Halife Hz. Ömer zamanında İran, Suriye, Ürdün, Filistin ve Mısır’ın fethi tamamlanmış, Müslümanlar büyük bir gayri müslim nüfusu hâkimiyeti altına almıştı.
Fethedilen yerlerde yaşayan gayri Müslimlerle, başta cizye vergisi olmak üzere hak ve mükellefiyetlerini tayin ve tesbit eden çeşitli anlaşmalar yapılmış, bunlar Hz. Ömer’in oluru alındıktan sonra yürürlüğe konulmuştu.
Mesela Kudüs’ün fethinden sonraki şehrin teslim anlaşması, Kudüslülerin teklifiyle şartları belirleyen Hz. Ömer tarafından imzalanmıştır.
Müslümanların fethettikleri yerlerde ‘Millet-i Hakime, Hakim Millet’ olarak yaşayacakları bizzat Hazreti Ömer tarafından kayıt altına alınmıştır.
Eş-Şurûtu'l-Ömeriyye Ahidnamesi;
Gayr-i müslimlerin nüfusu Müslümanlardan ne kadar fazla olursa olsun gayr-i müslimler, Darü’l-İslâm olan yerlerde zımmi, ehl-i zimme statüsündedirler, Müslümanların zimmeti altına yaşamaya mecburdurlar.
Gayr-i müslimler, Darü’l İslam olan yerlerde kilise inşa edemez, mevcutları tamir ve tadilat yaparak yenileyemezler.
Gayr-i müslimler, Müslümanlar meclislerine geldiklerinde ayağa kalkarak tazim ve hürmet eder, Müslümanlara yer gösterirler.
Gayr-ı Müslimler, hiçbir şekilde kılıç taşıyamaz ve hiçbir şekilde eyerli ata binemezler.
Müslümanların kıyafetlerini taklit edemez, bellerine gayr-i müslim olduklarını belli eder şekilde zünnar bağlamak zorundadırlar.
Gayr-ı müslimler, Müslümanların ikamet ettiği mahallelerde haç taşıyamaz, kiliselerinin üstüne haç koyamaz, çanlarını alçak sesle çalarlar.
Müslüman mahallelerde içki ve domuz eti satamazlar.
Gayr-i müslimlerin evleri, millet-i hâkimenin evlerinden yüksek olamaz.
Bir mahallede gayr-i müslimlerin sayısı Müslümanların sayısını geçerse ve Müslüman cemaatinde azalma olursa gayr-i müslimler evlerini satarak o mahalleyi terk edeceklerdir.
Tanzimat’a kadar Osmanlı Milletler Sisteminde, millet kavramı dini bir topluluğa mensubiyeti ihtiva ederdi.
Gayr-i Müslimler Müslümanların birinci sınıf millet olduğunu kabul ederlerse canları ve malları güvende olurdu.
Osmanlı Milletler Sistemi’nde halk iki ana sınıfa ayrılıyordu: Yönetici sınıf ve reaya.
Yönetici sınıf yani sunuf-ı devlet; Seyfiye, İlmiye ve kalemiye olarak üçe ayrılırdı.
Seyfiye sınıfı ordu, ilmiye sınıfı ulema, kalemiyye sınıfı bürokrasi…
Geriye kalan ise reaya yani riayet edenler, yönetilenler…
Reaya da üçe ayrılırdı: Grekler, Ermeniler, Yahudiler.
1921 Teşkilat-ı Esasiye kanunun birinci maddesinde, “Hakimiyet bilâ kayd-u şart milletindir." Hükmü ifadesi yer almaktaydı.
Nitekim, 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde de “Türk halkı milli hakimiyetini, kanı ve canı pahasına elde ettiğinden, hiçbir şeye feda etmez ve milli hakimiyetine müstenit olan meclis ve hükümetine daima zahirdir.” denilerek Türk milletinin Millet-i Hakime vasfı vurgulanmıştı.
1839’da Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla, Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan bütün tebaanın eşit olduğu ilan edilerek Eş-Şurûtu'l-Ömeriyye Ahidnamesi’nden vaz geçildi.
Bütün Osmanlı tebaası eşit sayıldı; Gâvura gâvur demek yasaklandı…
Egemenlik Ulusun, Hâkimiyet Milletin!
Halife Hz. Ömer zamanında İran, Suriye, Ürdün, Filistin ve Mısır’ın fethi tamamlanmış, Müslümanlar büyük bir gayri müslim nüfusu hâkimiyeti altına almıştı.
Fethedilen yerlerde yaşayan gayri Müslimlerle, başta cizye vergisi olmak üzere hak ve mükellefiyetlerini tayin ve tesbit eden çeşitli anlaşmalar yapılmış, bunlar Hz. Ömer’in oluru alındıktan sonra yürürlüğe konulmuştu.
Mesela Kudüs’ün fethinden sonraki şehrin teslim anlaşması, Kudüslülerin teklifiyle şartları belirleyen Hz. Ömer tarafından imzalanmıştır.
Müslümanların fethettikleri yerlerde ‘Millet-i Hakime, Hakim Millet’ olarak yaşayacakları bizzat Hazreti Ömer tarafından kayıt altına alınmıştır.
Eş-Şurûtu'l-Ömeriyye Ahidnamesi;
Gayr-i müslimlerin nüfusu Müslümanlardan ne kadar fazla olursa olsun gayr-i müslimler, Darü’l-İslâm olan yerlerde zımmi, ehl-i zimme statüsündedirler, Müslümanların zimmeti altına yaşamaya mecburdurlar.
Gayr-i müslimler, Darü’l İslam olan yerlerde kilise inşa edemez, mevcutları tamir ve tadilat yaparak yenileyemezler.
Gayr-i müslimler, Müslümanlar meclislerine geldiklerinde ayağa kalkarak tazim ve hürmet eder, Müslümanlara yer gösterirler.
Gayr-ı Müslimler, hiçbir şekilde kılıç taşıyamaz ve hiçbir şekilde eyerli ata binemezler.
Müslümanların kıyafetlerini taklit edemez, bellerine gayr-i müslim olduklarını belli eder şekilde zünnar bağlamak zorundadırlar.
Gayr-ı müslimler, Müslümanların ikamet ettiği mahallelerde haç taşıyamaz, kiliselerinin üstüne haç koyamaz, çanlarını alçak sesle çalarlar.
Müslüman mahallelerde içki ve domuz eti satamazlar.
Gayr-i müslimlerin evleri, millet-i hâkimenin evlerinden yüksek olamaz.
Bir mahallede gayr-i müslimlerin sayısı Müslümanların sayısını geçerse ve Müslüman cemaatinde azalma olursa gayr-i müslimler evlerini satarak o mahalleyi terk edeceklerdir.
Tanzimat’a kadar Osmanlı Milletler Sisteminde, millet kavramı dini bir topluluğa mensubiyeti ihtiva ederdi.
Gayr-i Müslimler Müslümanların birinci sınıf millet olduğunu kabul ederlerse canları ve malları güvende olurdu.
Osmanlı Milletler Sistemi’nde halk iki ana sınıfa ayrılıyordu: Yönetici sınıf ve reaya.
Yönetici sınıf yani sunuf-ı devlet; Seyfiye, İlmiye ve kalemiye olarak üçe ayrılırdı.
Seyfiye sınıfı ordu, ilmiye sınıfı ulema, kalemiyye sınıfı bürokrasi…
Geriye kalan ise reaya yani riayet edenler, yönetilenler…
Reaya da üçe ayrılırdı: Grekler, Ermeniler, Yahudiler.
1921 Teşkilat-ı Esasiye kanunun birinci maddesinde, “Hakimiyet bilâ kayd-u şart milletindir." Hükmü ifadesi yer almaktaydı.
Nitekim, 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde de “Türk halkı milli hakimiyetini, kanı ve canı pahasına elde ettiğinden, hiçbir şeye feda etmez ve milli hakimiyetine müstenit olan meclis ve hükümetine daima zahirdir.” denilerek Türk milletinin Millet-i Hakime vasfı vurgulanmıştı.
1839’da Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla, Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan bütün tebaanın eşit olduğu ilan edilerek Eş-Şurûtu'l-Ömeriyye Ahidnamesi’nden vaz geçildi.
Bütün Osmanlı tebaası eşit sayıldı; Gâvura gâvur demek yasaklandı…