izin verdi. Onların hâlini sormak için bulundukları eve gittim. Tabii ki bu gidişim, üzerimize hicâb (tesettür) emri gelmeden önceydi’…” (Siyer-i Nebî-Prof. Ali Muhammed Sallabi; Millî Gazete Yy. İstanbul 2016, s. 514)
* “Âdem “aleyhisselâm” cenâb-ı Hakka, (Yâ Rabbî! Ehl-i nârın ameli nedir?) diye suâl eyledi. Cenâb-ı Hakk dahi (Bana şirk etmek ve gönderdiğim Resûl-i kirâmı tekzîb etmek ve kütüb-i ilâhiyyemde olan emr-ü nehyimi tutmayıp âsî olmaktır) buyurdu.”, “… Diğer bir fırka ise, avret yerleri gayet büyümüş, cerahat ve irin akar. Onların fena kokusundan etrafta bulunanlar gayet rahatsız olur. Bunlar, zinâ yapanlar ve başları, saçları, kolları, bacakları açık sokağa çıkan kadınlardır.” (Kıyâmet ve Âhiret-Îmâm-ı Gazâlî; İhlâs A. Şti Yy, İst. 1985, s. 7, 43)
* “Kul hayâ sâhibi olduğu zaman, hayırlı ve iyi işlere yapışır. Hayâ kalbe yerleştiği zaman, nefsin arzu ve istekleri ondan uzaklaşır.” (Ebû Süleymân-ı Dârânî “r. aleyh”)
* “Tesettür, İslâmiyet’te pek mühim bir mevzûdur. Avret yerini örtmek, namâzda da, namâz dışında da farzdır, mutlaka lâzımdır. Mükellef olan yani âkil (akıllı) ve bâliğ (ergen ve evlenecek yaşa gelmiş olan) insanın namaz kılarken açması veya her zaman başkasına göstermesi ve başkasının bakması harâm olan yerlerine avret mahalli denir. Hanefi ve Şâfiî mezhebinde erkeklerin namâz için avret mahalli, göbekten diz altına kadardır. Hür olan kadınların ellerinden ve yüzlerinden başka her yerleri, bilekleri, sarkan saçları ve ayaklarının altı namâz için Hanefî’de avrettir.” (Türkiye Gazetesi Dîni Terimler Sözlüğü, c. 2, s. 258)
* “Örtmekten kasıt, avret mahallini gizlemektir. Bu açıdan şeffaf ve vücut hatlarını gösteren dar giysiler, örtü sayılmaz. Kadın dışarıda tesettüre tam mânâsıyla uymak zorundadır. Çünkü örtünme, kadın ile erkek arasındaki mesafeyi korur. İslâm’ın şekle değil de kalb temizliğine baktığını ileri sürerek bu devirde artık örtünmenin gereksiz olduğunu söylemenin İslâmî hiçbir dayanağı yoktur.” (Tercüman Gazetesi Ansiklopedik İslâm Lugatı; C. 2, s. 554’ten)
* “Türkiye’de ‘Kıyafet tercihimde modayı takip etmeye özen gösteririm’ diyenlerin oranı % 31. Bu oran 14-17 yaş grubundaki gençlerde % 51’e çıkıyor.” (Türkiye Gazetesi: 22.12.2013, s.1)
Saygıdeğer Okuyucularımız!..
Bugün Sizlere; dün başladığımız, “havaların iyice ısınmaya başladığı şu yaz-bahar ve Ramazân günlerinde”; “cadde ve sokakları âdeta bir defile yerine çeviren moda”dan bir nebze söz etmek istiyoruz.
Bilindiği üzere; kıştan çıkıp da “bahar”a doğru çoğu basın-yayın organlarında da bir telâştır başlar; “İlkbahar-Yaz Modası”na ait dikkat çekici konular ve görüntüler yakalamanın, moda merkezlerinden haberleri yansıtmanın gayretine düşerler…
Bu yolla da, hem mevcut kadın-kız okuyucuyu/seyirciyi elde tutmaya ve onları alış-verişe yönlendirmeye çalışır, hem de bâzı kişi ve kuruluşların ürettiği “Reklâm Pastası”ndan pay kapma yarışına girerler…
Peki, “moda… moda” diyoruz ya, nedir bu “moda” kavramı?
“Moda: Kıyafet, süs, giyecek, mobilya v.b.nin kullanış ve şekillerini geçici olarak düzenleyen kural” olarak tanımlanmış “Meydan –Larousse” isimli ansiklopedide. Bu maddenin açılımında şu ilginç bilgilerle de karşılaşıyoruz: “Moda, köklü değişim isteğiyle, herhangi bir yeniliğe karşı koyan iki aşırı uç arasında kalır. Bu iki uç arasında herhangi bir özel görüşü olmayan, az çok kararsız bir insan kitlesi yer alır. Değişen tarzlar koyun sürüsüne benzeyen bu insan kitlesinin eğilimlerine dayanır. Bir modanın başarıya ulaşması için gerekli olan bu grup, işin garibi, hiçbir zaman modanın içinde değildir. Genellikle pasif bu grup, ancak bir modadan öbürüne geçiş döneminde kendini ortaya çıkarır. Herhangi bir üslûbun modası başladı mı, bu modada direnenler ‘eksantrik’ damgasını yeme tehlikesiyle karış karşıya kalırlar.” (Meydan –Larousse Büyük Lûgat ve Ansiklopedi; İstanbul 1972, c. 8, s. 857’den)
Bu, “Batı/Hıristiyânî Kültür Potası”nda pişmiş Ansiklopedi böyle diyor ya, bakalım “İslâmî/Millî Kültür” ile şekillenmiş bir kalem (bizim “Âşık”) bu işe ne diyor ve neyi nasıl söylüyor?
Diyoruz ve yukarıda (serlevha hâlinde) sunduğumuz âyet, hadîs ve evliyâ sözleri ışığındaki his ve düşüncelerle kaleme alınmış bu mısralarla Siz Saygıdeğer Okuyucularımızı başbaşa bırakıyoruz…
Kalbî sevgi ve saygılarımızla…
- * - * - * - * - *
Bir “hastalık” şu “moda”, kimi “cin”le çarpılmış;
Her bir şeyi yazılı, “tişört” “reklâm tahtası”;
“Saç-baş” olmuş acayip, “koyun” gibi kırpılmış…
“Pantolon”lar bir başka, yazı dolu arkası;
İçten-dıştan firmalar, türlü-çeşit markası…
Bir “hastalık” şu “moda”, “kadın-kızı” sürükler;
“Rengarenk”li “takılar”, “model-model” yüzükler;
Şu “desinler” uğruna, elden çıkan yüzlükler…
“Çanta-kemer” bir başka, yazı dolu arkası;
İçten-dıştan firmalar, türlü-çeşit markası…
Bir “hastalık” şu “moda”, “teşhircilik/göstermek”;
“Kendin olmak” var iken, şuna-buna “benzemek”;
Üstüne üstlük bir de, (…) oradan “aldım” demek…
“Etek-buluz” bir başka, yarı açık arkası;
İçten-dıştan firmalar, türlü-çeşit markası…
Bir “hastalık” şu “moda”; “kemer” sarkmış, “bel düşük”;
Bir elinde “telefon”, “lâflar” sanki “üşütük”;
Her cümlede “bip”lik var, duysa bunu bir RTÜK…
“Çoraplar” renk kuşağı, sanırsın “ebru” tası;
İçten-dıştan firmalar, türlü-çeşit markası…
Bir “hastalık” şu “moda”, “ruj” var, “pudra”, “boya”sı;
“İpekli” yok, “dantel” yok; nerde “iğne oyası”?
“Hayâl” dolu “çeyiz”ler, “göznûru”nun âlâsı…
“Şarkı-mâni” harmanı, evin arka odası;
İçten-dıştan firmalar, türlü-çeşit markası…
Bir “hastalık” şu “moda”, “kreasyon” ilâcı;
“Cici-bici” reçete, “gardolap”ta baş tacı;
Görmesin başka “model”, açılır “göz” faltaşı…
“Rüyâlar” “podyum” dolu, “manken” olmak “hülyâ”sı;
KAYIKÇ’Ali diyor ki, “bu nesil baş belâsı”…
(Devam Edecek)
Derebahçeli/Ali Kayıkçı