Gücünü haklı olmaktan alan bir davan varsa korkma sırtın yere gelmez.
Ve fakat haklı olmak gibi bir derdi olmayan ihtiras sahibiysen çağımızın hastalığı olan ‘güç zehirlenmesine’ az ya da çok, öyle veya böyle, ucundan kıyısından bulaşmışsın demektir.
Güçlü olmak için çıkartılan gürültü ve patırtının kulak zarını patlatan kirliliğinin yanında, haklı olmanın ruhu ve vicdanı dinlendiren, teskin ve mutmain eden sessizliği eski bir tapınak duvarına bile aksettirilmiş;
“Gürültü patırtının ortasında sükûnetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulduğunu unutma!”
İslam Medeniyeti, güçlü olmaktan ziyade haklı olmanın açtığı zafer kapılarından girerek dünyaya hükmetmiş, yani hakim olmuştur.
Buradaki hüküm, Hakim olan Allah’ın adaleti yani Nizam-ı Alem İlayı Kelimetullah’tır.
Nedir bu derseniz; “Irkları, kavimleri, milletleri ezmeden, inkâr etmeden, zayıflatmadan, bir diğerinin tahakkümüne sokmadan, insanı eşrefi mahlûkat ve birer ademoğlu olarak kabul edip, kendi millî şahsiyetleri ve şuurları içinde tutarak, küfürden, batıldan, haramdan arındırarak huzura kavuşturmak demektir. Bütün Müslümanları ırk-ırk, kavim-kavim, millet-millet İslam kardeşliği şuuru içinde barışa ve İslam’a hizmette yarışa davet etmektir”
Haklı olmanın kendinden menkul bir gücü vardır ki, bu güç sessiz ve derinden zafere doğru ilerler.
Haklılığın zamandan azade bir seyri vardır; er ya da geç tecelli eder.
Buradaki er bu dünya ise, geç ahirettir.
Haklılık, Mümkünler Alemi’nde yani bu dünyada ortaya çıkmazsa, Alem-i Emir’de, yani maddi ölçülere girmeyen Allah’ın kanunlarının neşet ettiği ahirette muhakkak çıkar.
Biz artık Tanrı’yı yeryüzünden kovan seküler - dünyevi bir hayat tarzını farkında olarak ya da olmadan kabul ettirildiğimiz ve böyle yaşamaya alıştırıldığımız için haklı olmayı bu dünyanın bir meyvesi olarak idrak eder hale geldik.
Hâlbuki İslam Medeniyetinde zaman; dünyayı ahiretin bir tarlası olarak, asıl olanın ve ebedi olanın ahir dünya olduğunun şuuruyla geçip giderdi.
Şimdi ise zamanımız, hükmü Allah tarafından verilmiş bir hak sahibi, haklılık sahibi olmayı çıkarıp sınırsız bir gücün peşinde ömür tüketerek geçip gidiyor.
Etrafımızdaki gürültüler, acılar, sıkıntılar, dertler kahırlar, çaresizlikler işte bu hak sahibi olmadan güç sahibi olma hevesimizin, ihtirasımızın aksi sedasıdır.
Mustafa Özel’den İmam Gazali’nin, “İnsanların hepsi helali ve haramı düşünselerdi pazarlar yerleri kurulamazdı” mealinde bir sözünü okuduğumu hatırlıyorum.
Varın gerisi siz düşünün.
Haksız kazanç yani haram peşinde koşmadan Pazar yeri - marketing yani kapitalizm kurulamıyor.
Demek ki insanoğlu bu noktaya İslam’ın hükümlerinden yani Allah’ın hak taksiminden uzaklaşarak geldi.
İslam’dan uzak hayatın adı; Kapitalizm, Komünizm, faşizm…
Güç peşinde koşmayı bırakıp hak peşinde koşmadıkça bu musibet izm’lerden kurtuluş yok.
Bu yarın olabilecek bir şey değil elbet.
Önce hakkı, hukuku ve ahlakı idrak edebilmemiz gerekiyor.
Bu gidişat yani haksız güç peşinde koşma gayreti bunu mümkün kılacak tahkimattan bizi uzak tutmak için her yolu deniyor.
Uzun uzun düşünmek, konuşmak, tartışmak ve dahi okumak gerekiyor.
Yeni bir kurtuluş yolu bulabilmek için…