Çocuklara anlatır gibi yetişkinlere anlatıyorlar.
Siyah mürekkebi avuçlarına döküyor, iki elin tamamı simsiyah olmadığı takdirde tam ve sağlıklı el temizliğinin mümkün olamayacağını göstermiş oluyorlar.
Ellerimiz şimdi simsiyah…
Yani tertemiz…
Bizim temiz olmamız ve kurallara uymamız başkalarını temizlemiyor.
Kendimizi temizleyerek bir musibetten, bir beladan, bir virüsten kurtulmuş oluyoruz.
Dış temizlik tamam.
Peki, iç temizlik ne olacak?
Nasıl temizleyeceğiz içimizi, ruhumuzu?
Bu musibetlerin gelip bize isabet etmesine sebep olan günahlarımızdan, umursamazlığımızdan, vurdumduymazlığımızdan, bencilliğimizden, merhametsizliğimizden nasıl temizleneceğiz?
O kadar kirli ki ruhumuz, o kadar kirlettik ki kendimizi, çevremizi ve dünyamızı, bir virüs gelse şimdi üzerimize atom bombası etkisinde bir felaket yağdırsa, içimizden birisi ‘Bu musibet bana neden tesadüf etti’ diye sorabilir mi?
Büyük çoğunluğu Müslüman ülkelerde olmak üzere, dünya üzerinde her gün 22 bin insan açlıktan ölüyor, binlerce insan sıtmadan, binlerce insan doktorsuzluk ve ilaçsızlıktan ölüyor.
Dünyanın çivisi öyle bir çıkmış ki, savaştan, bombalardan kaçan insanlar yeni bir kavimler göçünü başlatmış durumda.
Babası bomba altında kalan çaresiz bir kız çocuğu bizi Allah’a şikâyet etmekle tehdit ediyor, ruhumuz titremiyor!
Kürkü için canlı canlı derileri yüzülen, kafalarına beyzbol sopasıyla vurula vurulan öldürülen, milyon dolarlık safari sefasında zevk için kıyılan, çok fazla su içtikleri için sürek avında katledilen hayvanların feryatları bize bu dünyada huzur verir mi sanıyorduk?
Savaştan kaçan insanları ülkelerimize kabul etmedik.
Savaşın yetimlerinin şehrimizin sokaklarında, kaldırımlarında dahi uyumalarına tahammül gösteremedik.
Güvenlikli sitelerimiz, yüzme havuzlu rezidanslarımız, Yeni arabalarımız, yatlarımız, katlarımız bizim için bir insan canından daha kıymetli hale geldi.
Hâlbuki zekâtlarımızı versek şehirlerimizde dilenen bir insan kalmayacaktı.
Hâlbuki bilmeli, idrak etmeliydik ki, açlıktan gözüne uyku girmeyen bir çocuk varsa bir yerlerde, hiç birimiz can ve mal güvenliğimizden emin olamazdık.
Allah’ın adaleti er ya da geç gelip bizi yakalayacak ve yakacaktı.
Ve yakaladı.
Ve yakıyor…
Şimdi, kendimizi temizleyerek bir musibetten, bir beladan, bir virüsten kurtulmuş olmayı umuyoruz.
Belki bu virüsten kurtaracağız.
Lakin bir başka daha büyük felaketten kurtulamayacağız.
İç temizliğimizi göz ardı ederek, dışımızı ne kadar temizlersek temizleyelim kurtulamayacağız.
Malımızın kırkta birini ihtiyaç yani hak sahiplerine vermeden kendimizi nasıl güvende hissedeceğiz?
Zekât sadaka değil borçtur.
Alacaklısı da şuanda evinde soğuktan titreyen, çocuğuna verecek bir ekmek bulamayan ihtiyaç sahibidir.
Bozuk paradan sadaka olmaz.
İnfak içinizi acıtarak verdiğiniz şeydir.
Ruh temizliğimiz ve dünyayı yakan günahlarımızın kefareti için borcumuz olan zekâtı hak sahibine verdikten sonra vicdan temizliğimiz için daha fazla infak yapmak zorundayız.
Kirasını, elektrik ve su faturalarını, bakkala borcunu ödeyemeyen, sayıları bu günlerde giderek daha çok artan ihtiyaç ve hak sahipleri bizleri bekliyor.
Kefaret, günahlarımızın bağışlanması karşılığında Allah’ın koyduğu bedeldir.
Kefaretin bedeli herkesin kendi vicdanıdır.