Üstat Necip Fazıl’ın ifadelendirmesiyle, cumhuriyet ile birlikte sürdürülen ideolojik dayatmalar, nesillerimizi akıl ve ruh sağlığında büyük tahribatlar yapacak şekilde bir bir kavurdu…
Ortaya çıkan bu kavruk neslin, yeni insan tipinin, yüzünü Batı’ya dönük bir şekilde dünyayı yaşayagelmekten ahiret hesabı yapmaya ne vakti, ne de ufku yeterli olamadı.
Dünyayı hesapsız kitapsız yaşayarak, dünyalıklar içinde ömür tüketerek geçip gidiyorlar.
Var mı, kolay mı hem bu dünyanın ve hem de ahiretinin hesabını yapan insan bulabilmek?
Üstat bunu ‘çift kanat muvazenesiyle’ anlatırdı; dünyayı mamur hale getirirken ahiretten vazgeçmeden Allah’a hesap verilebilecek bir hayat yaşamak…
Dünyalığını tedarik ederken ahiretini de hesaba katan, helalinden kazanan bir doktor, bir öğretmen, bir işadamı, bir devlet memuru, bir siyasetçi, bir bürokrat, bir diplomat, bir asker, bir polis, bir din adamı arıyoruz, heyhat ki bulamıyoruz.
Bulduğumuzu sandıklarımız da yolun başında ya da ortasında ya da sonunda çözülüyor, dünyaya teslim oluyor…
Cumhuriyet tarihi boyunca böyle bir insan tipi; ahiretini, öte dünyayı düşünmeyen nesiller yetişmesi için seküler bir düzen, laik bir çark, materyalist bir tezgah kurdular, yürür ve işler hale getirdiler; bu kavruk nesiller içinde düzgün insan bulamamanın hesabını da bizden sormaya başladılar.
Bütün engellemelere, her müspet adımda atılan ‘laiktir laik kalacak’ naralarına rağmen, 20 yıllık AK Parti iktidarı başında Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, ahiret hesabı olmayan, çift kanat muvazenesinden habersiz nesillerin yerini, maneviyatı kuvvetli nesillerle ikame etmek için bir mücadele veriyor.
Kültür, eğitim, gençlik, diyanet, STK’lar, üniversitelerde çalışmalar bütün hızıyla tam gaz devam ediyor.
Kolay değil elbette…
Zira yıkmak kolay yapmak zordur; duvarı bir tekmede yıkarsın, bir günde yapamazsın…
Şimdi, 100 yıllık tahribatı 20 yılda bitiremedi, temizleyemedi diye Erdoğan’a yüklenmekte ne derece haklıyız, bir düşünelim…
Ya da boş verin düşünmeyi…
Haydi, cümbür cemaat Erdoğan’a saldıralım, üzerinde zıplayalım…
“Millet aç, bunlar saraylarda, yatlarda, katlarda günlerini gün ediyorlar” diyelim.
Derken biraz insaflı olmayalım mı, olmayalım…
Bu ve benzer karalama, ‘çamur at izi kalsın’ kampanyalarının aynılarını Menderes’e de yaptıklarını hatırlamayalım mı, hiç gerek yok…
Bu gün “Erdoğan’ın Sarayı var, saray yavrusu var, muslukları altından…” diyenlerin Özal ve çevresindekiler için Hanedan yakıştırması yaptıklarını hatırlamayalım mı?
Erbakan’a hırsız demediler mi; bir Kayıp Trilyon Davası uydurarak yaş haddinden ev hapsine alarak siyasetten men etmediler mi?
Erdoğan gitsin diye şeytanla bile anlaşabilecek olanlar, yolsuzlukları ifşa eden sosyal medya hesaplarını ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ dairesinde tutuyorlar?
Dosyalar veya klasörler birilerinin seçim propagandası haline gelsin diye ısıtılıp ısıtılıp servis ediliyor, tekrar tekrar her mecranın kullanımına hazır hale getiriliyor.
Buradaki mesele, merceği nereye ve nasıl tuttuğunuz meselesidir.
Erdoğan’ı devirmeye yeminli merkezler, seçimlere sayılı günler kala harekete geçtiler; mesele yolsuzluklar değil sen hâlâ anlayamadın mı?
Neden acaba CHP’ye de bir mercek tutmak kimsenin aklına gelmiyor?
Başkanlık sistemi yalnızca Türkiye’de değil, Dünya’da bir eksen değişimi meydana getirdiği bir zamanda;
Türkiye’de 10 ay sonra yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri dünyanın en önemli meselesi haline getirilmiş…
Hedef çok açık ve gayet net…
Ne yapıp edip bir an önce parlamenter sisteme, güçlenmiş-güçlendirilememiş hiç fark etmez, geri dönmek gerekiyor.
O halde, Haydi, Cümbür Cemaat Erdoğan’a saldıralım…